‘Bir tane bile kalmayana kadar’ diyorlardı

Dosya Haberleri —

ANKARA POGROMU

ANKARA POGROMU

  • Ankara’da mültecilere yönelik gerçekleştirilen  ırkçı pogromu, yaşananları yerinde izleyen  gazeteci Seda Taşkın, DBP Eşbaşkanı Keskin  Bayındır, CHP eski milletvekili Prof. Dr. Binnaz Toprak ve Antropolog Dr. Yektan Türkyılmaz ile konuştuk.

OSMAN OĞUZ

 

Ankara’nın Altındağ ilçesinde, Suriyelilere ait ev ve iş yerlerinin saldırıya uğradığı pogromu hatırlatan olayları Artı Gerçek adına takip eden gazeteci Seda Taşkın, oldukça kaygılı bir ses tonu ile açıyor telefonu.

Taşkın, sosyal medyada paylaşılan bir görüntüyü izlemesinin hemen ardından “olay yerine” hareket etmiş.

“Orada karşılaştığım görüntü dehşet vericiydi” diyor ve devam ediyor: “İlk duyduğum söz, ‘Burada bir tane dahi mülteci kalmayacak’ oldu. Tekbir sesleri geliyordu. Mülteciler ise kendilerini evlerine kapatmış, kapılarını kilitlemişti. Evleri taşlanıyordu; camlar indirilmiş, arabalar ters çevrilip yakılmış ve dükkanlar yağmalanıyordu. Mahalle, bir savaş alanı gibiydi. Mülteciler, evlerinin pencerelerine tahtalarla barikat örerek taşların gelmesini önlemeye çalışıyordu.”

Seda Taşkın

 

Polis konvoylara yolu açtı

Taşkın, ara sokakları da dolaşarak saldırının boyutlarını anlamaya çalışmış. Saat 21:00 sıralarında ulaştıkları mahallede neredeyse her sokak arasında insan kalabalıkları gördüklerini, saatler ilerledikçe ise bu kalabalıkların büyüdüğünü anlatıyor.

Başka mahallelerden gelen ve polisin engellemediği konvoylarla binlerce insan, mahalleye doluşuyor; bir yandan sosyal medyada çağrılar yapılıyor ve mahallede de Türkler, “Sokağa inin, ülke elden gidiyor” bağrışları ile saldırıya dahil olmaya davet ediliyor.

Seda Taşkın, “Çok kısa süre içinde binlerce insan toplandı” diyor ve polisin Önder Mahallesi’ne giden anayolu başta trafiğe kapattığını ama daha sonra neden bilinmez açtığını anlatıyor.

 

‘Eşim doğum yapıyor, hastaneye nasıl gideceğiz?’

Gazeteci, Suriyeli iki aile ile de görüşme fırsatı bulmuş. Bunlardan biri, sokaktan geçerken gazeteci olduklarını anlayıp seslenmiş ve yardım istemiş: “Evde eşinin hamile olduğunu, doğum yapmak üzere olduğunu ve hastaneye nasıl gidebileceklerini soruyordu.”

Kapısını açan bir başka ailenin evinde karşılaştıkları manzara ise içler acısı: “Evde yalnızca bir kadın ve çocuğu vardı. Eşini yıllar önce kaybetmiş. Anne, evlerinde, pencerenin önünde, çocuğuna sofra hazırlamış. Tam yemek yiyecekleri sırada bir ses duyduğunu anlatıyor: ‘Bu ev, Suriyelilerin evi mi?’ Sesi duyduğu an ile camın kocaman bir taşla inmesi bir oluyor ve çocuğu çığlık atıyor. Anne, çocuğunu aldığı gibi koridorda, tuvaletin önüne yatırıyor.”

Suriyeli kadın, gazeteci Taşkın’a, “Çok korkuyoruz” diyor ve “can havli” içeren sorular soruyor: “Yarın öbür gün ekmek almaya, çocuğuma süt almaya nasıl gideceğim? Kim bizi koruyacak? Polis bizi korumuyor. Biraz önce yüzlerce insan geldi, tekbirlerle camlarımızı kırdılar ve polis buradaydı, engellemedi. Ne olacak yarın? Ben nasıl sokağa çıkacağım?”

 

‘Polis gazetecileri kovdu’

Polis, Suriyelilere yönelik saldırıları engellemedi ama anlaşılan, bütünüyle eylemsiz de kalmamıştı.

