Çocuklar sermayeye teslim

Toplum/Yaşam Haberleri —

Çocuk işçi

Çocuk işçi

  • MESEM uygulamasıyla çocuk işçiliği yasallaştırılıyor, resmileştiriliyor. Böylece sermayeye, haftanın 4-5 günü asgari ücretin üçte birine çalışan, en ağır koşullara meslek öğreniyor kisvesiyle maruz bırakılan, hayatlarından edilen bir iş gücü yaratılıyor. Üstelik bu öğrencilerin ücretlerinin üçte ikisini de devlet ödüyor.
  • Bu yıl 87 çocuk çalışırken hayatını kaybetti.  Son 12 yılda toplam 770 çocuğun iktidarın cinayetler silsilesinde hayatını kaybetti. Yoksulluğu ortadan kaldırmak yerine çocukları ucuz işgücü olarak sermayenin hizmetine sunmak iktidarın ekonomik-politik bir tercihi.

MIHEME PORGEBOL

Geçmişte Endüstri Meslek Liseleri aracılığıyla, ardından Organize Sanayi Bölgelerinde kurulan teknik liseler üzerinden yapılan çocuk emeğinin sömürüsü, bugün de Mesleki Eğitim Merkezleri (MESEM) aracılığıyla devam ediyor. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisi verilerine göre son 12 yıl içinde en az 770 çocuk iş cinayetine kurban giderken, bu yıl içinde 87 çocuk iş kazasında hayatını kaybetti. TÜİK verilerine göre Türkiye’de işçileştirilmiş çocuk sayısı 850 bin iken bu rakam sendikaların verilerine göre 2 milyonu geçiyor. Yaz aylarında ise sayı ikiye katlanarak 4 milyonu buluyor. Çocuk emeğinin devlet kontrolünde piyasaya sürülmesi için eğitim sistemine dahil edilen MESEM’lerde 2024-2025 eğitim-öğretim yılı verilerine göre 392 bin 887 çocuk eğitim görüyor. DEM Parti Emek Komisyonu Sözcüsü Sevtap Akdağ’la MESEM’leri, Türkiye’de çocukların işçileştirilmesi ve iktidarın bu alandaki politikaları üzerine konuştuk.

MESEM’lere varana kadar Türkiye’de devlet eliyle teşvik edilen çocuk işçiliğinin genel bir tablosunu çizebilir misiniz?

Öncelikle çocuk işçiliği değil de işçileştirilmiş çocuk demeyi yeğlerim. Çocuk olmanın doğasının işçi olmakla bağdaşmayacağının farkındalığını ortaya koymak için. Çocuk bedeninin sömürü ilişkileri içinde tanımlanmasına itirazı ifade edebilmek için. Çocuk için doğal olan oyundur, eğitimle, sosyal ortamla hayata hazırlanmaktır, ancak çocuklar sistemik bir zor yoluyla işçileştirilmektedir. Bu sistemik zor da çoğu kez yoksulluktur.

Türkiye’de üretim sisteminin zaten büyük çoğunluğu kayıt dışı iken çalışmak durumunda bırakılan çocukların net sayısını tespit edebilmek mümkün değil. Ama bugün TÜİK’in verilerinde dahi çocuk işçi sayısının 850 binden fazla olduğu görülüyor. Sendikaların verilerine bakıldığında ise bu sayı 2 milyonu, yaz aylarında 4 milyonu geçiyor. Yani Türkiye’de her beş çocuktan biri, oğlan çocuklarının ise üçünden biri işçileştirilmiş durumda. Bu veriler yalnızca 15-17 yaş arasındaki çocukları kapsıyor. 15 yaş altında çalışmak zorunda bırakılan çocuklara dair ise 2020’den beri herhangi bir veri paylaşılmıyor. Bu rakamlar nasıl büyük bir sorunla karşı karşıya olduğumuzu da gösteriyor. Her açıdan çok daha savunmasız durumdaki çalışan çocuklar, hem yoğun, sınırsız sömürüye hem de iş koşullarının açığa çıkardığı ciddi yaşam risklerine maruz kalıyor. Çalışırken ölen çocuk bedenlerin sayısı iş cinayetleri skalasında ciddi bir rakama denk geliyor. O ağır koşullarda hayatlarından çalınan çocuk olma hakkını hiç konuşamıyoruz bile.

