Demokratik ulusla komünalist yaşam
Dosya Haberleri —

Komünal yaşam
- Kürt Halk Önderi Öcalan’ın özellikle son yirmi beş yıldır eleştirilerinin merkezine aldığı kapitalist modernite, bütün toplumsal özgürleşme ihtimallerini baskı altına alarak ekonomik büyümeyi, merkezîleşmiş iktidarı ve homojen toplumu esas alan bir sistemdir. Bu sistemin siyasal biçimi ise ulus-devlettir.
- Türkiye'nin ulus-devlet modeli, Fransız uluslaşma modelinden önemli ölçüde etkilenmiş olsa da Alman usulü etno-kültürel dışlayıcılık ile de harmanlanarak kendine özgü bir "melez" biçim almıştır. Bu model, tekçilik, inkâr, asimilasyon, kadın düşmanlığı ve otoriter merkezcilik üzerine inşa edilmiştir.
- “Demokratik Toplum Manifestosu”nda bir kez daha ifade ettiği gibi, Kürt Özgürlük Hareketi’nin tarihsel rolü inkâr ve yok oluş zincirlerini kırmak idiyse, günümüzdeki ve gelecekteki görevi, milliyetçiliğin, kapitalizmin ve emperyal düzenin ötesinde yaşanmaya değer bir hayatı beslemektir.
ERCAN JAN AKTAŞ
“Ulus-devlet, uygarlık sisteminin en dar, en baskıcı ve en ideolojik formudur. Kapitalist moderniteyle birleştiğinde, halkları kültürel soykırımla yok etmeye yönelmiştir.” ( A. Öcalan, Demokratik Uygarlık Manifestosu, Cilt 2)
1- Kapitalist modernitenin eleştirisi: Etik ve ekolojik bir yıkım
Murray Bookchin, kapitalizmi sadece bir ekonomik sistem değil, doğayı ve insanı araçsallaştıran hiyerarşik bir uygarlık biçimi olarak görür; kapitalizm ona göre hem ekolojik yıkımın hem de toplumsal yabancılaşmanın temel nedenidir. Peter Kropotkin, kapitalizmin "doğal yardımlaşma" ilkesine aykırı olduğunu, bireyler arasında rekabeti ve açgözlülüğü körükleyerek toplumsal dayanışmayı yok ettiğini savunur. Emma Goldman ise kapitalizmi hem emekçinin emeğini çalan bir sömürü düzeni olarak hem de kadınları ve ezilenleri sistematik olarak bastıran ataerkil bir yapının taşıyıcısı olarak tanımlar. Üçüne göre de kapitalizm, özgürlükle bağdaşmaz; insanın potansiyelini ve doğayla kuracağı etik ilişkiyi tahrip eden tahakkümcü bir sistemdir. Etik ilişkiyi tahrip ederek toplumları çürümenin eşiğine getiren kapitalist moderniteyi, beş bin yıllık hiyerarşik uygarlığın son zirvesi olarak gören Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a göre ise; “Kapitalizm tarih dışıdır; ahlaksızdır. Ne bir toplum biçimidir ne de uygarlık. Sadece asalaktır.”
Kürt Halk Önderi Öcalan’ın özellikle son yirmi beş yıldır eleştirilerinin merkezine aldığı kapitalist modernite, bütün toplumsal özgürleşme ihtimallerini baskı altına alarak ekonomik büyümeyi, merkezîleşmiş iktidarı ve homojen toplumu esas alan bir sistemdir. Bu sistemin siyasal biçimi ise ulus-devlettir. Ulus-devlet, dünyanın her yerinde kapitalizmin çıkarlarını koruyan ve toplumun çoklu kimliklerini tek dil, tek millet, tek bayrak ilkeleriyle bastıran bir araç olarak işler. Vergi toplamak, ordu kurmak, mülkiyeti güvenceye almak ve emeği disipline etmek gibi işlevlerle kapitalist üretim ilişkilerini kurumsallaştırır. Böylece kapitalist modernite, ulus-devlet eliyle hem ekonomik sömürüyü hem de kültürel tahakkümünü sürdürebilme araçlarına sahip oldu.
