Bir vefa albümü: Xozan
Dosya Haberleri —

Hozan Comerd/ Xozan albümü
Hozan Comerd’le yeni albümünü ve ardındaki düşünsel dünyayı konuştuk.
- Xozan albümünü sadece bir müzik çalışması olsun diye yapmadım. Bu benim için bir özür, bir vefa borcuydu. Yıllardır anmalara, etkinliklere koştuk ama içimde hep bir eksiklik kaldı. Tasavvuf edebiyatına, kaside geleneğine, o büyük şairlerin dünyasına gerektiği kadar eğilemedim. Melayê Cizîrî, Melayê Batê, Ehmedê Xanî…
- Bu sadece bir isim değil, aynı zamanda bir çağrı, bir özlemin, bir arayışın adı. Xo-Zan ya da Xwe-Zan, Kürtçede kendini bilmek ya da tanımak anlamına gelir. Ben de bu çalışmayla biraz kendimi aradım, biraz da halkıma kendi sesimi yeniden tanıtmak istedim. Bu albüm, benim için bir yüzleşme, bir arayış ve kendini bulma halidir.
- Govenda Felekî’ye eseri olmasaydı albüm eksik kalırdı. Emirali Yağan’ı da bu vesileyle bir kez daha anmak isterim. Dersim’de bir şair tanıyorsam, hem akademik hem duygusal olarak, o kişi Emirali Yağan’dır. Herkese saygım var ama onun yeri bambaşkaydı. Hem yazdıklarıyla hem duruşuyla gerçek bir şairdi.
ERKAN GÜLBAHÇE
Hozan Comerd, 'Xozan’ adını verdiği ikinci albümüyle yalnızca müzikal bir çalışma değil, aynı zamanda bir içsel yolculuk ve kendini arayışın hikayesini sundu dinleyicilere. Üç yılı aşkın bir süredir üzerinde titizlikle çalıştığı bu albümde, klasik Kürt edebiyatının büyük şairlerinden Melayê Cizîrî, Melayê Batê, Ehmedê Xanî, Pertew Begê Hekarî ve Seydayê Tîrêj’in şiirlerini müzikle yeniden yorumlayan Comerd, 'Xozan’la hem tasavvuf geleneğine bir selam duruyor hem de halk felsefesini bugünün sesiyle buluşturuyor. Kirmançkî ve Kurmancî olmak üzere iki lehçede hazırlanan 10 şarkılık albüm, yalnızca sözleriyle değil, kullanılan 14 farklı enstrümanla da güçlü bir sanatsal derinlik taşıyor. Tasavvuf şiirinin evrensel imgelerini, bugünün ruhuyla işleyen sanatçı, albüm için bir de özel cep kitabı hazırladı. Bu kitapta hem şiirlerin orijinal halleri hem günümüz Kürtçesine uyarlanmış versiyonları hem de dinleme linklerine yönlendiren QR kodlar yer alıyor. Hozan Comerd’le yeni albümünü ve ardındaki düşünsel dünyayı konuştuk.
Xozan albümü nasıl ortaya çıktı? Bu fikir nasıl doğdu?
Xozan albümünü sadece bir müzik çalışması olsun diye yapmadım. Bu benim için bir özür, bir vefa borcuydu. Yıllardır anmalara, etkinliklere koştuk ama içimde hep bir eksiklik kaldı. Tasavvuf edebiyatına, kaside geleneğine, o büyük şairlerin dünyasına gerektiği kadar eğilemedim. Melayê Cizîrî, Melayê Batê, Ehmedê Xanî… Onlar sadece şair değil, aynı zamanda filozof. Her kelimeleri bir deniz gibi; içine girdikçe büyüyor, derinleşiyor. Xozan kelimesi 'kendini tanı/kendini bil' demek. Ben de bu çalışmayla biraz kendimi aradım. Köklerime döndüm. Alevi bir ailede doğdum, küçük yaşta medreseye gönderildim. Alevilik, medrese eğitimi ve sosyalist mücadele… Üçüyle birden büyüdüm. Şuna yürekten inanıyorum. Eğer biz bu tasavvuf şiirlerini, bu halk felsefesini yeniden canlandırabilirsek, Kürt sanatında yeni bir yol açarız. Çünkü bizim edebiyatımızda ney de var, aşk da, şarap da, tasavvuf da… Hepsi insanın kendi hakikatini arayışının simgeleri. Rojhilat Kürdistanı’nda yapılan sanatsal çalışmalarda da aşk, şarap ve tasavvuf çok ön planda.