Devlet bakış açısı doğrultusunda değerlendirdiğimiz zaman YİBO’lar, EML’ler, MESEM’ler gibi, eğitim politikaları bağlamında birçok sömürü ve hukuksuzluğa sebep olan proje ve uygulamaları nasıl değerlendirmek gerek?

Burada öncelikle görmemiz gereken bir şey varsa o da eğitim sistemine dahil edilmiş bu uygulamaların hepsinin hedef kitlesinin yoksul çocuklar, yoksulların çocukları olduğudur. Yani öncelikle sınıfsal bir ayrıştırmadır. Bir an önce haneye ekmek parası getirme zorunluluğudur aileleri ve çocukları bu okullara yönlendiren. Bu zemin üzerine yükselen meslek liseleri, çıraklık okulları ve son icat olan MESEM’ler ucuz işgücü yetiştirme ve/veya çocukları ucuz işgücü olarak çalıştırma esasına göre şekillenmiştir.

Eğitim kamusal ve herkes için eşit ulaşılabilir bir hak olmaktan çıkarılmış, sınıfsal konumlara göre kategorize edilmiş ve sermayenin ihtiyaçlarına göre tasarlanan bir “işgücü tedariki”ne dönüştürülmüştür. Eğitim politikasına bu yaklaşımın en temel mantığı ayrımcılığa ve çocuk sömürüsüne dayandığı için kökten reddedilmesi gereken bir modeldir. Uygulamaya konulduğu tüm işyerlerinde ayrıca pek çok hukuksuzluk, derin sömürü ve güvenliksiz ortamlar söz konusudur, bunları da ayrıca konuşmak gerekir. Ama bu sistem uygulama sorunları giderilerek revize edilebilecek bir şey değildir.

MESEM’leri mümkün kılan yasal bir dayanak var mı? MESEM’ler hangi içtihat veya kanuna yaslanıyor?

MESEM’lerin hukuki zemini, 9 Aralık 2016’da yürürlüğe giren 6764 sayılı kanun ile çıraklık eğitiminin örgün ve zorunlu eğitim kapsamına alınması ve buna bağlı düzenlemelerdir. Bu ana çerçeve; mesleki/teknik eğitim alanını düzenleyen 3308 sayılı Mesleki Eğitim Kanunu ve dönemsel yönetmelik/genelgelerle MESEM kurumuna dönüştürüldü. Yani evet MESEM’lerin yasal dayanağı var. Ama bu onun, devletin uluslararası sözleşmelere attığı imzalarla sorumlu olduğu “çocuk haklarına uygunluk” anlamına gelmiyor. ILO yasalarının emrettiği çocukları sömürüden koruma yükümlülüğüne uyduğu anlamına gelmiyor.

Peki MESEM’ler çocuklara ne vaat ediyor?

Milli Eğitim Bakanlığı ve tüm resmi kaynaklar, çocuklara “okul + işletme” modeliyle “mesleki beceri” ve “işe hazır olma” vaat ediyor. Haftada 1 gün okula gelin, 4 gün işletmede pratik yapın ve bu arada ücret alın, sigortanız olsun, hayata erken hazırlanın diyor. 

Gerçekte ise çocuklar, asgari ücretin üçte birine güvencesiz, denetimsiz alanlarda, yoğun sömürüye, mobbinge maruz kalıyor. Eğitimle güçlenmesi, kendini gerçekleştirebilecek bilgilerle donanması gereken zamanı sömürü çarkları arasında ezilerek geçiriyor.

MESEM’ler özellikle pandemi sonrasında gündeme geldi. Bu uygulamalar öğrencilerin eğitimden uzaklaşmasına yol açıyor. İktidarın MEB aracılığıyla insanları kamu hizmetinden uzaklaştırma çabası içerisinde olduğunu söyleyebilir miyiz?