2- Aile, ulus ve devlet: Patriyarkal kodların siyasal yansıması
Patriyarkal kodlar temelinde şekillenen aile yapısı, bu yapı üzerinden kurgulanan ulus tahayyülü ve nihayetinde ulus-devlet inşası, insanlık açısından ağır toplumsal ve siyasal sonuçlar doğurmuştur. Özellikle Avrupa merkezli burjuva devrimleri, sınıfsal çıkarların tahkiminde ulus-devlet sınırlarını işlevsel bir araç olarak kullanmıştır. Ancak bu sınırlar, kapsayıcı değil; aksine dışlayıcı ve homojenleştirici ilkeler temelinde inşa edilmiştir. Halkların, emekçilerin, kadınların, lgbti+’ların siyasal ve toplumsal süreçlere dâhil edilmediği bu yapı, sahip olduğu şiddet tekeliyle kurduğu egemenlik alanlarını birer halklar ve inançlar mezarlığına dönüştürmüştür.
Avrupa’daki uluslaşma süreçlerine iki eksen üzerinden daha yakından bakmak mümkündür. Siyasal ulusal model olarak ifade edebileceğimiz Fransız uluslaşması Fransız Devrimi (1789) ile mutlak monarşiyi yıkıp “egemenliğin halka ait olduğu” ilkesini temel alan modern yurttaşlık modelini ortaya koyarken, ulus tanımını da siyasal bir topluluk olarak tanımlanmıştır. Ortak dil, yasalar, kamu eğitimi ve merkezi bir devlet aygıtı aracılığıyla "Fransız" kimliği inşa edilir. Laiklik ve Cumhuriyetçilik bu inşanın iki temel unsurunu oluşturur. Fransız uluslaşması laiklik, eşit yurttaşlık ve bireyin devlete karşı hakları temelinde kurgulanır. İnançsal ve etnik farklılıklar, ulusal birlik adına ikincil görülmüştür. Dışlayıcı bir perspektif ile inşa edilmek istenen bu ulus yaklaşımı diğer etnik kesimlerin üzerine de asimilasyoncu bir pratik ile gitmiştir.
19. yüzyılda hız kazandı
Fransız uluslaşma süreci, "tek ulus, tek dil, tek kültür" ilkesi doğrultusunda birçok yerel, etnik ve dilsel kimliği asimile etti. Bu süreç özellikle 19. yüzyılda, III. Cumhuriyet döneminde (1870 sonrası) hız kazandı. Fransız ulus inşasının bastırdığı başlıca etnik ve kültürel yapılar olarak karşımıza ilk olarak Bretonlar, Basklar, Oksitanlar, Alsaslılar, ve Korsikalılar çıkar. Bu asimilasyon süreci itirazlarını daha kolektif bir şekilde sürdüren Basklar ve Korsikalılar hala aktif bir mücadele içindeler. Fransız uluslaşması, "siyasal ulus" modeli benimsemesine rağmen, dilsel ve kültürel çeşitliliği bastırarak homojen bir Fransız kimliği üretmeye çalıştı. Bu durum, asimilasyoncu laiklik ve eğitim politikaları ile birleşerek bugünkü Fransa’daki çok kültürlülük tartışmalarının temelini oluşturdu.
Kültürel-Etnik Model olarak ifade edebileceğimiz Alman Uluslaşma pratiği ise kan bağına ve etnik kökene dayandığı için çok daha dışlayıcı olmuştur. 19. yüzyılda, parçalı Alman prensliklerinin Prusya öncülüğünde birleşmesiyle (1871) Alman ulus-devleti kurulmuştur. Bu süreç, kültürel ve dilsel bir ortaklık temelinde yürütülmüştür. Ortak dil, tarih ve kültür temelinde etno-kültürel bir ulus anlayışı benimsenir. Romantik Alman milliyetçilerinden Johann Gottlieb Fichte ve Herder gibi düşünürler, Alman kimliğini doğa, tarih ve halkın ruhu (Volksgeist) ile tanımlamışlardır.
