Birleştirici bir felaket: Rap müzik

Kültür/Sanat Haberleri —

Rap Müzik

Rap Müzik

  • Yoksulluk, kenar mahalle gibi mefhumlara bağlı alt kavramların artık ‘cool’ bulunduğu zamanlardayız. 50’ler edebiyatında köy romancılığının ve toplumcu gerçekçiliğin yapamadığını yapmış durumda rap müzik. Adana 01, İzmir Buca, Ankara Çinçin derken, şarkı sözlerinde ortalamanın çok üzerinde kent kültürü söylemine rastlıyoruz. 

BİLGE AKSU

Daron Acemoğlu ve James A. Robinson’ın birlikte yazdığı Ulusların Düşüşü’nde, gelişmiş ve gelişmemiş ülkelerle alakalı bazı tespitler mevcut. Özellikle Tüfek, Mikrop ve Çelik’te üzerinde durulan ‘coğrafya kaderdir’ anlayışına modern bir yerden karşı çıkılıyor. Jared Diamond’ın düşüncesine göre, ilk çağdan bu yana çeşitli toplulukların refaha ulaşma şansları, yaşadıkları coğrafyayla doğrudan ilişkiliydi. Acemoğlu ise bu fikre karşı çıkıyor. Ona göre refahı ve gelişmişliği etkileyen en önemli ve belki de tek unsur yönetim şekli. 38 derece enleminin kuzeyi ve güneyi arasındaki farkı buna örnek gösteriyor. Güney Kore refah içinde yaşarken, Kuzey Kore’nin geri kalmışlığı yönetilme biçimleriyle alakalı diyor Acemoğlu. Yine Meksika ve ABD arasındaki farklılıklara da dikkat çekiyor ve refaha ulaşmayı, batılı ve liberal dünya görüşüne endeksliyor.

Belli noktalarda haklılık payı bulunsa da bu düşünceyi sorgulamak mümkün. Daron Acemoğlu’nun hiç İstanbul’u gezmediğini, hiç metrobüse binmediğini, Şirinevler ve Ataköy arasında durup iki yana hiç bakmadığını düşünmek de… 

O tarafın köpeği bile daha mutlu!

Aynı ülkede, aynı şehirde, aynı cadde üzerinde yan yana duran iki mahallenin birbirinden bu denli farklı olmasını neye bağlamalıyız bilmiyorum. Tarihi, sosyolojik, ekonomik, politik birçok yönden bakılabilir. Şirinevler ve Ataköy arasında durup baktığınızda, bir yanda abartılı neon ışıklarla doldurulmuş sokakları, üst üste binmiş reklam tabelalarını, bakımsız binaları ve telaşlı halde yürüyen insanları görüyoruz. Diğer yandaki Ataköy’de ise nizami siteler, peyzajı yapılmış bahçeler, geniş yürüme yolları ve telaştan uzak insanlar göze çarpıyor. 140 Journos oluşumunun kısa belgesel videosunda konuşan Şirinevler esnaflarından birinin dediği gibi: “O tarafın köpeği bile bu taraftakinden daha mutlu!”

Biz tabii Türkiye’de yaşayan ve büyüyenler olarak bu sınıfsal uçurumun içinde bulunduk bir zamanlar. AKP’nin yeni eğitim politikaları gereğince özel okulların bu denli artmadığı, yalnızca elit ve sınırlı bir kesimin özel okulda okutulduğu 90’lar ve öncesinde, ülkenin birçok farklı kesimi okullarda bir araya gelirdi. Bazı yeşilçam sahnelerinde parodilerine de rastladığımız bu ortam, okuldan çıkıp eve dönene kadar herkesin ‘aynı sınıfta’ olduğu bir ortamdı. En azından görüntüde böyleydi. Dikkatli bir göz, yan yana duran iki üniforma arasındaki sınıfsal farkı yine anlayabilirdi elbette. Renkleri, aksesuarları, şekilleri ne kadar aynı olsa da, kumaşının kalitesinden, deterjanının niteliğine kadar birçok unsur, zaman içerisinde bu farkı öne çıkarırdı. Yine de bunlara rağmen, orta-üst kesim ve alt sınıf aynı okullarda buluşur ve birlikte zaman geçirirdi. 

