Bu kadar sınırsız düşmanlık olur mu?

Dosya Haberleri —

QSD / foto:AFP

QSD / foto:AFP

  • Herkes "Aleviler iktidardaydı, BAAS rejimi Alevilere dayanıyordu diyordu" ama katliamlar sürecinde görüldü ki aslında Suriye'nin en örgütsüz bırakılan kesimi Alevilerdir. BAAS rejimi bütün işleri devlet egemenliğinde yürütmüştü. O devlet çökünce Aleviler ortada kaldı.
  • Anayasal güvence sağlanana kadar, yeni bir Suriye kurulana kadar, QSD bölgesinde kalıp güvenliği sağlayacaktı. Mevcut yapısı korunacak ama Suriye ordusunun bir parçası olacaktı. Şimdi QSD’nin boğazına basıyor, Kürtlere 'hadi teslim ol, hadi devret, hadi katıl diye sıkıştırıyor', tehdit ediyor.
  • Türkiye açıktan diyor 'ben her şartta HTŞ'yi desteklerim.' Erdoğan ‘Kılıç kınından çıkarsa kalemin kelamın hükmü kalmaz’ diyor. Bu kadar gaddar, bu kadar acımasız, bu kadar yıkıcılar. Kürt-Türk kardeşliği derken bile Kürtleri yok etmenin hesapları yapılıyor.

MUZAFFER AYATA

Suriye’de BAAS rejimi, yıkılması ağır bir iç savaş sonrası beklenmedik biçimde hızlı ve kolay oldu. Yıkılış sürecinde fazla kan dökülmemesi de büyük bir şans ve kazanımdı. Ama HTŞ’nin Şam’da olması ve kendisini bu işin merkezine koyması toplumun iyimser olmasını önlüyordu. HTŞ’nin kanlı geçmişi, dine ve bir mezhepçi bir yapıya dayanması endişeleri artırıyordu. En önemli sorun da demokrasiye karşı olmasıydı.

İlk günlerde her şeye rağmen halk umutluydu. Baskı rejiminin yıkılması az şey değildi. Yerine neyin kurulacağı bilinmese de iyimserlik vardı. Nasıl olsa herkes BAAS zulmünü yaşamış ve öyle bir sisteme dönmek istemeyecekti. Ancak bu iyimserlik giderek dağıldı. Çünkü HTŞ Ortadoğu’dan, Asya’dan vb. devşirilen silahlı grupları dağıtmadı. Yaptıkları açıklama da zaten devrimci durumun sona erdiği ve devletin kurulacağı yönündeydi. Tasarladıkları devlet de mezhepçi ve katı merkezi bir devlet olacaktı.

Suriye’de etkili olan güçlerin başında ise Türkiye geliyordu. Onun da önceliği Kürtlerin kazanımlarını ortadan kaldırmak ve tasfiyesini sağlamaktı. Bu açıdan askeri olarak da ilk aylarda özerk bölgelere saldırdılar. Çetelerini öne sürseler de savaşı yürütenin Türkiye olduğu açıktı. Tişrîn Barajı çevresinde uzun ve kanlı bir savaştan sonra kısmi bir sessizlik sağlandı. Ama Türkiye, HTŞ’yi yönlendirmeye ve Suriye’yi denetimine almayı sürdürdü. Türkiye bugün de günlük olarak HTŞ’yi yönlendiriyor, Suriye’yi yönetiyor. Türkiye bütün yatırımını HTŞ’ye yaptı. Onun için bu seçeneğin hakim olması için her şeyi yapıyor.

Öyle ki, HTŞ güçleri Alevilere karşı saldırılar yapıp işi katliamlara vardırdığında bile Türkiye onu destekledi. Ona karşı bir tek eleştiri ve kınama yapmadı. Aynı şey Dürzilerin başına getirildiğinde de Erdoğan yönetimi HTŞ’yi destekledi. Katliamlar, yakıp yıkmalar, yağma, kadın kaçırmalar yok sayıldı, olağanlaştırmaya çalışıldı. Hep Şam hükümetine karşı olan güçler suçlandı ve HTŞ’ye destek tazelendi.