Seda Taşkın, olayları takip etmeye çalışırken polis ekiplerinin kendilerine, “Olaylar yatıştı, artık gidebilirsiniz” dediğini anlatıyor: “İleride araç yanıyor, insanların tekbir sesleri geliyor ama olaylar yatıştı diyorlar. Biz olay yerine gideceğimizi söylediğimizde ekip arabası çağırdılar ve bizi olay yerinden dışarı attılar. Gazeteciler, işlerini yapamıyor; size görüntü aktarmak istiyorum ama aktaramıyorum.”

Taşkın’a göre bu saldırganlığın yatışacağını düşünmek de mümkün değil. Sokağa çıkanların “Burada bir tane bile mülteci kalmayana kadar ne varsa yakıp yıkacağız” dediğine şahit olduğunu anlatıyor ve kaygı ile ekliyor: “Durum çok kritik. Gerekli önlemler alınmazsa bu işin sonu çok kötü olabilir.”

Yektan Türkyılmaz

 

‘Türkiye SOS veriyor’

Berlin’deki Bölgelerarası Araştırmalar Forumu’ndan antropolog Yektan Türkyılmaz da durumun kritikliğine vurgu yapıyor ve “Türkiye SOS veriyor” diyor.

Kentleri pogromların kıyısına getiren mülteci düşmanlığı ile Kürt düşmanlığı arasındaki “akrabalığa” dikkat çeken Türkyılmaz, bu iki düşmanlığın “ikiz kardeş” ve “birbirleri arasında geçişken” olduğu tespitini yapıyor.

“Türkiye kendi yayılmacılığının, imparatorluk rüyalarının bedelini ödüyor” diyen Türkyılmaz, şöyle devam ediyor: “Türkiye, genel olarak bir patlamaya doğru gidiyor ve bunun artık gözümüze batan emarelerini görüyoruz. Yalnız bunu eski hallere benzetmeyelim. Kime, nasıl ve nerede patlayacağı da çok belli olmayan bir durum söz konusu; çünkü kimin organize ettiğini bile net olarak bilemiyoruz. Olan bitenin içinde kesinlikle iktidardan birileri var ama muhalefetin de payı var. Bu, Sivas, Maraş gibi bir durum değil; farklı bir durum var ve patlama da farklı olacak.”

 

‘Gökten zembille inmedi’

“Mülteciler gökten zembille inmedi; Türkiye nereye gidiyorsa oranın mültecisi geliyor” diyen Türkyılmaz, daha büyük pogramları ihtimal haline getiren bu durumun karşısına nasıl çıkabileceğine ilişkin ise şu görüşleri dile getiriyor: “Barış ve kardeşlik isteyen herkes, tekrar tekrar birlikte yaşamanın mümkün olduğunu vurgulamalı. Memlekette bugün kaynak yoksa, insanlar işsizse ve geleceğinden kaygılı ise, bunun sebebi mülteciler de, başka şey de değil; bunun sebebi, yolsuzluğun dibine batmış iktidardır. Muhalefeletin de bu söylemi öne çıkarması gerekiyor.”

Ne var ki meclis aritmetiği açısından muhalefet sayılan CHP ve İyi Parti’nin mülteci düşmanlığını engelleyecek bir siyasal çizgi tutturmak şöyle dursun, bu düşmanlığı beslediği görülüyor. Bu durum, muhalefetin mülteci düşmanlığını bir seçim kampanyasına dönüştürdüğü şüphesini doğuruyor.

Prof. Dr. Binnaz Toprak

 

‘Partim CHP de dahil…’

CHP’nin eski milletvekili Prof. Dr. Binnaz Toprak, Altındağ’da yaşananların “beklenebilir bir şey” olduğunu belirtiyor ve gerekçesini şöyle açıklıyor: “Çünkü mültecilerle ilgili olarak öyle bir düşmanlık yaratıldı ki. Hemen hemen her parti yaptı bunu. Maalesef üyesi olduğum, milletvekilliğini yaptığım ve sosyal demokrat olduğunu iddia eden CHP bile bu kervana katılmış vaziyette.”

Mültecilere yönelik “şeytanlaştırmanın” aynısının Kürtler için de söz konusu olduğunu belirten Toprak, “Siyasetçilerin bu dilden arınması ama arınmanın da ötesinde bu dili kullananlara karşı önlem alınması lazım” diyor.

