Dağlık Karabağ’da barışı beklemek

Forum Haberleri —

Dağlık Karabağ'da göç

Dağlık Karabağ'da göç

  • Kendimi bir hapishanede gibi hissediyorum ama mahkumlar bile yemeksiz kalmaz. Her yeni gün yeni bir sınav, yeni zorluklar getiriyor ve öyle görünüyor ki uzaklarda bir yerlerde oturan insanlar ne kadar dayanabileceğimizi görmek için maç gibi izliyor yaşadıklarımızı. Kuşatma altında yaşadığınızda, yaşamanın, kadın olmanın nasıl bir his olduğunu özlüyorsunuz.

SIRANUSH SARGSYAN

Her gün avucumun içine bir sayı yazılıyor. Dün 425’tim; bir önceki gün 212’ydim. Ekmek kuyruğunda böyle bekliyoruz. Bu satırları yazarken, bugünlerde temel besin kaynağımız olan bir somun ekmek için üç saat ayakta beklemekten bitap düşmüş durumdayım. Gerçek marketlerde kuyruklar oluşturmayalı uzun zaman oldu– marketlerde hiçbir şey kalmadı, eczanelerde de ilaç. Sadece fırınlarımız ve sebze tezgahlarımız var. Uygulamanın yabancısı olanlar, gerekli malzemeler olmadan yemek pişirme deneyimlerini paylaşıyor. Arkamdaki bir kadın “Yaşamak istiyorsan bu kuyruğa girmelisin” diyor.
Gazetecilerin seyahat edebileceğini sanıyordum. Ancak dış dünyanın Dağlık Karabağ olarak bildiği, tanınmayan Artsakh Cumhuriyeti’nde sadece düşüncelerimde uzaklara seyahat edebiliyorum: Azerbaycan’ın bizi Ermenistan’a bağlayan tek otoyol olan Laçin Koridoru’nu kapatmasının ardından kuşatma altındayız – dokuz ay oldu ve devam ediyor. Koridorun kapatıldığını ilk öğrendiğimde ilk tepkim rahatlamak oldu. Kuşatılmış olsak da, diğer tarafta olma düşüncesi – anavatanımdan koparılmak – dayanılmazdı.
Son dokuz aydır her şeyden mahrum kaldık: Önce doğalgazımız kesildi; bir ay sonra da elektriğimiz; telefon hatlarımız gidip geliyor ve internet çok az çalışıyor. Sert geçen kışı evlerimizin içinde palto giyerek, titreyerek geçirdik. Dolaplarım bomboş – şampuan, saç boyası, duş jeli, hijyenik ped ve hatta tuvalet kağıdı bile yok. En son dört ay kadar önce herhangi bir hijyen ürünü bulabilmiştim.
26 Ocak’ta, 39. doğum günümün arifesinde, arkadaşım Armine bana birkaç kaşık kahve getirdi – içeceğin hayatımda oynadığı büyük rolü bildiği için onu benim için değerli bir hediye olarak saklamıştı. En çok kahve kokusunu özlüyorum. Bir başka arkadaşım, Sarine, bir gün önce Erivan’dan aramış ve en azından küçük bir kek yiyip yemediğimi sormuştu. Ona kahve içmenin yeterli olduğunu söyledim. Ertesi sabah kapı zili ile uyandım: Sarine’nin kız kardeşi elinde annelerinin pişirdiği geleneksel bir Ermeni tatlı ekmeği olan ev yapımı küçük bir gata (kete) ile karşımdaydı. Kuşatma altındaki doğum günüm için kendime bir mum izni verdim ve onu gata’nın üzerine yerleştirdim. Doğum günü mumu bir lüks, çünkü artık tek akşam aydınlatmamız onlar.
Ortodoks Noel’ini bile (Ermeniler 6 Ocak’ta kutluyor) kilisede mumsuz kutladık. Noel Baba yoktu. Çocuklara, Noel Baba’nın ren geyikleriyle bile ablukayı kıramayacağını söyledik. Sevgililer Günü’nde erkekler kadınlara çiçeklerden daha değerli ve aranan sebzeler verdi. Bahar geldiğinde tarlalarda yetişen yeşil fasulyeleri yedik. Bir süre için tek yiyeceğimiz buydu; o kadar çok fasulye yedik ki bazıları “Fasulye sırığı gördüğümde ona sarılma isteği duyuyorum” diye şaka yapmaya başladı.
