Komellerden komüne yeniden inşa

Dosya Haberleri —

Komün

Komün

  • Komünün temel ilkeleri -özyönetim, karşılıklılık, dayanışma, yataylık, ahlaki sorumluluk ve ortak yaşam- bugün hem Kürt halkının hem de geniş toplumsal kesimlerin yeniden nefes alabileceği bir siyasal ve toplumsal çerçeve sunmaktadır. Komün, toplumun kendisini yeniden düşünme, yenileme ve özgürleştirme kapasitesinin somutlaşmış hâlidir.

ERCAN JAN AKTAŞ

Bilgi nötr ve evrensel bir “veri” değil, tarihsel-toplumsal koşullar içinde konumlanan bir kurucu pratiktir. Bu gerçekten hareketle bu çalışma feminist epistemoloji ve eleştirel bilgi sosyolojisinin açtığı hat üzerinden Foucault’nun iktidar/bilgi diyalektiğinden Kürt Özgürlük Hareketi’nin bilgi üretme mekanizmaları ve örgütlenme biçimlerine odaklanacaktır. Bu kuramsal zemin üzerinde, bir hareketin bilgiyi nasıl ve nereden ürettiğinin, o hareketin etiğini, siyaset anlayışını ve örgütlenme biçimine daha yakından bakmaya çalışacak.

Kürt Özgürlük Hareketi’nin daha ilk adımında “Kürdistan sömürgedir” önermesinin, yerleşik bilgi rejimlerine yönelik radikal epistemik itirazı üzerinden, Hamit Bozarslan’ın işaret ettiği “diriliş” momenti ve Öcalan’ın demokratik ulus/demokratik toplum kavrayışıyla birlikte bilginin yeniden komünal bir forma evrilmesinin dinamiklerine bakarak devam edecek.

Son kertede, diasporadaki Komel deneyimlerinden Komüne uzanan dönüşümü, merkezî-hiyerarşik bilgi rejiminden yatay, katılımcı ve hesap verebilir bir bilgi-örgütlenme modeline geçişi tartışarak bilginin demokratikleşmesini, özerk yaşamın ve etik-politik toplumun asli koşulu olarak temellendirmeye çalışacak.

Bilginin tarihsel üretimi

Bilgi hiçbir zaman objektif değildir. Bilgi, üretildiği bağlamdan bağımsız ve evrensel bir gerçeklik değildir. Her tür bilgi, onu üreten öznenin cinsiyeti, sınıfsal konumu, etnik aidiyeti ve toplumsal deneyimleriyle şekillenir. Bu nedenle bilgi, tarafsız bir nesne değil; tarihsel, politik ve kültürel ilişkiler ağının içinden doğan bir süreçtir. Üreticisinin kimliği, yalnızca bilginin içeriğini değil, aynı zamanda nasıl sorular sorulduğunu, hangi meselelerin görünür ya da görünmez kılındığını da belirler. Dolayısıyla bilgi, her zaman belirli bir yerden, belirli bir konumdan üretilir; hiçbir bilgi “herkese ait” veya “herkesi kapsayan” bir hakikat iddiası taşıyamaz. Bu bakımdan bilginin anlamı, onu üreten öznenin tarihsel ve toplumsal konumuyla birlikte düşünülmelidir. Başka bir deyişle, bilgi yalnızca düşünsel bir üretim değil, aynı zamanda bir konum alma biçimidir.

foto:Pixabay

İktidar/bilgi diyalektiği

Michel Foucault’nun ifadesiyle bilgi iktidar çerçevesinde baktığımızda;  neyin “bilgi” olarak kabul edileceği, kimin konuşma hakkına sahip olacağı ve hangi deneyimlerin meşru sayılacağına karar veren toplumsal güç dengelerini görünür kılmak gerekmektedir. Sandra Harding bu nedenle “güçsüzlerin bakış açısından bilgi üretimi”ni savunur ve “standpoint epistemology” (konum epistemolojisi) yaklaşımıyla bilginin alt sınıfların, kadınların ve ezilenlerin deneyimlerinden de üretilebileceğini söyler. Sonuç olarak bilgi, her zaman belirli bir yerden, belirli bir konumdan üretilir; bu nedenle hem üretim sürecine hem de onu kuran iktidar ilişkilerine eleştirel bakmak gerekir.

