Bir öğle yemeği hikayesi

Nevra AKDEMİR yazdı —

  • Türkiye’de uzun zamandır tartışılıyor. Özellikle IMECE ev işçileri sendikasının çabalarıyla. 2011’den beri ise ev işçilerine insana yaraşır iş öngören ILO’nun 189 sayılı Sözleşmenin imzalanması için çabalıyorlar.

Geçtiğimiz günlerde twitter alemlerinde annesi gündelikçi olarak evlerde temizliğe giden birinin deneyim aktarımından başlayan bir tartışma alevlendi. Gündelikçi olarak çalıştığı evdeki kişilerin dışarıdan yemek söylediklerini, çalışma saatleri içinde iş yapan kadının ise aç biaç çalışmak zorunda kaldığını aktaran paylaşım karşısında, gelen yanıtlar insana yaraşır iş kavramının nasıl unutulmuş olduğu üzerine beni düşünmeye itti. Zira Almanya’da işyerlerinde neredeyse kanıksanmış olan öğle yemeklerinin işveren sorumluluğundan çıkmış olmasını, örnek olarak sunan yanıtları gördükçe.

Çalışma biçimleri arasında en zorlayıcı deneyimlerden biri temizlik işleri. Yoğun ve büyük bir emek gücüne ihtiyaç duymakla kalmıyor bu işler, çoğu kez de görünmez veya görünmesi istenmez bir emek formunu oluşturuyor. Üstelik tehlikeli de. Cam silerken yüksekten düşen, temizlik maddelerini sıkça ve yakın şekilde soluduğu için zehirlenen, ağır ev eşyalarını yerinden oynatırken sakatlanan bir sürü kadın emekçi, bu risklerle karşılaştıklarında tamamen güvencesiz kalıyorlar.

Zira işçi olduklarını ve işverenin evinde çalıştıklarını ispat etmeleri gerekiyor sigortadan yararlanmaları için. Tüm evde çalışanların görünmezlikten çıkarılarak insana yakışır işe geçiş yapmalarını sağlamak için ILO’nun 177 sayılı Evde Çalışma Sözleşmesi ve 184 sayılı Tavsiye Kararı bazı ülkelerde kabul edilmiş, Türkiye’de uzun zamandır tartışılıyor. Özellikle IMECE ev işçileri sendikasının çabalarıyla. 2011’den beri ise ev işçilerine insana yaraşır iş öngören ILO’nun 189 sayılı Sözleşmenin imzalanması için çabalıyorlar.

Gündelik olarak çalışan, anlaştığı saatler içinde başkasının kirini ve tozunu kaldırmak zorunda olan kişiler dünyada da çoğunlukla kadın ve göçmen. Yaptıkları işler, evlerdeki kadınların doğrudan görevi sayılan angaryadan çıkıp, piyasada bir rayici olan bir iş olarak değerlendirildiğinde, yine de üstündeki görünmezlik ve değersizlik örtüsü kalkmıyor işte. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO)’ya “evde çalışmanın, başta kadınlar olmak üzere, çoğu evde çalışan açısından güvencesiz, düşük ücretli, örgütlülükten uzak, psiko-sosyal riskler barındıran, çalışma süresi belirsiz, haftalık ve yıllık izinler gibi sosyal hakların olmadığı, iş sağlığı ve güvenliğinin yetersiz olduğu, ev-yaşam dengesinin sağlanamadığı ve yalıtılmışlığa neden olan bir çalışma biçimi” olduğu tespit edilmiş.

Başkasının evinde, bir zamana dayalı ödeme karşılığı, kişinin gündelik hayatını çevrilebilir kılmak için yapılan temizlik, bakım ve yemek gibi belirlenmiş işler yapmak ise günümüzde oldukça uluslararası sömürüye açık bir alan olarak görünür hale geliyor. Küresel ölçekte yaşanan tüm eşitsizlik evin içine doluşuyor bu çalışma rejiminde. Ev içindeki işin düzgün yapılıp yapılmadığına dair gözetim için kamera sistemleri ile izlemekten, işvereni tarafından pasaportuna el konulan çalışanlara, aracıların sömürüsüne, işverenlerin taciz ve tecavüzüne kadar korkunç vakaların istisna olmasını umuyoruz, ama istatistikler bu rakamların yüksekliğini ortaya koyarak kötü çalışma ve istismar koşullarının işin normalini belirlediğini gösteriyor bize. Dünya’da kayıt dışı çalışan 60 milyonu aşkın ev işçisi var. Genellikle küresel Güney’den geçici iş anlaşmalarıyla getirilen kadınlar küresel Kuzey’de çalışıyor.

Ev işçiliği sadece göçmenlerin yaptığı bir iş değil elbette. Emekli olan ama aldığı emekli maaşıyla geçinemeyenler de yapıyor; eve ekmek getirmek istediği halde düzenli iş bulamayanlar da yapıyor, çocukların veya hastasının sorumluluğunu düzenli olarak devr edemeyen de yapıyor. Gündelik olarak anlaştığınız bir yerde, anlaştığınız saat içinde koskoca bir evi yaşanabilir kılma sorumluluğu veriliyor bu işçilere, çalışana “işçi” ödemeyi yapana “işveren” denilmese de, ev işlerine gerçek bir iş muamelesi yapılmasa da. 189 sayılı sözleşmeyle işi sözleşme yapılabilir hale getirmek mümkün olmuş. Yazının konusu olan gıda temini gibi, barınma veya istismarı önleyen tüm koşullar da açıkça yazılmış. Demek ki değersiz kabul edilen emeğin, değerini ve güvencesini bulması yine örgütlenme ile mümkün olmuş.

“Öğle yemeğini kendi getirsin canım, bunun da gündeme gelme ne saçma” diyenleri duyar gibiyim. Bir iş yerinde iş zamanı kesintisiz olarak, çalışmak için evden çıkılan anda başlar ve eve girilen anda biter. Dolayısıyla, ücretli bir işte çalışmak üzere dışarı adımınızı attığınız andan itibaren başınıza gelebilecek her vücut bütünlüğünüze zarar verebilecek duruma, iş kazası denir. Bu tanım böyle açıkken, iş saatleri içinde iş için gerekli materyaller gibi harcadığınız enerjiyi geri kazanmanızı sağlayacak besinin işveren tarafından karşılanmamasını kabul etmek, bir yenilgiden başka bir şey değildir. Bir başka deyişle, işverenin karlılığını artırmak için kendi ücretinizden çalmanız anlamına gelir sadece. Öğle yemeğini tartışmayı, evdeki kameradan daha çok tartışlanlar, hırsızları belki de başka yerde arıyordur, ne dersiniz?

-- 
Nevra Akdemir, PhD.
Osnabrück Üniversitesi/IMIS

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.