Melayê Batê “Aşiqê zulfa reş im, Aşiqê şeyda ye zulf / Bê bade lew serxweş im, Serxweşê sewda ye zulf / Serxweş im ez vê demê, Keftime tora xemê / Kuştime vê perçemê, Çîçek û re’na ye zulf” (Siyah zülüfün aşığıyım, zülüf de divane bir aşıktır, bundandır şarap içmeden sarhoş oluşum, zülüf de sarhoş ve aşıktır. Ben şimdi sarhoşum, düşmüşüm keder ağına, öldürdü beni yarin perçemi, çiçek misali, gönül alan zülüfleri ile) diyor.
Melayê Batê bu şiiri kızına yazmış. Ama o 'zulf' dediği aslında evrensel bir imge. İnsan onu annesinin saçında da görür, sevdiğinin telinde de, bir gerillanın alnına düşen telde de. Herkesin zülfü başka, ama hissettirdiği duygu ortaktır. Bu yüzden evrensel bir değeri vardır. Her insan bu parçada kendisini bulabilir. Dindar da, dinsiz de. Ama bugün ben bu sözleri Melayê Batê yerine başka birinin şiirinden alıp söylesem, bazıları beni kafir ilan edebilir. Ney, şarap, aşk, şiir ve tasavvuf… Bunlar, edebiyatın en güçlü metaforlarıdır. Özellikle İran edebiyatında da sıkça karşımıza çıkar. Çünkü orada din, sadece kurallar bütünü değil, aynı zamanda duygusal ve estetik bir derinliktir. Saf, katı bir din anlayışından ziyade, yaşamın bütün halleriyle iç içe bir maneviyat vardır.
Mesela, “Ger tu meyfiroş bî û sermest bu yî / Ez jî papendê meyxani me (Eğer sen mey satan ve mest olmuş biriysen, ben de meyhanenin kuluyum.)“
Bu söz sadece bir içki metaforu değil, hakikatin peşinde olanın dünyaya karşı duruşunu anlatır. Ortadoğu şiirinde meyhanesiz, neysiz, aşksız bir şiir bulmak zordur. Bu imgeler isyanın, aşkın, bilgeliğin ve bazen de teslimiyetin sembolüdür. Ehmedê Xanî de benzer bir dili kullanır. Şöyle der: “Saqî tu ji bo Xwedê kerem ke / Yek cur’eyê mey di camê cem ke’’ (Ey Sâki! Allah aşkına Cem’in kadehine bir yudum şarap koyuver)
Oysa bu imgeler bizim kolektif hafızamızda çok derin bir yere sahip. Ve onları yeniden gün yüzüne çıkarmak, hem sanatımıza hem kültürümüze nefes aldıracaktır. Bu albümde o arayışı, o hafızayı müzikle yeniden canlandırmak istedim. Bizim bir şiirimiz, bir ezgimiz, bir geçmişimiz var. Ve ben bu geçmişe bir ses olmak istedim.
Xozan kelimesi anlam olarak oldukça derin. Bu ismi seçmenizin özel bir nedeni var mı?
Bu sadece bir isim değil, aynı zamanda bir çağrı, bir özlemin, bir arayışın adı. Xo-Zan ya da Xwe-Zan, Kürtçede kendini bilmek ya da tanımak anlamına gelir. Ben de bu çalışmayla biraz kendimi aradım, biraz da halkıma kendi sesimi yeniden tanıtmak istedim. Bu albüm, benim için bir yüzleşme, bir özür, bir vefa, bir arayış ve kendini bulma halidir. Albümde yer alan şiirlerin çoğu yüzlerce yıl öncesine ait. Ama o kelimeler hala bizim içimizde yaşıyor. Evrensel imgeler taşıyorlar. Örneğin, Melayê Batê belki o 'zulf’u kızı için yazdı ama biz onu bugün hem bir annenin telinde hem de bir gerillanın alnına düşen saçta görebiliyoruz. Bu evrensellik duygusu beni çok etkiliyor.
Kısacası, Xozan’la hem kendime hem de halkıma 'Gelin, kendimizi yeniden tanıyalım. Köklerimize dönelim' diye seslendim. Çünkü sanat da, direniş de, aşk da kendini tanımayla başlar diyorum.
Albümde Melayê Cizîrî, Pertew Begê Hekarî gibi klasik Kürt şairlerinin dizelerini bestelemek sizde nasıl bir duygu ve sorumluluk oluşturdu?
