Bir kabus geri döndü: Enflasyon

Nevra AKDEMİR yazdı —

  • Enflasyon genel olarak en geniş anlamda işçi sınıfından sermayedarlara yapılan bir transfer niteliği taşır; işçi sınıfının ekonomide üretilen gelirlerdeki payını çalıp, sermaye sınıfına devreder.

Enflasyon dünyanın önemli bir kısmının gündeminde. Avrupa’nın önemli ülkeleri ve ABD uzun zamandır görmedikleri enflasyonla karşılaştı. Önce pandemi nedeniyle tedarik ağlarının durma noktasına gelmesi, daha sonra Ukrayna’ya saldıran Putin’in dünya sanayisinin üstünde döndüğü enerji kaynaklarını kullanan bir savaş stratejisine girişmesi kapitalizmin kırılganlığı ve krize yatkınlığının bir ispatı gibi. Özellikle inşaat ve ticaret üzerinden siyasi ittifakını yürüterek iktidarda kalmayı başarabilen diktatör özentilerinin ülkelerinde ise tablo daha da korkunç. Elbette inşaat dedim ama siz son dönemleri tanımlayan bir fiil olan çökme ile ilişkilenen çetelerce gerçekleştirilen doğa talanı diye okuyun; ticaret derken de yağmadan ve tefecilikten talana kadar geniş bir yelpazeyi alabilirsiniz çerçevenin içine.

Enflasyonu eskiden çok konuşurduk. İstisnai bir süre dışında pek çok ülkenin ekonomi tarihi, yüksek enflasyon, IMF borçlanması ve kemer sıkma tedbirlerinden oluşan döngülerle anlatılıyor bugün. Bu döngülere bir de askeri darbeler eşlik ediyor. Enflasyon deyip, ekonomi meselesi sanmamalıyız, enflasyon son derece politik bir konu. Dahası mı, enflasyon denildiğinde herkesi birden cezalandıran bir doğa olayından da bahsetmiyoruz. Enflasyonu tanımlayalım, Bilal’e anlatır gibi. Yüksek ekonomistler şimdiden beni affetsin.

Enflasyon, fiyatlar genel düzeyindeki uzun süreli ve sürekli artıştır. Yani bir aydan diğer aya bir malın fiyatının artmasına enflasyon demiyoruz. Daha ziyade, piyasada satılabilen malların fiyatlarının genel olarak artmasını diyoruz, ölçmek için de seçilen malların önce üreticilerin alabildiği fiyatların artışının ortalaması, daha sonra da tüketicilerin alabildiği fiyatların artışının ortalaması hesap edilir. Bir süredir belki de kulağınıza çalınan “bu hesaplama sepete hangi malların girmesi gerektiğine” dair tartışma, enflasyon hesaplamalarındaki bazı sinsiliklere dair bir mesele. İktidarlar, enflasyon hesabını düşük çıkarmaya çalışırlar. Zira bu hesaptan çıkan değer, ülkedeki her türlü emeğin fiyatı (basitleştirelim, ücret) için pazarlıklarda baz alınır, yaşam maliyetlerinin temel unsurlarını belirler.

Örnek verelim: evinizin kirasının artışı enflasyonun üzerinde olamaz, kıtlık durumu söz konusu değilse. Sendikalarla işletme yönetimleri arasındaki toplu iş sözleşmesi pazarlığı, dolayımlı olarak da işçi ve patron arasındaki bireysel pazarlıkta yine bu rakam temel alınır. Markete gittiğimizde önümüze çıkabilecek fiyatlar, gelirinizi ne kadar ve nereye harcayacağınıza dair planlama yapabilmenizin koşuludur. Hatta biraz para biriktirdiyseniz, bu parayı nasıl saklayacağınız da bu hesaplamanın sonucunda göz önüne almanız gereken bir dizi seçeneği önünüze çıkarır.

Eğer enflasyon yüksek olduğu halde, siz düşük bir maaş artışı almışsanız, bu sizi doğrudan fakirleştirir. Ama işte çokomelli olan kısım burada. Herkesi fakirleştirmez. Enflasyon genel olarak en geniş anlamda işçi sınıfından sermayedarlara yapılan bir transfer niteliği taşır; işçi sınıfının ekonomide üretilen gelirlerdeki payını çalıp, sermaye sınıfına devreder. Basitleştirirsem, geçinmek için ücret (emeğini satarak kişinin aldığı her tür ödeme, adı önemsiz) geliri dışında başka bir geliri olmayanlardan sinsice bu emeklerinin karşılığından daha az yaşamsal madde (gıda, kira, yol, ısınma, vb) almasını sağlar, elinizdeki paranın değersizleşmesi yoluyla sizi fakirleştirir; sermayedarların ürettiği malın fiyatını arttırarak karına kar ekler.

Enflasyon karşısında, tefeci gibi kazanır sermayedarlar. Aynı zamanda küçük sermayedarlar da büyüklerce ezilir ve Mafyatik oligopollerin eline düşer. İşsizler ve emeklilerin birikimleri hızlıca erir ya da erimemesi için bankalara kar olarak geri döner. Herkesi, küçük veya büyük bir para ile yaşamak zorunda kalan herkesin gözlerini, bu sistemin rakamlarına mahkum eder. Umutsuzluk ve çıkışsızlık ile büyük öfkelerle anarız bu dönemleri. Bu dönemlerdedir, mülksüzün diğer mülksüze mülklerini çaldığına dair suçlamalarla saldırması, Engels’in dediği anlamda başlayan sosyal cinayet düzeni. Zira devletler anayasada yazılı görevlerini insanları insani şartlarda yaşatmaya dair görevlerini bütçe nedeniyle terk ederler. Kemer sıkma demeseler de boğazımızı sıktıklarının farkında oluruz zaten.

Şimdi panikle yüzde 10’lara dayanan enflasyon deneyimi yaşayan zengin ülkelerin mülksüzleri, belki de tarihe geri dönüp bakmalı. Zira enflasyon dönemindeki öfke ve paniği en iyi ırkçıların kullandığını Avrupa ülkelerinde ardı ardına yapılan seçimlerde görüyoruz. Giderek daha fazla göçmen karşıtı ırkçı söylemlerin normalleştiğine şahit oluyoruz. Söylemler bir fabrikadan çıkma gibi yayılıyor. İtiraz etmeyen herkes ise, niyetinden bağımsız, savaş, şiddet, açlık, küresel ısınma ve kapitalizm, insan canından oluşan bir motor yağlarıyla dişlilerini çevirip duruyor.

Nevra Akdemir, PhD.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.