İlk yardım malzemeleriyle sahadalar

Dosya Haberleri —

Fatoş Erdoğan

Fatoş Erdoğan

Sahada çalışan serbest gazeteciler karşılaştıkları sorunları, Hakan Tosun'un katledilmesinin ne anlama geldiğini anlattı

  • Fatoş Erdoğan: Çantamda gazetecilik gereçlerinden çok ilk yardım çantası var. Devamlı bir şiddet sarmalının içindeyim. Vuruyorlar, yerde sürüklüyorlar. Gazeteci olduğumuzu söylediğimizde bile dikkate alınmıyor. Kimliğimiz onların umurunda değil.
  • Emre Orman: Hakan Tosun katledildi ama ne Türkiye Gazeteciler Sendikası’ndan ne de Gazeteciler Cemiyeti’nden tek bir açıklama geldi. Yaptığımız haberlerin çoğu politik ve bu durum bizi hedef haline getiriyor. Gözaltı, tutuklama, sokak ortasında saldırı… Hepsine açık durumdayız.
  • Cansu Acar: Gerçekleri yazdığınızda size ulaşıp haberlerinizi hedef gösteriyorlar, tehdit ediyorlar. Ve ne ekonomik ne de hukuki olarak arkamızda duran bir kurum yok. Güvencesiz, yalnız, tehdit altında da olsak haber yapmaya devam etmemizi sağlayan tek şey o.
  • Murat Kocabaş: Hakan gibi başıma bir şey gelir endişesi taşıyorum. Ölümünden sonra annem beni arayıp ‘aman oğlum dikkat et’. Sendika ve meslek örgütleri, bu güvenceyi sağlayacak somut adımlar atmak zorunda.

ERDOĞAN ALAYUMAT

Serbest gazeteciler sahaya çıktığında gazetecilik gereçlerinden çok ilk yardım malzemelerini taşıyor. Morluk giderici krem, yara bandı, ağrı kesici… Serbest gazeteciler için her haber takibi, şiddet ve riskle dolu bir mücadele anlamına geliyor. Hakan Tosun’un kaybı, serbest gazetecilerin sahadaki tehlikelerle ne kadar iç içe olduğunu bir kez daha ortaya koydu.

Gazeteci ve Çevre Aktivisti Hakan Tosun, İstanbul’un Esenyurt ilçesinde annesinin evine giderken darp edilerek katledilmesinin üzerinden iki hafta geçmesine rağmen cinayetin üzerindeki sır perdesi aralanmış değil. Tosun cinayetinde cevap bekleyen birçok soru var ancak bu cinayetle birlikte Tosun gibi serbest çalışan gazetecilerin yaşadıkları sorunlar yeniden tartışma konusu oldu.

Sahada çalışan serbest (freelance) gazeteciler, ekonomik sorunlar dışında güvenlik kaygısı nedeniyle sahada çalışamaz duruma geldi. Gazetemize yaşadıkları sorunlara dair değerlendirmelerde bulunan serbest gazeteciler Fatoş Erdoğan, Emre Orman, Cansu Acar ve Murat Kocabaş, sürekli polis ve yargı kıskacı altında çalışmak zorunda kaldıklarını, Hakan Tosun cinayeti ile birlikte artık sokakların çok daha tehlikeli bir hal aldığını söylüyorlar. 

Önemli olan gerçekleri aktarmak

Fatoş Erdoğan, İstanbul’da uzun zamandır serbest (freelance) çalışan bir gazeteci. Sırtında çantası, elinde kamerası ve boynunda fotoğraf makinesiyle ülkenin birçok kentinde haber takibinde bulunan Erdoğan, bu haber takiplerinde çok fazla şiddete maruz kalan bir gazeteci. Katledilen Hakan Tosun’un yakın bir arkadaşı olan Fatoş Erdoğan, mesleğini sürdürebilmek için büyük bir özveriyle çalıştıklarını söylüyor. Ona göre gazetecilik, çoğu zaman kişisel koşulları ve güvenliği ikinci plana itmek anlamına geliyor.