Ben yaptım, oldu mantığı

HTŞ, 10 Mart'ta QSD ile imzalanan mutabakatı dikkate almadı, hiç uygulamadı. Mutabakat’a göre Suriye'nin genelinde ateşkes yürürlüğe girecekti. Kürtler, anayasada asli unsur sayılacak ve güvenceye alınacaktı. Mutabakat’tan sonra geçici hükümetin ilan ettiği anayasada bu güvencelere hiç değinilmedi, Kürtlere yer verilmedi. Son derece anti-demokratik, tek kişi, din esaslı bir metin yayınladılar. Cumhurbaşkanlığı seçimini kendi kendilerine yaptılar. Topladıkları kongreyi kendi kendileri belirlediler, kurdukları geçiş hükümetini kendileri tayin etti. Yani Suriye'nin yeniden yapılanması; siyasi sisteminin oluşturulmasına, partiler, siyasi güçler, farklı halklar ve inançlar dahil edilmedi. Bunlar yok sayıldı. Ben yaptım, oldu mantığı hakim oldu.

 

HTŞ/ foto:AFP

 

Amaç devleti ele geçirmek

Batılı güçler de bu gelişmelere seyirci kaldı denebilir. Ağırlıklarını koymadılar. Amerika, İngiltere ve Fransa Suriye’yle daha çok ilgiliydi. Halbuki daha önce Suriye ile ilgili alınmış Birleşmiş Milletler kararları vardı. 2254 nolu kararda Suriye'de bütün tarafların, güçlerin katıldığı, demokratik, uluslararası kurallara göre bir seçim yapılacaktı. Suriye rejimi "Yakın zamanda seçim yapamayız, olanaklarımız yok. Halkın önemli bir kesimi göçmüş. Seçim hazırlıkları için 5-6 yıl gerekir. Seçim yasaları çıkarılacak, partiler yasaları çıkarılacak" dedi. Yani süreci zamana yayıp, tek başına devlete oturmak; devleti ele geçirmek, katı, merkezi bir yönetim, BAAS’tan daha geri, daha tekçi, daha baskıcı, aslında karartılmış bir siyasi ortam yaratmak istediler. Hedefleri böyleydi. İşte etkili olan güçler de adeta HTŞ’ye mahkûm olmuş gibi hareket ettiler. Yani yerine başka güç yok koyamıyoruz, diye atıl kaldılar.

Bir katliam tezgahlandı

İlginçtir, herkes "Aleviler iktidardaydı, BAAS rejimi Alevilere dayanıyordu diyordu" ama katliamlar sürecinde görüldü ki aslında Suriye'nin en örgütsüz bırakılan kesimi Alevilerdir. BAAS rejimi bütün işleri devlet egemenliğinde yürütmüştü. O devlet çökünce Aleviler ortada kaldı. Dışarıdan da destekleyen hiçbir güç olmadı. Kendi içlerinde de örgüt geleneği, kültürü, birikimi yoktu. Dolayısıyla Alevi bölgeleri en fazla güvenlikten yoksun, saldırılara açık bir bölge oldu. Zaten HTŞ, BAAS artıkları diye bir gündem yapmıştı. BAAS'çıları kovalama, tutuklama gibi bir gerekçeyle Alevilerin üzerine güç gönderdi, çıkan olaylardan yararlanarak, kapsamlı geniş bir katliam tezgahladı. Amaçları Alevi toplumunu göç ettirmek, sindirmek, teslim almak, iradesini kırmak, kendi önünde bir engel olmaktan çıkarmaktı. Ayrıca gözü kara biçimde intikamcı da yaklaştılar. Yani BAAS rejimine bağlı kaldıkları için ezmek istediler. Halbuki Aleviler BAAS rejiminde en fazla örgütsüz bırakılan kesimdi.