Sokaktaki insanlarla konuştuğunda “Türkler misafirperverdir” gibi sözler duyduğunu aktaran Toprak, “Pek de misafirperver olmadıklarını gördük açıkçası” diyor ve devam ediyor: “Birilerinin kalkıp, ‘Böyle bir şey olamaz’ demesi lazım; bu düşmanlığın toplumda da hoş görülmediğini söylemeleri lazım.”

 

 DBP Eşbaşkanı Keskin Bayındır

 

DBP Eşbaşkanı: AKP’nin karakteri bu

Binnaz Toprak’ın dilediği müdahale, ne yazık ki hala yeterli güçte gerçekleşmiş değil ve Türkiye metropollerindeki Kürtler için, Toprak’ın da ifade ettiği pogrom tehlikesi devam ediyor.

Demokratik Bölgeler Partisi Eşbaşkanı Keskin Bayındır, yaşananların “iktidarın uzun süredir Türkiye’deki siyasi, ekonomik ve toplumsal krizi aşmaya dönük yaptığı hamleler” çerçevesinde okunması gerektiğini düşünüyor.

“Türkiye’de mültecilerin yerinin olmadığına, geri dönmeleri gerektiğine ilişkin söylem, çok hızlı bir şekilde Kürtlere karşı ırkçı bir politikaya da dönüşebiliyor” diyen Bayındır, ekliyor: “6-7 Eylül’den bu yana neredeyse 10 yılda bir toplumsal kutuplaşmanın bu şekilde derinleştirildiği bir gelenek var. AKP-MHP iktidarının siyasi karakteri ve üzerine oturduğu zemin de toplumsal kutuplaşma.”

Türkiye’de pogromların zemininin giderek güçlendiği tespitini yapan DBP Eşbaşkanı, Kürtlerin mültecilerin yaşadıklarını birçok açıdan en iyi anlayabilecek halk olarak mültecilerin yanında olacağını söylüyor. Kürtlere yönelik ırkçı saldırılara karşı da partilerinin ve diğer Kürt kurumlarının örgütlenme çalışmalarını sürdürdüğünü kaydeden Bayındır, bir yandan Türkiye’nin demokratik kamuoyuna, diğer yandan ise Türkiye’de yaşayan Kürtlere çağrılarda bulunuyor.

Türkiye’nin demokratik kamuoyunu “toplumsal mücadeleye daha fazla güç vermeye ve geleceği belirsiz, uçuruma giden Türkiye’yi engellemeye” çağıran Bayındır, “bugüne kadar bu tür saldırıların üstesinden politik bilinçleri ile gelen” Kürt halkı ile ilgili ise şunları dile getiriyor: “Kürtler, toplumsal kurumları ile, hiçbir şekilde sahipsiz bir halk değil. Böyle bir durumda toplumsal örgütlülüğün çok daha fazla ortaya çıkması lazım.”

 

 

Antep’e sıçrar mı?

 

Altındağ’da yaşananlar, önemli bir soruyu da gündeme getiriyor: Yaşananlar, mültecilerin yaşadığı diğer şehirlere de sıçrar mı?

Antep’te uzun yıllardır esnaflık yapan Yılmaz, en başta bir hakikate dikkat çekiyor: “Antep sanayisi, halen bayram ediyor. Hele de pandemi döneminde bu iyice ayyuka çıktı. Binlerce kişiyi işten çıkarıp yerine Suriyelileri istihdam ettiler. Küçük esnafta bile aynı durum söz konusu. Kebapçılarda garsonluk, bulaşıkçılık yapanların hepsi Suriyeli; Türk ya da Kürtlerin bu işleri yaptığını artık neredeyse göremezsin.”

Kendi esnaf komşularının da artık Suriyeli işçileri tercih ettiğini, çünkü 80 Lira dolayında günlük yevmiye vermektense Suriyelileri 20 Lira’ya çalıştırmanın işlerine geldiğini anlatan Yılmaz, “Üstüne bir tane de dürüm veriyorlar ve dükkanın deposunda yatırıyorlar. Sigorta falan da hak getire” diyor.