Demokratik epistemoloji

Antonio Gramsci’nin “organik entelektüel” kavramı önemli bir referanstır. Hareket, kendi içinden çıkan organik entelektüeller aracılığıyla, hem halkın deneyimini hem de siyasal bilinci dönüştürebilen bir bilgi alanı inşa edebilir. Dolayısıyla bilgi, bir elitin tekelinde değil, kolektif bir öğrenme süreci olarak görülmelidir. Son kertede bir hareketin bilgi üretme sorumluluğu, kendi hakikatini kurma yükümlülüğüdür. Çünkü bilgi üretmeyen bir hareket, sonunda başkalarının ürettiği bilgilerin nesnesi hâline gelir. Kendi hikâyesini anlatamayan, başkalarının anlatısına mahkûm olur. Bu nedenle bilgi üretimi, politik özerkliğin ve entelektüel özgürlüğün vazgeçilmez koşuludur. “Kürdistan sömürgedir” tespiti, sadece siyasal bir iddia değil, aynı zamanda yerleşik bilgi rejimlerine yöneltilmiş radikal bir epistemik itirazdır. Bu önermeyle birlikte, modern ulus-devletin bilgi üretim tekelini kırarak, halkın kendi tarihsel hakikatini dillendirme kapasitesini görünür kılan bir bilgi alanı oluşmuştur. Bu nedenle hareketin hakikati üretme pratiği, hem sömürgeci bilginin reddini hem de özerk bir bilgi formunun kuruluşunu ifade eder.

foto: Freepik

Politik özerklik ve özgürlük

Akademilerde yok sayılan, yokluğu üzerinden ‘bilimsel’ çalışmalar yapılan bir halkın kültürünü, dilini, stranlarını, hikayesini kendisine geri iade etmek hiç kolay olmamıştır. Abdullah Öcalan’ın formülasyonunu yaptığı demokratik ulus ile demokratik toplum inşası bu anlamda yeni bir tarihsel ve düşünsel kırılma noktası olarak ifade ediliyor da olsa, hareketin yalnızca politik değil, aynı zamanda ontolojik bir yeniden kuruluş sürecine girdiğini gösterir. Bilgi artık dışarıdan ithal edilen bir kavramsal çerçeve değil, halkın kendi yaşam deneyimlerinden, direniş pratiklerinden ve ortak hafızasından süzülen bir anlam üretim biçimine dönüşmüştür. Bu yönüyle Kürt Özgürlük Hareketi’nin epistemolojisi, hem modernitenin tekil hakikat iddiasına karşı çoğul bir bilgi anlayışını hem de öznenin kendi kaderini tanımlama hakkını birlikte savunur. Tam da bu noktada, bilgi üretimi ile toplumsal dönüşüm arasındaki bağ yeniden kurulmuş; düşünsel üretim, politik eylemin ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir.

Bu dönüşüm ile birlikte bir kez daha Kürt Özgürlük Hareketi’nin bilgi üretimi yalnızca teorik bir faaliyet alanı değil, aynı zamanda toplumsal bir inşa pratiği olarak şekillenmiştir. Komellerden meclislere, Jineoloji'den halk akademilerine kadar uzanan yapılar, bilginin merkezî kurumların tekelinden kurtarılarak toplumsal tabana yayılmasını sağlamayı amaçlamıştır.  Böylece bilginin kendisi, politik özerkliği mümkün kılan kurucu unsur hâline gelir; komünal yaşamın hem etik hem de pratik temelini oluşturur.

Paradigmatik eşik

Bilmek, yer almak ve taraf olmaktır. Öcalan’ın “Demokratik Toplum küresel çapta bir yaklaşımdır” vurgusu, bu bilgi üretiminin yalnızca bölgesel bir özgürlük mücadelesine değil, aynı zamanda küresel ölçekte yeni bir toplumsal tahayyülün kurucu bilgiselliğine dönüştüğünü ifade eder. Böylece Kürt Özgürlük Hareketi’nin bilgi üretim pratiği, hem sömürge-sonrası düşünce hem de özgürlükçü modernite tartışmaları açısından “komünal bilgi”nin yeniden inşasına dair özgün bir model ortaya koyar. Komünal bilgi üretim mekanizması, Kürt Özgürlük Hareketi’nin en belirgin epistemolojik özelliklerinden biri olarak tarihsel sürekliliğini korumaktadır. Hareketin kurucu önderi Abdullah Öcalan, bütün stratejik yönelimleri ve paradigmatik dönüşümleri, yalnızca bireysel bir entelektüel üretimle değil, kolektif bir bilginin içinden süzülerek kuramsallaştırmıştır.