Kendimi bir hapishanede gibi hissediyorum ama mahkumlar bile yemeksiz kalmaz. Her yeni gün yeni bir sınav, yeni zorluklar getiriyor ve öyle görünüyor ki uzaklarda bir yerlerde oturan insanlar ne kadar dayanabileceğimizi görmek için maç gibi izliyor yaşadıklarımızı. Kuşatma altında yaşadığınızda, yaşamanın, kadın olmanın nasıl bir his olduğunu özlüyorsunuz. Günlük rutininiz askıya alınıyor, sanki çağın normal kuralları sizin için geçerli değil. Hayatımızın yeniden başlamasını bekliyoruz. En önemlisi de özgürlükten, hareket hakkından mahrum bırakıldık. Artık tüm yollarımız yaşadığımız yerde, Güney Kafkasya’daki küçük eyaletimizde başlıyor ve aynı noktada bitiyor.
Bu benim ilk ablukam değil, hatta ilk çatışmam da değil. Dağlık Karabağ’da daha önce üç savaş yaşadım. İlki ben çocukken, Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle başladı: Kurucu cumhuriyetler bağımsızlıklarını ilan etmeye başladıkça, o zamanlar Sovyet Azerbaycan’ının bir parçası olan Dağlık Karabağ Özerk Bölgesi’ndeki bizler de aynı şeyi istediğimize karar verdik, ama asıl istediğimiz Ermenistan’la yeniden birleşmekti. Savaş 1988’den 1994’e kadar uzun bir süre devam etti ve benim çocukluğumdan altı yıl, her iki taraftan da çok sayıda çocuğun canını aldı.
Denize kıyısı olmayan dağlık bölgemiz, Sovyetler Birliği’nin kurulmasından bir asır öncesinden beri Ermenistan ve Azerbaycan arasında ihtilaflı. İlk savaş sırasında, 1992’de, Azerbaycan topraklarımızı ilk kez kuşatma altına aldı. Ermenistan’la bağlantı kurmamızın ve ablukadan kurtulmamızın tek yolu, “can yolu” olarak adlandırdığımız Laçin Koridoru’ydu. Savaş iki yıl sonra ateşkesle sona erdi ve Ermenistan, bölgemizi ve Azerbaycan topraklarının diğer çevre bölgelerini tamamen kontrol altına aldı.
İlk savaş çocukluk hafızama kazındı. Çatışmalar çok şiddetliydi ve köyümüzde kalmak çok tehlikeli hale gelmişti. Babam ve erkek kardeşi bizi 18 mil ötedeki başka bir köyde bulunan kız kardeşlerinin evine götürmeye karar verdiler. Babam o sırada 2 yaşında olan küçük kız kardeşimi kucağına aldı. Amcam ise 1 yaşındaki oğlunu taşıyordu. Karısı ikinci çocuklarına hamileydi. Yaklaşık 30 mil yürüdükten sonra çok yorulmuştum.
Çok sevdiğim amcam benim zayıf noktamı biliyordu: Silahla ateş etmeyi çok istiyordum ama babam silahın çocuk oyuncağı olmadığını söyleyerek (sanki başka oyuncaklarımız varmış gibi) hep reddediyordu. Amcam, “Karşı dağın tepesine ilk ulaşan benim silahımı ateşleyebilir” dedi. Son gücümü topladım ve neredeyse koşarak tepenin zirvesine çıktım. Oraya vardığımda amcam silahını bana verdi ve önümdeki açık ovayı göstererek “Ateş et” dedi. Bu onu son görüşüm oldu. Savaş alanında öldü. Karısı aylar sonra doğum yaptığında oğluna Seroja adını verdi. Halamın kocası da savaşta ölmüştü ve babam geniş ailemizden geriye kalan tek erkekti.
Azerbaycan 2016’da Dağlık Karabağ’a ikinci kez saldırdı. Can ve küçük toprak kayıplarımız oldu ama savaş sadece dört gün sürdü. O dört gün ülkemde barışa dair umutlarımı yerle bir etti. Buradaki neredeyse her aile bu bitmek bilmeyen savaşta bir yakınını kaybetti.
2020 yılında Türkiye’nin desteğini alan Azerbaycan, Suriyeli paralı askerler ve İsrail insansız hava araçlarını kullanarak yeni bir savaş başlattı ve topraklarımızın %75’ini ele geçirdi. 44 gün içinde neredeyse ilk savaştaki (dört yıl süren) kadar kurban verdik. Bunların çoğu genç erkeklerdi, yaşları 18 ile 20 arasında değişen askerlerdi. Ablamın kocası da öldürüldü.
Dağlık Karabağ’da savaşlar arasındaki duraklamalarda yaşıyoruz– onlarca yıldır Ermeni ve Azeri güçleri arasında çatışmalar yaşıyoruz. Ancak 2020 ateşkesi her zamanki sallantılı barışı bile getirmedi.

Kaynak: New Lines Magazine
Çeviri: Dünyadan Çeviri

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.