Bu, tarif edilmesi kolay olmayan, hem çok ağır hem de çok onurlu bir sorumluluk. Çünkü bu isimler sadece şair değil aynı zamanda bu halkın felsefesini, inancını, aşkını, acısını, yani varoluşunu taşıyan büyük düşünürlerdir. Onların her dizesi bir çağ, her kelimesi bir derinliktir. Ben bu eserleri alırken sadece notaya değil, o dizelerin ruhuna dokunmak istedim. Melayê Cizîrî mesela… Onu okuduğumda felsefeyi, trajediyi, aşkı ve mistik bir derinliği bir arada buluyorum. Pertew Begê Hekarî’nin dili ise neredeyse rüzgar gibi. Hem serinletiyor hem savuruyor. Bu dizelere sadece müzik eklemedim. Onları yeniden okumak, anlamak, hissetmek, sonra da saygıyla dile getirmek istedim. Bestelerken tek bir kelime üzerine saatlerce düşündüğümüz oldu. Çünkü biliyoruz ki bu kelimeler, bu şiirler bize ait. Bizi biz yapan şeyler. Kendi kültürümüzün, kendi dilimizin en kıymetli mirasları. Dolayısıyla sadece müzik değil, bir tür hizmet bilinciyle yaklaştım bu çalışmaya.
Ti kê Berbena (Sen Ağladığında) eseri için klip de yaptınız. Şarkıda ağlamaya neredeyse kutsal bir anlam yüklüyorsunuz. Hayatınız boyunca ağır kayıplar yaşadınız. Sizin için ağlamak bir ifade biçimi mi, bir yüzleşme mi?
Ti kê berbena jê çila, zerê mi dê vêsena /Ti kê berbena berbena, dermanê derdê bê dermana (Sen ağladığında bir çıra gibi içimi aydınlatıyorsun ve benim dermansız dertlerim seninle şifa buluyorlar)
Başta söyleyeyim, ben hayatımda pek ağlayamadım. Son zamanlarda biraz ağlamaya başladım. Oysa uzmanlar diyor ki: “Ağlamak sadece bir duygu değil; insanı rahatlatır, içini boşaltır, kalbi arındırır.”
Barış sürecinde Kürdistan’a gittiğimde, Varto’da dört evladını bu mücadelede şehit vermiş bir anneyi ziyaret ettim. Misafiri oldum. Ama görmeliydiniz. Sürekli gülümsüyor, şakalar yapıyor, bulunduğu ortama ışık saçıyordu. İçindeki pozitif enerjiye hayran kaldım.
Gece vakti bana döndü ve şöyle dedi: “Cömerd, şimdi sen diyeceksin ki, dört evladı şehit olmuş bir anne nasıl hep gülüyor? Ama bak, yaşam devam ediyor. Ben her Perşembe günü odamda yalnız kalırım. O gün, o geceyi sadece şehit çocuklarıma ayırırım. Onlarla konuşurum, ağlarım. Gözyaşlarım bana iyi gelir. Sanki hepsi yanımda oturuyormuş gibi hissederim. O günü o geceyi onlara veriyorum ve gözyaşlarımla yıkanıyorum. Sonra sabah olur, uyanırım… Ve benim için hayat yeniden başlar. Bir sonraki Perşembeye kadar, günlük hayatıma devam ederim.”
Bu sözler beni o kadar etkiledi ki, bana o kadar çok şey öğretti ki ifade etmekte zorlanıyorum. O yüzden 'Ti kê Berbena’yı okuduğumda bu duyguyla yaklaştım. Çünkü bazen ağlamak, sessiz bir isyan, derin bir yüzleşme ve kutsal bir direniştir aslında.
Diğer parçalara da klip çekme planınız var mı?
İkinci parça için klip hazırlıkları başladı. Üçüncü klip için de bir düşüncem var ama o da sürpriz olsun.
Prodüksiyon süreci nasıl geçti? Kimlerle çalıştınız? Albüm ekibi nasıl oluştu?
Bu albüm için üç yıl boyunca çok yoğun bir hazırlık sürecimiz oldu. Hakan Akay ile birlikte çalıştık. O sadece bir aranjör değil, aynı zamanda bu müziğin ruhunu bilen, tasavvufa ve Kürt müziğine hakim çok kıymetli bir müzisyen. Onun katkısı çok büyük oldu. Zaman zaman tartıştık, fikir alışverişi yaptık, ama sonunda hep ortak bir noktada buluştuk. Çünkü ikimizin de amacı aynıydı: Bu büyük şairlerin şiirlerine yakışır bir müzik üretmek. Stüdyoda sadece müzik yapmadık, kelimeleri konuştuk, anlamlara eğildik. Bazen bir dize, bazen bir kelime üzerine saatlerce düşündüğümüz oldu. “Bu sözü en doğru nasıl duyururuz?” diye uzun uzun tartıştık. Çok değerli müzisyenlerle çalıştık. 14 farklı enstrüman kullanıldı. Piyano, ney, santur, klasik yaylılar… Hepsi büyük bir özenle yerleştirildi. Bu ekipte yer alan herkes bu albüme yüreğini koydu. Mastering sürecini Stefan Heger yaptı. Fotoğrafı ise Pîroz çekti. Herkesin emeği bu çalışmayı özel kıldı.