Bilgiden siyasete

Bu bilgi üretim mekanizmasının niteliği, Öcalan’ın “Üç yönetim biçimi vardır: devlet yönetimi, iktidar yönetimi ve demokratik yönetim. Biz sadece yönetim olacağız, çünkü yönetim demokratiktir; biz iktidar olmayacağız, demokratik olacağız” ifadesinde somutlaşır. Bu vurgu, modern siyasal aklın köklerine yerleşmiş iktidar merkezli bilgi anlayışına radikal bir alternatif sunar. Burada “demokratik yönetim” yalnızca bir idare biçimi değil, iktidarsız bir bilgi yapısı olarak da düşünülebilir. Bilginin tahakküm aracı olmaktan çıkıp ortak aklın, özyönetimin ve kolektif deneyimin taşıyıcısı hâline gelmesi bu hareketin karekteristik özellerinden birisine dönüşmüştür. Yarım yüzyılı aşan bu hareketin en özgün yanlarından biri, bu anlamıyla bilgiyi iktidar üretmenin değil, toplumsal özgürleşmeyi mümkün kılmanın aracı olarak yeniden tanımlamasıdır. Böylesi bir bilgi rejimini kurmak, yalnızca politik bir cesaret değil, aynı zamanda episteme düzeyinde bir kopuş ve yeniden inşa çabasıdır.

Onlarca yılın alışkanlıkları ve siyaset yapma hâllerinden yeni duruma geçişin imkânlarına biraz yakından bakmadan öncelikle başlıkta yer alan ‘Komellerden Komüne’ ifadesine bir açıklık getirmek gerekmektedir. Komeller aslında Kürt Özgürlük Hareketi’nin yarım asrı bulan özgürlük/özgürleşme serüveninin en başından günümüze kadar olan örgütlenme şemasına dair bize önemli bir veri vermektedir.

‘Komel,’ sahip olduğun politik aidiyete dayanarak kapısını günün her saatinde gönül rahatlığıyla çalabileceğin verili bir mekânı çağrıştırsa da, bundan çok daha geniş bir anlam dünyasına sahiptir.

foto:Pixabay

Komünal dönüşümün ilkeleri

O halde temel sorulardan birisi “etik-politik toplum” kavramlarının işaret ettiği alanlara dair ne tür formülasyonlar, pratikler mevcuttur? Yeni dönemin inşasında bu perspektif ile yol alınabilmesi, öncelikle içinde olunan durumun kavramsallaştırılmasını gerekli kılmaktadır. Komellerin bu hareket ve Kürt halkı için yerini ve değerini teslim ederek; Bu yapılar kurulu oldukları sokak, kent, mahalle, şehir sakinlerinin ihtiyaçlarından çok her zaman savaşın sıcak alanına göre, oranın ihtiyaçlarına ve örgütlenme modeline göre kendilerini kurdular. Bu anlamıyla merkezi ve hiyerarşik bir örgütlenme biçimine sahip oldular.

Merkezi ve hiyerarşik örgütlenme modelleri özellikle şiddet/savaş ikliminde daha hızlı ve etkili hareket etmeyi sağlamış da olsa, toplumsal alanlarda bu örgütlenme modeli ciddi sorunlara da sebep olabilmiştir. Her şeyden önce merkezi ve hiyerarşik örgütlenme modellerinin bir iktidar alanı çağırdığını her zaman akılda tutmak gerekiyor. İçinde gelinen toplumun kimi karakteristik özellikleri ile dâhili olunan bu model özgürleşme dinamikleri için bir alan açsa da, istismar edilme gerçeğini de dışlamamıştır. Güçlü bir ideolojik ve entelektüel yapıya ulaşmadan sahip olunan her konum ve araç bir süre sonra öznenin istismar ettiği bir alana dönüşebilir.

Bu dönemin ruhunu ifade eden toplumsal ekoloji perspektifi, Komellerin dönüşümünü yalnızca örgütsel bir yeniden yapılanma olarak değil, insan-toplum-mekân ilişkilerinin yeniden düzenlenmesi olarak okur. Bookchin’in vurguladığı üzere, hiyerarşinin toplumsal yapılarda ürettiği her tür dikeyleşme, aynı zamanda doğayla ve kendi içimizle kurduğumuz ilişkide de bir yabancılaşmayı beraberinde getirir.