Evet, kesinlikle öyle. Uygulanan ekonomi politikalarının yarattığı derin yoksulluk, pandemi koşullarıyla daha da katlanılmaz hale gelince yoksul hanelerde çocuklar üzerinde eve ekmek getirme baskısı arttı, siyasi iktidar bu baskıyı daralan ekonominin çarklarını çocuk emeğiyle yağlamayı daha da kurumsallaştırma yönünde kullandı. Yoksul çocukların kamusal eğitim hakkı devlet eliyle gasp edilmiş oldu.

MESEM’lerde bugüne kadar yaşandığını bildiğimiz temel problemler nelerdir? Bu problemler hangi teknik, ideolojik ve politik gerekçelerden kaynaklı olarak ortaya çıktı?

Çocukların haftanın çoğunu eğitimde değil işyerinde geçirmesi, bu çocukların eğitim hakkının -ki kamusal eğitim en temel haktır- gasp edilmesidir. Haftada bir gün eğitimle verilen diploma kağıt üzerindedir. Nitekim, çocukların niteliklerinin artırılmasını değil, eğitimin niteliksizleşmesini sağlıyor.

Çalıştıkları alanlarda çocukların korunamaması bir diğer sorun. Hem mobbing ve kötü muameleye karşı hem de işçi sağlığı iş güvenliğinin sağlanmaması anlamında çocuklar güvenliksiz ortamlarda kalıyor. Bunun en acı ve döndürülemez sonuçlarını MESEM’lerde yaşanan iş cinayetlerindeki çocuk ölümlerinde görüyoruz. Ulusal ve uluslararası yasa ve sözleşmelerin etkin uygulanmaması, denetim eksiklikleri, okul-işyeri-bakanlık üçgeninde sorumluluğun belirsizleşmesi ve cezasızlık politikalarının derinleştirdiği bir güvensiz ortamdan bahsediyorum.

Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, geçen yıl, MESEM’lerde yaşanan bir iş cinayetinin ardından, “MESEM’lerde kurallar net ama bu olaylar bize uygulamada sorun olduğunu gösteriyor” diyerek aslında buraların rant ve kar uğruna denetimsiz bırakıldığını itiraf etmişti. Bu yıl 87 çocuk çalışırken hayatını kaybetti.  Son 12 yılda toplam 770 çocuğun iktidarın ‘kaza, kader, fıtrat’ dediği ya da ‘uygulama sorunu’ dediği cinayetler silsilesinde hayatını kaybettiği bir gerçeklikte, bunun iktidarın ekonomik-politik bir tercihi olduğunu söylemek kaçınılmaz oluyor. Yoksulluk ve güvencesizliği ortadan kaldırmak yerine bunu ucuz işgücü olarak sermayenin hizmetine sunma, bu uğurda eğitim politikasını piyasanın ihtiyaçlarına göre şekillendirme tercihi...

DEM Parti MESEM’lere karşı nasıl bir mücadele yürütüyor?

DEM Parti MESEM’lerin kapatılmasını, çocukların işçileştirilmesinin son bulmasını savunuyor. Eğitim sisteminin bütün bileşenleri açısından radikal bir şekilde eşitlikçi, özgürlükçü, demokratik ilkelere bağlılıkla dönüştürülmesini, eğitimin piyasanın ihtiyaçlarını karşılayan bir aparat olmaktan çıkarılmasını söylüyor. Bütün çocuklar, gençler için bilimsel, parasız, laik, anadilinde eğitimin garanti altına alınmasını; çocukların sömürüye karşı korunmasını; bilişsel, sosyal gelişimlerini karşılayabilecekleri eğitim ortamlarının ayrımsız hepsi için ulaşılabilir olmasını savunuyor.

MESEM ve benzeri eğitim yapılarının çoğunlukla büyükşehirlerde görülüyor olması bize meselenin sosyo-ekonomik boyutuyla ilgili de fikir veriyor. Sonuçta Büyükşehirde eve ekmek götürmek daha zordur ve diploma önemsiz ve işlevsizmiş gibi algılanır. Bu konuda neler söyleyebilirsiniz?