* **
Hozan Comerd kimdir?
Xozan sadece bir albüm değil, adeta bir düşünce dünyası sunuyor. Bu içsel yolculuğun sizin hayatınızdaki yeri nedir?
Ben bir Alevi ailesinde doğdum, küçük yaşta medreseye gönderildim. Sonra sosyalist düşünceyle tanıştım. Hayatım hep bu üç çizginin arasında geçti: İnanç, kültür ve mücadele. Xozan işte bu üç damarın buluştuğu yerdir. Sadece müzik değil, bir yüzleşme, bir hatırlama, bir kendini yeniden inşa etme çabasıdır. Albümdeki her eser, beni biraz daha geçmişime, halkıma, inancıma ve içimdeki sese yaklaştırdı. Kendi içimde ne kadar eksik kaldığımı gördüm. O yüzden bu albüm bir sanat çalışmasından öte, benim için bir arınma, bir kendini tanıma çabasıdır.
Tasavvuf şiirine ve düşüncesine olan yakınlığınız nereden geliyor?
Benim tasavvufa yakınlığım çocukluk yıllarıma dayanır. Alevi bir ailede doğdum ama küçük yaşta babam tarafından medreseye gönderildim. Gittiğim evin duvarının bir tarafında saz diğer tarafında Kur’an asılıydı. Bir yanda pirler, bir yanda şeyhler gelirdi. Alevilikle medrese eğitimi iç içe geçti bende. O çelişkiler ve zenginlikler beni derin bir sorgulamaya, anlamaya itti. Sonra sosyalist düşünceyle tanıştım. Yani üç güçlü damar beni besledi: Alevilik, medrese kültürü ve devrimci mücadele. Tasavvuf düşüncesi bu üçünün kesiştiği bir derinlik alanı oldu benim için. Melayê Cizîrî, Melayê Batê, Ehmedê Xanî gibi isimleri okudukça gördüm ki, onların şiirlerinde sadece inanç değil; aşk, felsefe, kahramanlık, doğa, trajedi de var. Yani yaşamın tamamı orada. Bazen bir kelimede bir ömür gizli. Tasavvuf, insanı sadece Tanrı’ya değil, kendine de yaklaştırıyor. İşte ben de bu yolculuğu hem sözle hem müzikle sürdürmeye çalışıyorum.
Albümde 'Govenda Felekî’ye de yer verdiniz. Klasik ve çağdaş eserleri bir araya getirme fikri nasıl gelişti?
Yaklaşık 12 yıl önce, şair Emirali Yağan’ın yakın bir arkadaşı bana şöyle bir şey söyledi: “Emirali, ‘Govenda Felekî’ şiirini keşke Cömert okusaydı, onun sesini çok seviyorum’ dedi.” O dönem çok üzerinde durmadım. Ama Xozan albümünü hazırlamaya başlayınca o şiiri tekrar okudum ve çok etkilendim. “Bu şiiri mutlaka ben seslendirmeliyim” dedim. O sırada Emirali Yağan hastanedeydi, ağır bir kas hastalığıyla mücadele ediyordu. Eşi telefonda yardımcı oldu, biz konuşabildik. Halini hatırını sordum, sohbet ettik. Sonra bana şöyle dedi: “Cömert, benim bir vasiyetim vardı. Bu şiiri senin okumanı çok istiyordum. Bu istek sana ulaştı mı?”
Bu söz beni çok etkiledi. O anı sesli olarak eşi de kaydetmiş. Kısa süre sonra Yağan vefat etti. O vasiyet benim için çok değerliydi. Ailesinden izin istedim, hem eşi hem çocukları memnuniyetle karşıladı. Böylece bu parçayı albüme aldım. İyi ki de almışım. “Govenda Felekî”, albümdeki diğer parçalarla müthiş bir uyum sağladı. Bu eser olmasaydı albüm eksik kalırdı. Emirali Yağan’ı da bu vesileyle bir kez daha anmak isterim. Dersim’de bir şair tanıyorsam, hem akademik hem duygusal olarak, o kişi Emirali Yağan’dır. Herkese saygım var ama onun yeri bambaşkaydı. Hem yazdıklarıyla hem duruşuyla gerçek bir şairdi.