Tekçi, inkârcı bir model
Fransız ve Alman uluslaşmaları, modern Avrupa’nın siyasal haritasını belirleyen iki güçlü model oldu. Ancak bu süreçler yalnızca ulusal birliğin ve merkezi devletin inşası ile değil, aynı zamanda farklı halkların, kimliklerin, dillerin bastırılması ve dışlanması ile de şekillenmiştir. Her iki model de ulus-devlet mantığının içkin şiddetini farklı biçimlerde hayata geçirmiştir. Dışlayıcı Fransız ve Alman uluslaşmalarının geliştiği zaman dilimi içinde “ulus bir ‘gönüllü birlik’tir” diyen Ernest Renan,1882’de Sorbonne’da verdiği “Ulus Nedir?” başlıklı dersinde ulusu etnik ya da dilsel değil, tarihsel hafızada ortaklık ve birlikte yaşama iradesi üzerinden tanımlar. Öte yandan tanınmış bir Rus devrimci ve kolektivist anarşizm kuramcısı olan Mikhail Bakunin ve Fransız anarşist ekonomist ve düşünür Pierre-Joseph Proudhon, merkeziyetçiliğe karşı özyönetimci ve federatif halk birliklerini savunurlar.
Türkiye'nin ulus-devlet modeli, Fransız uluslaşma modelinden önemli ölçüde etkilenmiş olsa da Alman usulü etno-kültürel dışlayıcılık ile de harmanlanarak kendine özgü bir "melez" biçim almıştır. Bu özgün formasyon, Kemalist ulusçuluğun temelini oluşturur. Türkiye’nin ulus modeli, Fransız ve Alman etkili bir ulus-devlet modernizmi ile homojen bir millet yaratmayı hedeflemiştir. Bu model, tekçilik, inkâr, asimilasyon, kadın düşmanlığı ve otoriter merkezcilik üzerine inşa edilmiştir. Ulus - devlet modelinin çözüme kavuşturduğu hiç bir toplumsal mesele olmadı. Özünde gasp ve talana dayalı bu sistem ötekileştirmeler üzerinden kendisini kurduğu için bitmez toplumsal çatışmaların, savaşların merkezi olmaktan öteye bir adım atamadı. Kadın, toplum, birey sömürüsü ile doğa sömürüsü aynı tarihsel zihniyetin ürünüdür. Adeta bu sistem ile bütün toplumlar zehirlendi.
3- Ulus-devletin zehri ve antidotu: Demokratik Ulus
Panzehir (antidot), genellikle bir zehirlenme durumunda, vücuda alınan toksik (zehirli) maddenin etkisini nötralize eden ya da etkisiz hale getiren ilaç ya da maddelerdir. Ulus-devletin “zehri”, modernitenin merkeziyetçi, tekçi, homojenleştirici ve dışlayıcı doğasında yatar. Bu zehrin başlıca etkilerini; Tek dil, tek bayrak, tek millet ilkesiyle çoğul kimlikleri bastıran, yok eden bütün ulus - devlet yapılarında görmekteyiz. Bunun en tipik örneklerinden bir tanesi de Türkiye Cumhuriyeti oldu. Egemenlikte yoğunlaşmayı temel alan bu sistemler devletin tüm karar alma yetkisini merkezileştirerek yerel ve doğrudan demokrasiyi pratiklerin hayatın dışında bırakırlar.
Şiddet ve militarizm tekeli ile iç ve dış düşman oluşturma konusunda muazzam bir başarı gösteren bu sistemler adeta halklar ve inançlar mezarlığına dönüştüler. Sahip oldukları patriarkal karakterlerinden hareketle kadınları ve lgbti+ leri görünmez kılarak siyasetinin ve de toplumsal yaşamın bütün sahalarının dışına ittiler. Sahip oldukları endüstriyalizm ve kalkınmacı anlayışla doğaya yabancılaşmayı gittikçe derinleştirdiler.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın geliştirdiği demokratik ulus kavramı, bu zehre karşı önerilen politik ve toplumsal panzehirdir. Kürt Halk Önderi Öcalan, kapitalist moderniteyi hem kuramsal hem tarihsel olarak kapsamlı biçimde eleştirir. Ona göre kapitalist modernite, insanlık tarihinin en derin krizlerine neden olan, doğaya, topluma ve bireye yabancılaştırıcı bir sistemdir. Ulus-devleti kapitalist modernitenin siyasal aygıtı olarak gören Önder Öcalan kapitalist moderniteye karşı bir alternatif olarak demokratik modernite kavramını önerirken bu önerisinin özünü demokratik ulus savı oluşturmaktadır.