Ekonomik zorluklara, güvencesizliğe ve risklere rağmen, yaşananları olduğu gibi aktarma sorumluluğu onları ayakta tutuyor. Erdoğan, her türlü baskı ve imkânsızlığa karşın sahada olmanın, haberi yerinde görüp anlatmanın mesleğin en temel inadı olduğunu vurguluyor.

 

 

İlk yardım çantası

Gazeteci Fatoş Erdoğan, haber peşinde koşarken çoğu zaman kaleminden ya da kamerasından önce ilk yardım çantasına ihtiyaç duyduğunu söylüyor. “Çantamda gazetecilik gereçlerinden çok ilk yardım çantası var” diyen Erdoğan, sahada karşılaştıkları şiddetin artık sıradan bir hale geldiğini anlatıyor. Neyle karşılaşacağını hesaplayamadığını belirterek, “Devamlı bir şiddet sarmalının içindeyim” ifadesini kullanıyor.

Polisin “güvenlik çemberi” adı altında haberciliği engelleyen uygulamalarına sık sık maruz kaldığını dile getiren Erdoğan, bu çemberlerin içinde çoğu zaman işkence, kötü muamele ve hakaretin bulunduğunu vurguluyor. Haberi takip etmek için bu çemberin dışına çıkmayı reddettiklerinde ise gazetecilerin hedef haline geldiğini söylüyor. “Vuruyorlar, yerde sürüklüyorlar. Gazeteci olduğumuzu söylediğimizde bile dikkate alınmıyor. Kimliğimiz onların umurunda değil” diyen Erdoğan, bazen bir duvarın üzerinden fotoğraf çektiği için zorla indirildiğini, bazen bir dükkândan sürüklenerek çıkarıldığını anlatıyor.

 

 

Şiddet ve görünmezlik

Fatoş Erdoğan, maruz kaldığı şiddetin en çarpıcı örneklerinden birinin Cumartesi Anneleri’nin Galatasaray Meydanı’nda yapmak istedikleri eylemler olduğunu söylüyor. Anayasa Mahkemesi’nin kararına rağmen 30 hafta boyunca eylemlerin engellendiğini, annelerin her hafta darp edilerek gözaltına alındığını hatırlatıyor. O anları görüntülemeye çalışırken kendisinin de defalarca polis şiddetine uğradığını belirterek, “Bir hafta darp edildim, köpek tarafından bacağım ısırıldı. Yüksek yerlerden çekim yapmaya çalışırken engellendim, bir kitapçıdan sürüklenerek çıkarıldım, elimdeki telefonu kırdılar” diyor.

Yaşadığı bu şiddet sarmalı nedeniyle artık sahaya giderken haber ekipmanlarının yanı sıra morluk giderici krem, yara bandı, kolonya, gazlı bez, sargı bezi ve ağrı kesici taşıdığını söylüyor. “O anda hastaneye gitme şansım olmuyor, yaralandığımda kendi pansumanımı kendim yapmak zorundayım” diyen Erdoğan, sahadaki gerçekliğin boyutunu özetliyor: Türkiye’de bazı gazeteciler için mesleki gereçlerden çok, bir ilk yardım çantası hayati önem taşıyor.

 

 

'Kendimi güvende hissetmiyorum'

Erdoğan, polis şiddetinin sadece toplumsal ve politik olarak görünmez olmadığını, medyada da çoğu zaman yer bulmadığını belirtiyor. “Bir sosyalistin, bir Kürt’ün ya da bir çevre eylemini takip ettiğinizde polis şiddetine maruz kalıyorsanız, bu duyulmuyor ve toplum önemsemiyor” diyor. Hakan Tosun’un Taksim’de LGBTİ+ eyleminde maruz kaldığı şiddetin neredeyse hiçbir yerde duyulmadığını hatırlatıyor. Hakan Tosun'un katledilmeden 15 gün önce bir şirketi protesto eden yurttaşların sesini duyurmaya çalışırken gözaltına alındığını ama bu olayın da medyada ve kamuoyunda neredeyse fark edilmediğini ekliyor. Fatoş Erdoğan’a göre, serbest çalışan gazetecilerin yaşadığı şiddet ve engellerin çoğu kez duyulmaması, meslek içinde ve toplumda ciddi bir dayanışma boşluğu yaratıyor.

