Demirtaş, “Ben Kürt’üm ve Kürt olduğum için“ diyordu

Ahmet KAHRAMAN yazdı —

  • Kürt liderler daimi olarak, aç kurtların diş gösterilenidir. Karında diş gıcırdatılan, kesintisiz olarak yoluna tuzak, fak kurulan, punduna getirilince katledilen veya zindana atılan...

Selahattin Demirtaş’ın söyledikleri doğrudur. Eğrisi, çarpığı yoktur bu sözlerinin. Kürtler, Türk rejiminde düşman olarak doğuyor ve düşman muamelesi görerek yaşıyorlar. Türkler gün ışığına çıktıklarından beri, bu böyledir.

Kürt liderler ise daimi olarak, aç kurtların diş gösterilendir. Karında diş gıcırdatılan, kesintisiz olarak yoluna tuzak, fak kurulan, punduna getirilince katledilen veya zindana atılan...

Selahattin Demirtaş da, bunlardan biridir. Düşmanın, bir kere daha insanlık duvarını aştığı günlerden bir gün, karşılarına dikilme kararını verdi. Kürt olduğu için katledilen Vedat Aydın’ın cenazesindeydi. Cenaze arabası ilerlediğinde, cadde boyunca peşinde, yas tutan yüzbinler akıyor, insan olan selama duruyordu.

Ama düşman için, “insan olmanın lüzumatı“ yoktu. O can alma peşindeydi. Ve gelişmiş mitralyöz tarakasıyla saldırdılar, matem alayına. Yerde ölüler, kan içinde can çekişen yaralılar sıralanmaya başladı. İnsanlar, yaşama güdüsüyle kaçışıp kurtulmaya çalışıyorlardı.

Kürtlerin, kadim sözüyle, “anaların bebeklerini attığı an“dı. Gencecik Avukat Selahattin Demirtaş o anı yaşıyordu. O ölü, yaralı kanlı sokakta, “Çi dibe bila bibe“ diyerek dönülmez karara vardı: Mazlum ve masum halkının davasını üstlenecekti.

Öyle yaptı. Davacılara katıldı. Düşmana inat, kısa zamanda sevildi. Saygı gördü. Sözü dinlenen olarak, halkınca benimsendi, içselleşti. Yeni konuşmaya başlayan çocuklar, sevdiklerini anarcasına ona, Kürtlerin isim kısaltmasıyla “Selo“ demeye başladılar.

Düşman kesimlerde bile saygı gördü. “Keşke“ diyenler çoğaldı, orada. “Keşke bizim de böyle bir liderimiz olsa“ diyenler...

 Bu duruma paralel olarak yoluna kurulan fak ile tuzaklar çoğalmaya başladı. Düşmanın korkusu, paranoyaya dönüşmüştü.  

Derken, Türklerin yeni bir kanunsuz evresi başladı. Kanunsuzlukta, diktatörün buyruğu yasaydı. Kapısına dayanma vaktiydi. Bir gece yarısı evini basıp götürdüler. O yedi yıldan beri, tıpkı efsanevi Kürt isyancı Kawayé Hesınkar gibi, yurdundan, ailesi ve halkından uzak bir diyarda,12 metrekare büyüklüğündeki hücrede, dava arkadaşı Adnan Selçuk Mızraklı ile birlikte diktatörün esiri.  

Ama bu durum, Kürtlerin tarihinde yeni ve Selahaddin’e değildir. Çünkü Kürtlerin tarihi, işgalcilere başkaldırı tarihidir. O yüzden Kürtler düşmanlarını iyi tanıyor, kaç paralık vicdana sahip olduklarını ezbere biliyorlar. Onun için, başa geleceklere ta başından razı, isyana yürüyorlar.

Kimileri Şeyh Said gibi, etrafında kalabalıkla günlük yürüyüşe çıkmışçasına, dudaklarının kenarı ve göz bebeklerinde aşağılayıcı bir gülüş, cellatlarını yargılayıp mahkum eden “qısedan“ (söyleşi) ile, kimileri de Seid Rıza benzeri vahşeti kahrederek ölüme yürüye geldi.

Selahaddin de, onlardan hiç insanlık beklemedi. Düşman daha kapısına dayanırken, “sizden korkmuyorum“ diye haykırmıştı. Haklı davasına adanmışlıkla hiç pişmanlık duymadı, teslim olmadı.

En son geçtiğimiz günlerde, 10 ayrı suçlama dosyasının birleştiği Mersin’deki davanın duruşmasına, uzaktan ses ve görüntü ile katıldı. Devlet eliyle işlenmiş cinayetler ve işkencelerin üstündeki perdeyi aralayıp katilin siluetini teşhir ettiği için, “hakaret etmekle“ suçlanıyordu. Ve Selahaddin’in sesi, duruşma salonunda perde perde yükseliyordu:  

“Ben Kürdüm. Kürt siyasetçisiyim. Yargılanmamın sebebi budur.“

Katledilmişin cesedine işkenceleri, fotoğraflarla göstererek devam ediyordu:

“Yüz bin yıl yatsam söylemeye devam edeceğim. O dönemde az bile söylemişim. Beni seçen milyonlarca insan beni bu gerçekleri söylemem için seçti. Bunları söylememek alçaklıktır.“

Savcıların iddiaları düzmece, dosyaların içeriği koftu. Mahkeme eliyle, önüne gelen Kürt’e kin kusarcasına “terörist“ diyen Diktatör’e tutamak aranıyor ve bu amaçla yargılama oyunu oynanıyordu.

Maksat, üretilecek karar ile diktatörü rahat ettirmekti. Diktatör mafya düzeni olan rejimini yalan dolandan oluşan bir kara perde örtüyordu. Demirtaş, onun için bu perdeyi aralayacak korkuluktu. Korkuları yüzünden geceleri uyuyamıyordu. Korkularından kurtulmak için, çıldırık, kaçık gibi meydan, durak dolaşıp Selahaddin’e sövüyor, evrenin hukuku, Türk’ün yasalarında bile yeri, karşılığı olmayan fesatlık ve dayanıksız iftiralarla ona “terörist“ diyordu.

Türk adaleti de, yalanları, iftiralar serisine dayanak, gerekçe yaratmak, Demirtaş’ı ömür boyu hücrede tutmak üzere, terörist hükmünü karara bağlamakla görevliydi...

Seyrettiğimiz tiyatro sahnesi, bu mizansenden ibarettir...

Bir düzeltme ve özür

Son yazımda, Mısır’ın dinci devrik Cumhurbaşkanı Mursi’nin, “idam edildiği” yazıldı. Sehven oluşan bu hata için özür diliyor ve düzeltiyorum. Mursi idam edilmedi. Tutuklu yargılandığı mahkeme salonunda kriz geçirdi ve öldü.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.