Demokratik Toplum Manifestosu ve komünalist yaşamın olanakları
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, beş ciltlik "Demokratik Uygarlık Manifestosu" adlı eserinde ulus-devleti modernitenin krizinin başlıca nedeni olarak görürken ona göre ulus-devlet, hem kapitalist modernitenin siyasal formudur hem de halkların, inançların, kadınların ve doğanın özgür yaşamını bastıran bir egemenlik aracıdır. Öcalan beş ciltlik bu çalışmasında ulus-devletin tarihsel kökenleri ve kapitalizmle ilişkisi üzerinden ulus -devletin ideolojik aygıtlarını ayrıntılı bir şekilde ele alır. Kapitalizmin ulus devlet krizine alternatif olarak demokratik ulus paradigmasının teorik zeminini de bu çalışmanın dördüncü cildinde genişçe yer verir. Son cildinde devam ettiği ulus-devletin krizini ve çözüm perspektifini en son “Demokratik Toplum Manifestosu”nda yeni formunu verir. “Kürdistan Devrimi Yolu Manifestosu”nun yerine geçmekle kalmayacağı, komünalist, etik temelli, devlet-sonrası ve radikal demokratik bir siyasete dayalı bir manifesto olacağı beklenmektedir.
Yaşamın yeni bir dili olacak
Devlet sisteminde radikal kopuşu ile Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan özgürlüğü, devlet ve devlete dayanan kavramlardan kopararak ait olduğu yere, halka ve halkın değerlerine ithaf edilmektedir. Kapitalist modernite sisteminde bir devleti adlandırmak, öncelikle ötekileştirilen/dışlananlar üzerinden bir kopuş ve bunlara karşı çizilen sınır anlamına gelmektedir. Ulus- devletleşme içerme/kapsama değil, tam tersine kurulduğu ırkçı/militer kodlar üzerinden bitmeyecek toplumsal sorunların merkezi oldu. Bu sistemin inşası aslında sadece bir mülkiyet beyanı şeklinde oldu. Kaynaklar kimlerin kontrolünde olacak, bu kaynaklardan kimler uzak tutulacak? Bu en rafine hallerini Türkiye örneğinde yaşadık. Devlet en büyük rant ve şiddet tekeli olarak örgütlendi, kendisi ile suç ortaklığına tabi ettikleri ile kısmen bir bölüşüm içine girdi. Devlet; toprağa, halklara, inançlara ve sınırlara ad verdi.
“Demokratik Toplum Manifestosu”nda bir kez daha ifade ettiği gibi, Kürt Özgürlük Hareketi’nin tarihsel rolü inkâr ve yok oluş zincirlerini kırmak idiyse, günümüzdeki ve gelecekteki görevi, milliyetçiliğin, kapitalizmin ve emperyal düzenin ötesinde yaşanmaya değer bir hayatı beslemektir. Demokratik ulus/toplumun inşası ile birlikte, kimlikleri dışlayıcı değil ilişkisel olarak anlamak; ulus-devletin sınırlar çizen karekterinin tersine sınırları kaldıran ve halkları, inançları farklılıkları ile özgürce bir arada yaşamaya davet eden bir sistem kurulmuş olacaktır. Komünalist düşünce ve pratikleri bir sorumluluk, günlük bir görev ve yaşamın yeni bir dili olacaktır. Komünler ile yeni bir yaşam devrimcidir, kapsayıcıdır, mümkündür ve gereklidir.