En çok talep gören müzik türü rap

Yeni Türkiye’de yavaş yavaş bu durum ortadan kalktı kalkmasına ama sınıfları bir araya getiren unsurlarda da bir artış yaşandı. Günümüzün en çok talep gören müzik türü rap, bunlardan biri. Esasen hiphop kültürünün ABD’deki yansımalarına bakıp konuşursak zaten bu müzik yoksullara hitap ederek ortaya çıkmıştı. Bu yüzden eskiden beridir rap ve hiphop denince akla sokak kültürü geliyordu. Türkiye’deki ilk denemeler 90’larda ortaya çıktığında, gurbetçi Cartel ve Karakan gibi oluşumların sözlerinde bunları görmek mümkündü. Daha sonra Sagopa Kajmer ve Ceza’nın başını çektiği başka oluşumlarda da benzer güftelere rastladık. Elbette bunların hiçbiri, bilinçli bir sınıfsal çatışmayı işaret etmiyor, yalnızca sokağın içinden gündelik izlenimleri aktarmakla yetiniyordu. Yani öyle işçi sınıfı birleşsin, yoksullar ayağa kalksın nevinden söylemlere rastlamak pek mümkün değildi.

Rap müzik 2000’ler ortasındaki bu ilk zirve deneyimini uzun süre yürütemedi. Yaklaşık 10 yıllık bir duraklama dönemi yaşadı. Bu süreçte Ceza, Sagopa, Ayben, Kolera, Kayra, Norm Ender gibi birçok isim albümler çıkarmaya ve üretmeye devam etseler de rap müziğin bir furya haline gelmesi Ezhel’in ortaya çıkışından sonraydı. Daha önceleri Ankara’da, yine alt kültürün sahiplendiği türlerden reggae ağırlıklı çalışmalar yapan Ais Ezhel, bir yandan çeşitli şarkıcıların albümlerine konuk olarak katılıyor ve onlarla beraber rap şarkıları icra ediyordu. Fakat 2017’de ismindeki Ais kısmını atıp Ezhel adıyla piyasaya çıktığında Türkiye’de rap müziğin kitlelere ulaşması şaşırtıcı ölçüde hızlandı.

 

 

Gazapizm daha bilinçli ve politik

Rap müzik, kitlelere ulaşırken birçok farklı anlayış ve biçime ayrılıp tabana yayılsa da, geniş perspektiften bakıldığında birçok sanatçıyı kapsayan bir temadan asla vazgeçmedi. Sokak edebiyatı diye de adlandırılan şarkı sözlerinde genellikle kenar mahalle yaşantısını, yoksulluğu, kültürel ve sınıfsal farkları işledi yazarlar. Gazapizm gibi daha bilinçli ve politik yaklaşımlar da gördük, yalnızca bir zengin nefreti vurgulayanlar da. Bu ikincisini ayrıca tartışmak gerek fakat zengin nefret dediğimiz olgu genellikle politik bilincin eksik olduğu bir yaklaşım gibi görünüyor. Sebepler, sonuçlar, çözümler öne sürülmeden yalnızca olanı betimlemenin bir faydası olmadığı görüşü hakim. Bu açıdan Gazapizm ve benzer sanatçıları sahiplenen kitlenin daha politik ve aktivist olduğunu söylemek mümkün.

Yazının başındaki tespite dönersek, en kısa yoldan şunu söyleyebiliriz: Şirinevler ve Ataköy’ün bir araya geldiği en eğlenceli şey rap müzik olsa gerek. Son dönemde TikTok gibi mecralarda da gördüğümüz üzere, halkın çok farklı kesimleri bu müziklerle kendilerini ifade edip bir kimlik oluşturma peşinde. Yine okullar da bunu gözlemlemek için oldukça uygun. Farklı mahallelerden gelip aynı çatı altında günlerini geçiren Z Kuşağının ortaklaştığı en önemli şey rap müzik. Bu açıdan bakıldığında, Türkiye özelinde daha evvel gerçekleşmemiş bir durum olabilir bu.