Bu açıdan Suriyeliler, bir yandan insanlıklarını iptale uğraşan bir düşmanlığa maruz kalırken, diğer yandan da derin bir sömürü ile yüz yüze. Giderek daha da yoksullaşan ve orta sınıfını da yitiren kentlerde bu durum da gerilimin kaynaklarından birine dönüşüyor. İktidarın politikaları nedeniyle insanca bir ücret ile iş bulmanın gittikçe zorlaştığı memlekette Suriyeliler, bunun da sorumlusu olarak gösteriliyor.

 

Kentte derin bölünme

Yılmaz, Antep’te artık anlı şanlı gettoların oluştuğunu belirtiyor ve buna da Antep’in en merkezi noktalarından biri olan İnönü Caddesi’ni örnek gösteriyor. “O caddeye artık rahatlıkla Halep Caddesi diyebilirsin” diyor ve şehrin de hızla üçe bölündüğünü söylüyor: “Şehrin güneyi, doğusu ve batısı, ciddi anlamda Suriye’den gelen Sünni Arap kimliğine bürünüyor. Bunlar arasında tabii ÖSO’nun, DAİŞ’in etkisinde olan aileler de bulunuyor; keza birçoğu Cerablus, El Bab gibi kentlerden geliyor. Antep’in kuzey ve batısında daha çok Antepli, yerli nüfus bulunuyor. Bu durum, Kürtlerin de pozisyonunu tartışmalı hale getirmiş oldu ve onlar da biraz daha kendi bölgelerine çekilmeye başladılar.”

Yılmaz’ın verdiği bilgilere göre Antep’te toplumsal kutuplaşma, hem iktisadi hem siyasi hem de etnik açıdan giderek keskinleşiyor; mültecilere yönelik düşmanca söylemler de gündelik bir rutine dönüşmüş durumda. Suriyelilerin Arapça tabelalar ile dükkan açtıkları, neredeyse yalnızca Arapça konuşulan mahalle ve caddeler de kentin giderek daha belirgin bir parçasına dönüşüyor.

 

Daha zor ama daha tehlikeli

Kentteki bu bölünme durumu, pogrom ihtimalini de keskinleştiriyor. Ne var ki Yılmaz, Antep’te böylesi pogromların daha zor hayata geçeceğine inanıyor ve buna da gettolaşan mültecilerin kendilerini koruma kanallarını da doğal ya da daha bilinçli (bazen İslamcı) bir örgütlenme ile sağlamış olmalarını gerekçe gösteriyor. Bu açıdan mültecilere saldırmanın Antep gibi şehirlerde Ankara kadar kolay olmayacağı açıkça görülüyor. Ama ayrıca, Antep gibi kentlerde de buna cesaret edilirse, çatışmanın çok daha vahim boyutlara ulaşabileceği de.

 

 

Polis gözetiminde pogrom

 

Ankara’nın Altındağ ilçesine bağlı Önder ve Battalgazi Mahallesi’nde Türk ırkçıları, mültecilerin evleri ve dükkanlarına saldırdı.

Saldırılar, Battalgazi Mahallesi’ne bağlı bir parkta iki grup arasında çıkan nedeni henüz belirlenemeyen bir kavgada 18 yaşındaki Emirhan Yalçın’ın hayatını kaybetmesi ardından başladı. Bu olay, mülteci düşmanı ırkçı propagandanın malzemesine dönüştürüldü ve hem sosyal medya üzerinden hem de mahallelerde Suriyelilere saldırı çağrıları yapıldı.

İlçeye organize biçimde, farklı semtlerden insan sevkiyatı yapılan Çarşamba gecesi, Türk ırkçıları “Allahu Ekber” bağrışları ile Suriyelilerin işyerlerine, evlerine ve araçlarına saldırdı; çok sayıda dükkan yağmalandı, evlerin camları kırıldı, araçlar ters çevrilip ateşe verildi.

Irkçılar, dükkanlardan çıkarıp cadde ortasına topladıkları eşyaları da yaktı.

Bu sırada polisin ise saldırganlara ciddi hiçbir müdahalede bulunmadığı, aksine mahalleye akın eden ırkçı güruhların konvoylarına müsaade ettiği, yalnızca çok kalabalıklaşan grupları dağıttığı görüldü.

Saldırılar ardından gözaltına alınan 76 kişinin 38’inin yağma, kasten yaralama, hırsızlık, uyuşturucu madde bulunma/ticareti gibi suçlardan kaydı olduğu ortaya çıktı.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.