Fatoş Erdoğan, Türkiye’de bir kadın gazeteci olarak kendini güvende hissetmediğini anlatıyor. Haberi takip ederken, sokakta ya da evine giderken başına ne geleceğini asla bilemediğini söylüyor. Korktuğunu kabul ediyor, ancak bu korkunun haberciliğini engellemediğini belirtiyor. Toplumsal bir eylemi izlerken veya günlük yaşamda, herhangi bir saldırıya maruz kalma ihtimalinin sürekli var olduğunu vurguluyor. Hakan Tosun’un başına gelenlerin, yarın kendisinin veya meslektaşlarının başına gelebileceğini ifade ediyor; çünkü sokakların artık güvenli olmadığını dile getiriyor.

Erdoğan, kendilerine insan gibi davranılmadığını, hiçbir ayrıcalık istemediklerini, yalnızca halka gerçekleri ulaştırmak istediklerini söylüyor. Ancak gerçekleri duyurmanın artık öldürülme nedeni hâline geldiğini belirtiyor. Hakan Tosun’un artık aralarından olmadığını hatırlatarak, serbest gazetecilerin karşı karşıya olduğu tehlikenin boyutunu bir kez daha gözler önüne seriyor. 

 

 

Hiçbirimizin can güvenliği yok

Yıllardır serbest bir gazeteci olarak hakikatin izini süren Emre Orman, serbest gazeteciliğin görünmeyen yükünü anlatırken, bu alanın aslında baştan sona eşitsizliklerle dolu olduğunu söylüyor. Orman, Hakan Tosun’un meslektaşlarından farklı olarak yalnızca bir gazeteci değil, aynı zamanda bir çevre aktivisti olduğunu vurguluyor. Nerede bir doğa talanı varsa Tosun’un orada olduğunu, bazen haftalarca alanda kaldığını anlatıyor. Kendisinin ve birçok gazetecinin olay yerine gidip haberi yaptıktan sonra döndüğünü ama Tosun’un çoğu zaman orada kaldığını, belgeseller çektiğini, kısa filmler yaptığını söylüyor.

Kurumsal medya çalışanlarının ekipman, ulaşım ve harcırah desteği alabildiğini; ancak serbest çalışanların haber başına telif karşılığı çalıştığını hatırlatıyor. O teliflerin içinde ulaşım, konaklama ya da yemek gibi giderlerin yer almadığını, acil bir habere gitmek için çoğu zaman kendi cebinden harcama yaptığını dile getiriyor. Sahada en sık karşılaştıkları durumlardan birinin polis şiddeti olduğunu belirten Orman, toplumsal eylemlerde sık sık engelleme, darp ya da ekipmanlarının kırılmasıyla karşılaştıklarını anlatıyor. Yayın kuruluşlarına bağlı çalışan gazetecilerin, ekipmanları zarar gördüğünde kurumları tarafından desteklendiğini; ancak serbest çalışanların, kırılan kamerasını ya da bozulan mikrofonunu kendi imkânlarıyla tamir ettirmek zorunda kaldığını söylüyor.

Basın kartı yok, güvence yok

Serbest çalışan gazetecilerin en temel sorunlarından birinin basın kartı olduğunu vurgulayan Orman, kurumsal çalışanların 212 kapsamında sigortalı gösterilip belirli bir sürenin ardından Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’na başvuru yapabildiğini, serbest çalışanların ise bu haktan tamamen mahrum bırakıldığını ifade ediyor. Kendisinin ve birçok meslektaşının uluslararası basın örgütü IFJ kartı taşıdığını ama bu kartların Türkiye’de geçerli sayılmadığını söylüyor.