 

foto:AFP

 

Türkiye ve HTŞ işbirliği

Dürzi sorunu çıkınca aşiretleri kışkırtarak bölgede karışıklık yaratıp güç göndermek istediler. Bunu da Amerika ve İsrail’le anlaşarak tepkileri çekmemek için, "Güvenlik güçleri gönderiyoruz, asayişi sağlayacağız" adına yapmaya çalıştılar. Ama çatışmalar olunca, orada da HTŞ’nin elindeki çetelerin gerçek yüzü ortaya çıktı. Katliam, yağmalama, şehirleri, köyleri ateşe verme, kadınları kaçırma gündeme geldi. Savaş suçu ve soykırım kategorisine giren bütün suçların işlendiğini gördük. Birkaç gün içinde binlerce insan katledildi. Ancak İsrail’in müdahalesiyle bu katliamlar durduruldu. Şimdi Türkiye ve HTŞ, Dürzileri 'İsrail ajanları', 'Bunların birçoğu haindir' diyerek suçluyor ama Dürzileri onların kucağına iten kendileri oldu. HTŞ adil bir yönetim mi kurdu? Demokratik hukuk sistemi mi kurdular? Hayır. Dürzilerin üzerine güç gönderip katlettiler. Dürziler doğal olarak can havliyle kim onlara el uzatırsa karşılık verecekti. Hem katlet hem de niye başka güçlerle ilişki kuruyorsun diye suçla!

HTŞ cesareti Türkiye'den alıyor

HTŞ, Orta Asya’dan Uygurlardan, Çeçenlerden tutalım, Afganistan, Afrika'ya kadar on binlerce silahlı, fanatik, kafa kesen, kadını ganimet kabul eden vahşi grupları harekete geçirdi, halkın üzerine sürdü. Çoğu Suriyeli değil, Suriye halkıyla ilgili kaygıları da yok. Demokratik kültürleri, gelenekleri yok. Öl, öldür üzerine siyaset yapıyorlar. Dolayısıyla Suriye'de herkes için bir can güvenliği sorunu ve yaşam tehlikesi ortaya çıktı. Dürzi katliamından sonra Batılılar da tedirgin oldu, biraz uyandılar, onlar sandı ki Ahmet Şara herkese evet derken; "Biz değiştik, artık batıya ters düşmeyiz, İsrail için tehdit olmayız, Arap rejimlerine rejim ihraç etmeyiz, uyum içinde kalırız" Trump'la gidip görüşürken az kalsın İbrahim Antlaşması'nı imzalayacaktı. Öyle bir hava verdi ama pratikte sahada istediği gibi at koşturdu. Kendini örgütlüyor. Diğer bütün çevreleri dışlıyor. Bunda en büyük cesareti Türkiye'den alıyor.

 

 

Kürtler hedef alındı

Şu gerçeği her zaman vurgulamak gerekir; Türkiye isteseydi, Suriye'de yapıcı, olumlu bir rol oynayabilirdi. Yani siyasi zemin, sosyoloji, dengeler, buna müsaitti. Türkiye zaten askeri gücünü Suriye’ye sokmuştu, bazı bölgeler ellerindeydi. Bir sürü silahlı grubu kendine bağlı çalıştırıyor, harekete geçiriyordu. HTŞ ile ilişkileri ileri derece iyi ve HTŞ, Suriye’nin tümüne hakim değil. Eğer Türkiye Kürtlerle iyi bir diyalog kursaydı demokratik Suriye’nin önünü açmış olacaktı. Şimdi, 'PKK varlığına son veriyor, silahlı mücadeleyi sonlandırıyor. Kürt-Türk kardeşliği kuracağız' diyor. Eğer bu espriyle Suriye'ye yaklaşsaydı, Suriye'deki Kürtleri, özerk bölgeyi yanına alsaydı, HTŞ ile birlikte, demokratik bir Suriye'nin temelini atabilirdi. Dürziler de Aleviler de buna açıktı, kimse demokrasiye karşı değildi ama Türkiye bütün kozlarını HTŞ’den yana kullandı ve Kürtleri hedef aldı, saldırdı, muhatap almadı, terörist olarak lanse etmeye devam etti. Çatışmaların durduğu dönemde bile sürekli tehdit dilini kullandılar. 10 Mart Mutabakatı’nı aslında Kürtlere saldırmanın, bir savaş kapısı olarak kullanmanın metnine dönüştürdüler. Aynı şeyi HTŞ'ye de yaptırıyorlar. Diyor ki işte QSD dağıtılacak, ordu içinde eritilecek. Halbuki Mutabakat imzalandığında böyle bir madde yoktu. Heyetler bir araya gelecek, QSD ve karşı taraftan uzmanlar görüşecek ve birleşme nasıl olacak üzerinde tartışacak ve bir anlaşmaya varacaklardı. Yani QSD’nin varlığı yok edilerek bir birleşme olmayacaktı. QSD, Suriye ordusunun bir parçası olacaktı. Anayasal güvence sağlanana kadar, yeni bir Suriye kurulana kadar, QSD bölgesinde kalıp güvenliği sağlayacaktı. Mevcut yapısı korunacak ama Suriye ordusunun bir parçası olacaktı. Şimdi QSD’nin boğazına basıyor, Kürtlere hadi teslim ol, hadi devret, hadi katıl diye sıkıştırıyor, tehdit ediyor.