Fabrika Kızı, Tamirci Çırağı

Müziğin sosyolojisi üzerine konuşulduğunda akla ilk gelen şey arabesk oluyor malum. 70’li yılların hızlı göç hareketleri kendi gettolarını yarattığında, TRT’nin sürdürdüğü batı müziği politikası bu kenar mahallelerde yaşayanlar için müzikte de bir getto yaratılmasının önünü açmıştı. Köyden kente gelen kitleler, halk müziği janrına daha yakın duyulan bu yeni türe çok kolay alışmış, zamanla yoksulluğu da, gurbeti de, işçiliği de arabesk altyapılı şarkılarda işlemeye başlamıştı. Fabrika Kızı, Tamirci Çırağı gibi kültleşmiş şarkılarda sınıfsal farklılıklar oldukça vurucu şekillerde karşımıza çıkarken, Müslüm Gürses ve Ferdi Tayfur gibi isimlerin gurbetçilik, göç gibi mefhumları hem yoksulluk penceresinden hem de kaderci bir yaklaşımla ele almaları da epey beğenilmişti. Bu döneme baktığımızda iki ayrı İstanbul’a rastlarız. Ajda ve Semiramis kardeşlerin öncüsü olduğu aranje müziklerle kentli sınıfa hitap eden şarkılardaki İstanbul boğaz kenarını, yazlık nahiye konumundaki Anadolu yakasını ve seçkin gazinoları çağrıştırırken; diğerleri gecekondularla dolup taşan, insanların yaşam savaşı verdiği mutsuz bir İstanbul’u anlatır. Kentteki ayrım müziğe de olduğu gibi sirayet etmiş ve kitleleri daha en başından birbirinden uzak tutmuştur. 

 

 

Günümüz rapi tuhaf bir yerde

Günümüz rapi ise bu konuda epey tuhaf bir yerde. Artık aynı sanatçının hem lüks ve şatafattan bahsettiğini hem de sokak edebiyatından vazgeçemediğini görüyoruz. İş ararken vesikalık çektirmek için fotoğrafçıya gidip gülümsemeyi bile beceremeyen Çakal’ın, başka bir şarkısında arabasını valeden aldıracak birilerine ihtiyaç duyması gibi mesela. Ya da kendini rapin Dan Bilzerian’ı addeden Anıl Piyancı’nın, Kara Para şarkısındaki orta sınıf eleştirisi de bunu düşündürüyor. Bir başka açıdan, Ezhel’in Pavyon ve Şehrimin Tadı gibi şarkılarındaki çarpıcı getto içerikleriyle Küvet şarkısının durduğu yerin farkına bakabiliriz. Elbette bunlar minimal ve sanatçının tercihine dayalı örnekler. Fakat genel çerçeveye baktığımızda, rap müziğin sınıfları ayrıştıran değil birleştiren bir yerde durduğunu görüyoruz. Bunun iyi ve kötü yanları var. Sokak edebiyatını plaza çocuklarına dinletmek belki bir başarıdır. Böyle bir türe dikkat kesilindiği dönemde insanların Gazapizm sertliğindeki sözlere kulak kabartması da öyle. Öte yandan ise bu ayrımı yapmaya gerek görmeyen bir bilincin oluştuğu da göz ardı edilemez. 

Yoksulluk, kenar mahalle gibi mefhumlara bağlı alt kavramların artık ‘cool’ bulunduğu zamanlardayız. 50’ler edebiyatında köy romancılığının ve toplumcu gerçekçiliğin yapamadığını yapmış durumda rap müzik. Adana 01, İzmir Buca, Ankara Çinçin derken, şarkı sözlerinde ortalamanın çok üzerinde kent kültürü söylemine rastlıyoruz. Ama bunun en büyük handikapı da, dinleyici kitlesinin her şeyi almaya ve kabullenmeye hazır tutumunun etkisiyle, böylesi kavramların içinin boşalması oluyor. Trafik ışıklarında beklerken ‘Cebimizde hiç para yok, süpermarketleri soyalım’ tarzı lirikleri yüksek perdeden etrafa yayan lüks araçların çokluğu, bana bunu düşündürüyor en azından.

Öfkeyi doğru kanalize etmek

Ulusların düşüşü ne coğrafyaya, ne kadere, ne yönetim biçimine bağlı. Ulusların düşüşü en çok, onu oluşturan kitlelerin kendilerini tanımamalarına ve sınıflarına yabancılaşmalarına bağlı. Ataköy ve Şirinevler’i birleştiren rap müzik, aynı zamanda Şirinevler’deki gencin kendini Ataköy’dekinden çok da farklı hissetmemesine yol açıyor. Neticede caddenin iki tarafında da herkes aynı müzikleri dinliyor. Birinin metrobüsle, diğerinin özel araçla işe gitmesinin bir önemi yok. Çünkü gittikleri iş yerleri de aynı. Ataköy’deki üst düzey yöneticinin çayını, Şirinevler’deki genç getiriyor ve yöneticinin bilgisayarından yayılan müzikle çay ocağında duyulan müzik aynı. Böylesi bir ortamda bu kitleye ulaşmak ve öfkeyi, bilinci doğru yerlere kanalize etmek, tarihi bir sorumluluk olarak karşımızda durmaya devam ediyor.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.