İktidarın 20 küsur yıldır başarıyla uyguladığını iddia ettiği, bununla gurur duyduğu neoliberal ekonomi politikaları ile gelinen aşamada devleti sorumsuzlaştırmış, sermayeyi semirtmiş ve milyonları açlıkla imtihana girişmiştir. Devlet denetleme ve sosyal adaleti sağlama görevinden sıyrılmış: Teşvikler, faiz uygulamaları ve vergi indirimleri ile sürekli sermayeye kaynak transferi yapmış, bunun yükünü yoksul milyonların sırtına yüklemiştir. Bugün gelinen aşamada çalışan nüfusun yüzde 60’ın ücreti olan asgari ücret 22 bin lira, 10 milyon emeklinin maaşı 16 bin lira. Her dört gençten biri işsiz. Bir büyükşehirdeki en düşük kira maliyeti 30 bin lira. Bu emekçiler ne yiyecek, ne içecek, faturalarını nasıl ödeyecek, işe gideceği yol parasını nereden bulacak, çocuğun okul masrafını nasıl karşılayacak? En temel, en zorunlu ihtiyaçların karşılanması için bile hanedeki herkesin eve ekmek getirmesi baskısını artıyor bu politikalar. 5 yaşındaki çocukların evde annelerinin yaptığı parça başı işe destek verdiği ya da yol kenarlarında trafiğin ortasında mendil, çiçek, su satmaya zorlandığı koşullardan bahsediyoruz. Bu çocuklara eşit, adil bir gelecek ufku sunulmuyor. O çocuk da o aile de önünde böyle bir seçenek olmadığını yaşadığı gerçeklikten biliyor. O seçeneksizliğin çizdiği yola girmek durumunda kalıyor. Tabi bu koşullar altında MESEM politikasını kamuoyuna yoksul hanelere hediye gibi pazarlamak mümkün oluyor.

Bir kesimin öne sürdüğü erken yaşta mesleki eğitim propagandası, aslında oldukça liberal bir okumaya tekabül ediyor. “Altın bilezik” denerek romantize edilen erken yaşta mesleki eğitim, neoliberal politikalar bağlamında şirketler ve sanayi sektörü için hangi açılardan teşvik ediliyor?

Şunu belirtmiş olayım, “mesleki eğitim gereksizdir” demiyoruz. Her çocuk yetenekleri, eğilimleri, tercihleri çerçevesinde hayatın içinde en iyi şekilde yer almasını sağlayacak bir eğitim alma hakkına sahiptir. Devlet bu seçenekleri tüm çocukların önüne ayrımsız koymalıdır diyoruz. Yoksul çocukların önüne tek seçenek olarak konulan, anlamı piyasaya ucuz emek gücü yaratmak olan bu eğitim politikasını reddediyoruz. Stajyerlik, çıraklık olarak adlandırılan uygulamalar hep buna hizmet etti. MESEM uygulamasıyla da çocuk işçiliği yasallaştırılıyor, resmileştiriliyor. Böylece sermayeye, haftanın 4-5 günü asgari ücretin üçte birine çalışan, en ağır koşullara meslek öğreniyor kisvesiyle maruz bırakılan, hayatlarından edilen bir iş gücü yaratılıyor. Üstelik bu öğrencilerin ücretlerinin üçte ikisini de devlet ödüyor. Yani kamu kaynaklarından karşılanıyor. Çocuğun yaşına, işyerinin çalıştırdığı işçi sayısına göre bu rakamlarda kimi farklılıklar var. Yani işyerleri bu çocukları asgari ücretin yüzde 10’unu ödeyerek çalıştırmış oluyor. Sizce de ballı börek değil mi? Biz hem eğitim politikalarının hem de ekonomi politikalarının ideolojik, politik tercihlerinin temelden ve bütünlüklü olarak değiştirilmesi, dönüştürülmesiyle bu soruna köklü, kalıcı, gerçek çözümler bulunabileceğini düşünüyoruz. Mücadele önceliklerimiz de bunları içerir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.