QSD saldırı gücü değil, savunma gücüdür

Bu tehditler ve politika Türkiye'de Türk-Kürt kardeşliği projesinin içini boşaltıyor. Çünkü bu QSD düşmanlığı PKK kimliğinden kaynaklı. QSD, PKK'nin bir koludur, PKK'dir, teröristtir, yok edilmelidir" diyor. QSD, PKK’den sayılıyor ama PKK ile anlaştınız, PKK varlığına son verdi, PKK Türkiye'ye karşı silahlı mücadeleye son verdi. QSD’nin Türkiye'ye karşı bir silahlı mücadele kararı var mı? QSD, Türkiye'de faaliyet yürütüyor mu? Hayır. QSD ağır bir iç savaşta, Kürt ve bölge halkının kendisini savunma ihtiyacından doğdu. DAİŞ, Rakka'dan, Dêrezor'dan, Minbîc’ten, Arap bölgelerinden çıkarılınca, Kürtler-Araplar ortak hareket ettiler. Bu koalisyonla birlikte oldu ve QSD'nin tümü Kürtlerden oluşmuyor. Bütün halklardan insanlar var. Özcesi QSD bir saldırı gücü değil, bir savunma gücüdür.

Arap aşiretler kışkırtılıyor

Türkiye gelip Suriye'ye girdi, yıktı, yaktı, göçertti, etnik temizlik yaptı, düşmanlık yaptı. Bütün dünyada QSD’yi terörist ilan etmeye çalıştı. Amerika’nın, Avrupa'nın adeta başına bela oldu. İsveç, Finlandiya'nın NATO'ya girmesinde bile götürüp QSD’yi pazarlık masasına koydu. Terörist ilan etsinler, desteğini kesinler diye. Düşmanlığı tek taraflı, sınırsız yapan Türkiye'nin kendisidir. Şimdi Suriye'de herkes "savaş bitsin, halk savaşa doydu, ülke yıkıldı" diyor. HTŞ, Suriye’yi yönetme yeteneğini gösteremiyor, ambargolar kalktı ama ekonomik durumda düzelme olmadı. Halk açlık, işsizlik, yoksulluk, güvensizlik girdabında debeleniyor. Boğulmamaya, yaşam mücadelesi vermeye çalışıyor. Buna rağmen şimdi Türkiye, HTŞ'yi, bazı çevreleri Arap aşiretleri adına örgütleyerek, elindeki SMO dediği güçleri özerk bölgeye saldırtarak, karışıklık çıkararak yıkmaya çalışıyor. Her gün Kürtler, Özerk Yönetim tehdit ediliyor.