Üstelik bu kartı almanın da kolay olmadığını, adınıza yayımlanmış haberlerin ve referans mektubunun yanı sıra 50 avro gibi bir ücret yatırmanız gerektiğini hatırlatıyor. “Bu parayı veremeyen gazeteci arkadaşlarımız var” diyor Orman. “Serbest çalışıyorsanız, sahada avantaj değil, dezavantajdasınız.”

 

 

Sessizlik ve dayanışma eksikliği

Basın meslek örgütlerinin sessizliğini en çok eleştiren konulardan biri olarak öne çıkarıyor. Ona göre popüler gazeteciler veya ana akım medya çalışanlarıyla ilgili en küçük soruşturma bile geniş yankı bulurken, serbest çalışan ya da alternatif basın emekçilerine yönelik saldırılar çoğu zaman görmezden geliniyor. “Hakan Tosun katledildi ama ne Türkiye Gazeteciler Sendikası’ndan ne de Gazeteciler Cemiyeti’nden tek bir açıklama geldi,” diyor.

Orman, örgütlü bir basın dayanışması kurulmadıkça gazeteciliğin korunamayacağını düşünüyor. Eğer güçlü bir basın örgütlenmesi olsaydı, gazetecilere zarar vermenin bu kadar kolay olmayacağını söylüyor. “Yaptığımız haberlerin çoğu politik ve bu durum bizi hedef haline getiriyor. Gözaltı, tutuklama, sokak ortasında saldırı… Hepsine açık durumdayız” diyor.

Mevcut koşullarda kendisini hiçbir şekilde güvende hissetmediğini de açıkça dile getiriyor. Ona göre sokaklar artık güvenli değil. “Sokağın güvenliğini sağlaması gereken polisler nedeniyle güvenli değil, bir de onların yer yer göz yumduğu çeteler yüzünden hiç güvenli değil” diyor. Herhangi bir yerden geçerken bile çetelerin kendi aralarındaki çatışmasının ortasında kalmanın mümkün olduğunu söylüyor.

 

 

Hakan'ın dayanışma gücü

Gazeteci Cansu Acar, Hakan Tosun’u ilk kez bir termik santral bölgesinde tanımış. “Yine bir suç mahallindeydik,” diyor. “Çünkü doğa tahribatının yaşandığı her yer, bir suç mahalli gibiydi.” O tanışmadan sonra yolları defalarca kesişmiş; Akbelen’de, İliç’te ve Türkiye’nin dört bir yanında süren ekolojik direnişlerde.

Acar, Tosun’un sahada yalnızca bir gazeteci değil, bir dost, bir omuz olduğunu anlatıyor. “İliç’e giderken inanılmaz soğuk olduğunda bana gelip kazağını verdiğini hatırlıyorum,” diyor. “Kendisi ince bir montla kalmasına rağmen yanındaki arkadaşını düşünen biriydi.” Hakan’ın gazeteciliği, yalnızca gerçeği anlatmak değil; sahada dayanışmayı büyütmek üzerine kurulu olduğunu belirtiyor.

Gerçeğin peşinde, omuz omuza

Onu tanıyan herkesin belleğinde aynı iz kalmış: Yüreğiyle iş yapan bir gazeteci. Acar da serbest gazeteci olarak Hakan’ın geçtiği yollardan geçtiğini söylüyor. “Yeşil Gazete’de çalıştığım dönemde Hakan’ın bize yolladığı haberleri alırdık ama o haberlerin hangi koşullarda geldiğini tam bilemezdik” diyor. “Serbest çalışmaya başladıktan sonra o zorlukların ne kadar ağır olduğunu gördüm.”