 

 

Demokrasi kültürü yok

Bu güçler eğer Özerk Bölge’ye, Kürt bölgelerine saldırtılırsa Gazze'de, Dürzilere yapılanların hepsi gölgede kalır. Türkiye açıktan diyor, ben her şartta HTŞ'yi desteklerim. Erdoğan ‘Kılıç kınından çıkarsa kalemin kelamın hükmü kalmaz’ diyor. Bu kadar gaddar, bu kadar acımasız, bu kadar yıkıcılar. Kürtler bu dünyada size hangi bir kötülüğü yapmış? Nasıl bu kadar düşmanlaşırsın? Böyle hastalıklı, zehirli düşünceleri Türkiye toplumunun da üzerine sıçratarak her gün, Kürtler Suriye’yi bölecek, Kürtler Amerikan'ın piyonu, Kürtler İsrail'in piyonu, Kürtlere takılmadık sıfat ve kulp bırakmadılar. Kürtler bir türlü insan olamadı. Bir türlü tarih, kültür, dil, varlık olarak kimlik bulmadı. Bir türlü dünyalarında, o kafalarında yer bulamadı. Kürt-Türk kardeşliği derken bile Kürtleri yok etmenin, yok saymanın hesapları yapılıyor. Bu kadar sınırsız düşmanlık olur mu? Doçent, profesör diye insanları televizyonlara çıkarıyorlar, dilleri zehir saçıyor. Türk halkını zehirliyorlar.

DAİŞ-HTŞ birbirine karışmış

Amerika ve İngiltere gibi devletler halka ne istiyorsun, senin için hangisi daha iyi diye sormuyorlar. Hepsi kendi siyasi, diplomatik hamlelerini yapıyor, kendi nüfus alanlarına göre adımlarını ayarlıyor, ayak altına giden yine Suriye halkıdır. Boşa giden özgürlük ve demokrasi hayalleridir, boşa çıkarmaya çalışıyorlar. Rejim yıkıldı halk çok umutlandı ama şimdi bunun yerini kaygılar, korkular, belirsizlik aldı. Rejim yıkıldığında Irak korkuyordu, tedirgindi ne olacak ne yapacaklar diye. Şimdi biraz daha rahatlamışlar. Sınırlarını tutmaya çalışıyorlar. Ama bir yandan da korkuları gerçekleşti. DAİŞ güçlendi. Özellikle özerk yönetime karşı daha çok kışkırtıldı. Aslında bazı yerlerde DAİŞ-HTŞ birbirine karışmış durumda. Kimi nasıl tanımlayacaksın, içinden çıkamazsın. HTŞ’nin içinde de çok sayıda DAİŞ’li var.

 

 

Örgütlü mücadele gerekiyor

Bu çalkantılı ve kaos içindeki bölgenin barışa, demokrasiye ihtiyacı ekmek ve sudan fazladır. Ortadoğu’nun her taraftan daha fazla birliğe, demokrasiye ihtiyacı var. Bölgenin tarihi geçmişine en uygun projeyi Önder Apo sundu. Demokratik Toplum projesi ulusların silahla, savaşla, kan dökmeden demokratik çerçevede ortaklaşmasını, birleşmesini, sorunlarını barış ve diyalogla çözmesini öneriyor. Bunun içini demokratik bir yapılanmayla, toplumsallığı geliştirmekle dolduruyor. Asıl olan devlet değil toplumdur, asıl olan insandır. Demokratik ulus paradigmasında birey ve toplumun özgürlüğü, örgütlülüğü esası alınıyor. Buna toplumların ekonomik yapısı da dahildir. Bu coğrafya kaynaklarıyla oldukça zengindir. Halkların bu kadar açlık ve yoksulluk içinde olması tamamen yönetim yapılarından, sistemlerinden kaynaklıdır. Bu açıdan demokratik seçeneğe daha çok ağırlık vermek, daha etkili ve örgütlü çalışmak ve mücadele gerekiyor. Ortadoğu mevcut haliyle böyle bir kaos aralığındadır. Suriye ve İran gibi ülkelerde her an yeni karışıklıklar ve çatışmalar olabilir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.