Tosun’un ölümünün ardından Acar, sahada hiçbir şekilde güvende hissetmediğini dile getiriyor. Özellikle ekoloji ve iklim odaklı haberler yaptıklarında, karşılarında politik olarak güçlü ve nüfuzlu şirketlerin olduğunu vurguluyor. “Gerçekleri yazdığınızda size ulaşıp haberlerinizi hedef gösteriyorlar, tehdit ediyorlar” diyor. “Ve ne ekonomik ne de hukuki olarak arkamızda duran bir kurum yok.”

Bu yalnızlık hissi, Acar’a göre serbest çalışan her gazetecinin ortak duygusu. “Basın meslek örgütlerinin varlığını hissetmiyoruz” diyor. “İliç’e sokulmadığımızda hiçbir meslek örgütü yanımızda değildi. Sadece sosyal medyada birkaç açıklama yaptılar, o kadar.”

Tüm bu tabloya rağmen Acar, Tosun’un mirasının kendileri için bir motivasyon kaynağı olduğunu söylüyor: “Hakan’ın bize bıraktığı şey, gerçeğin peşinde olmanın onuruydu. Güvencesiz, yalnız, tehdit altında da olsak haber yapmaya devam etmemizi sağlayan tek şey o.”

 

 

Dayanışma eksikliği ve hukuksuzluk

Son olarak görüştüğümüz Murat Kocabaş, serbest gazetecilerin sahada yaşadığı zorlukları Hakan Tosun’un ölümünden sonra daha yakıcı bir şekilde hissettiğini anlatıyor. “Aslında gazetecilerin hiçbir hayat güvencesi yok” diyor. Kocabaş, Hakan’la İzmir’de birlikte çalıştığı dönemde de her haber takibinden sonra polis takibine maruz kaldıklarını hatırlıyor.

“Serbest gazeteci olduğumuz için hiçbir güvencemiz yok. Arkamızda bir basın kurumu yok, örgütlendiğimiz bir dernek yok” diyor Kocabaş. 2021’den beri serbest çalıştığını belirten Kocabaş, sahada karşılaştığı en büyük sorunları şöyle özetliyor: Basın kartı sorunları, dayanışmadan yoksunluk ve meslek örgütlerinin yetersiz desteği. “Bir saldırıya uğradığımızda meslek örgütlerinden bir dayanışma göremiyoruz. Haber kaynaklarımız ve halktan aldığımız destek çoğu zaman daha fazla” diye ekliyor. Sendikaların tepkisizliğini eleştiren Kocabaş şöyle devam ediyor: “Sorunlarımızı konuştuğumuzda kuru vaatler dışında bir şey göremiyoruz. ‘Siz bize ulaşın’ deniyor ama ulaştığımızda somut bir adım yok. Hak ve hukukumuzu koruyan bir mekanizma olmadığı için her yerde adımız rahatça karartılıyor.”

 

 

Ekonomik ve can güvencesi yok

Kocabaş, ekonomik hakların da ciddi bir sorun olduğunu belirtiyor. “Örneğin 6 Şubat depremlerinin yıl dönümünde çektiğim bir fotoğraf bir gazetede kullanıldı, ama kimin çektiği bilinmiyordu. Uluslararası mecralar bunu yapmıyor ama ücret tarifesi çok düşük.” Kocabaş, hakkını koruyacak bir mekanizmanın eksikliğinin hem ekonomik hem de güvenlik boyutunda sorun yarattığını söylüyor.

Hakan Tosun’un ölümünün ardından Kocabaş, sahada kendini daha güvensiz hissettiğini söylüyor. “Hakan gibi başıma bir şey gelir endişesi taşıyorum. Ölümünden sonra annem beni arayıp ‘aman oğlum dikkat et’ dedi” diyor. Serbest gazetecilerin hem ekonomik hem de can güvenliğini sağlayacak mekanizmaların acilen oluşturulması gerektiğini vurguluyor. “Sendika ve meslek örgütleri, bu güvenceyi sağlayacak somut adımlar atmak zorunda.”

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.