Bu nedenle Komellerin yeni dönemde üstlenmesi gereken rol, yalnızca politik bir koordinasyon noktası olmakla sınırlı değildir; ekolojik bir duyarlılık, yatay ilişkilenme, özyönetim ve kolektif yaşam pratiklerinin deneyimlendiği mikro-komünal alanlar yaratmaktır. Toplumsal ekolojinin öngördüğü bu model, bireyin kendisini yalnızca bir siyasi aktör olarak değil, aynı zamanda toplumsal bütünün etik, ekolojik ve kültürel sorumluluğunu taşıyan bir özne olarak konumlandırmasını sağlar. Böylece Komeller, mevcut örgütsel krizleri aşarak, hem toplumsal özgürleşmenin hem de ekolojik duyarlılığın somutlandığı kurucu mekânlara dönüşebilir.

Komünal entegrasyon

Bu pratik düzlem ise entegrasyon ile mümkün olacaktır. Entegrasyon, yalnızca ‘dışında’ki bir yapı ile yeniden bir bağ/iletişim kurmak, toplumsal bir örgütlenme biçimi değil, aynı zamanda bilgi, etik ve siyaset arasındaki sınırları yeniden kuran bir süreçtir. Toplumun farklı kesimlerinin karşılaşmalarından doğan bu çok sesli yapı, bilginin otoriteden değil, yaşamın içinden üretilebileceğini gösterir. Entegrasyon bu yönüyle, yalnızca ortak bir yaşam pratiğini değil, aynı zamanda ortak bir hakikat rejimini inşa eder. Bilginin demokratikleştiği, farklı deneyimlerin birbirine dokunduğu bu alanlarda, toplumsal dönüşüm artık dışsal bir müdahalenin değil, içsel bir bilinçlenmenin ürünüdür.

Tam da bu nedenle, entegrasyondan etik bir toplumsal düzene geçiş, sadece kurumsal değil, ahlaki bir yeniden yapılanma anlamına gelir. Komünal bütünleşmenin ürettiği bu etik zemin, demokratik toplumun hem değerler sistemini hem de siyasal yönelimini belirleyen kurucu etik haline gelir. Bu bağlamda entegrasyon, yalnızca toplumsal uyumun değil, aynı zamanda epistemolojik bir ortaklaşmanın da sürecidir. Komünal düzende bilgi, merkezden çevreye yayılan bir otorite söylemi olmaktan çıkar; toplulukların kendi deneyimlerinden, ilişkilerinden ve mücadelelerinden süzülür. Dolayısıyla entegrasyon, bilginin demokratik dolaşımını mümkün kılan bir örgütlenme biçimi olarak da düşünülebilir. Bilgi üretimi, böylece yalnızca akademik ya da teorik bir etkinlik olmaktan çıkar; yaşamın kendisinde, gündelik pratiklerin içinde gerçekleşen kolektif bir sürece dönüşür.

Hakikat ve çoğulluk

Komün, bireylerin ve toplulukların özgün kimliklerini koruyarak, karşılıklı bağımlılık, dayanışma ve tanıma ilkeleri üzerinden bir araya geldiği bir toplumsallık biçimidir. Buradaki birliktelik, her kesimin kendi tarihsel ve kültürel deneyimini ortak bir zemine taşımakla ilgilidir. Bu anlamda entegrasyon, bir çoğulluk bilinci üzerine inşa edilir. Ortak payda, toplumu birleştiren en küçük ortak değer değil; herkesin kendi hakikatiyle dahil olabildiği en geniş özgürlük alanı olarak düşünülür. Komünler, farklı toplumsal kesimlerin yalnızca temsil edildiği değil, birbirleriyle yatay bilgi ilişkileri kurduğu, deneyimlerini ve anlam dünyalarını paylaştığı alanlardır. Bu paylaşımlar, bilginin yerel ve somut formlarını evrensel özgürlük değerleriyle buluşturur.

Entegrasyon, tek tipleştirici bir uyumun değil, farklılıkların karşılaşması ve birbirini dönüştürmesinin sürecidir. Gerçek entegrasyon, yalnızca örgütsel bir koordinasyon değil; ahlaki, politik ve epistemolojik bir ortaklaşma pratiğidir. Dayatma, hiyerarşi ya da merkezî otorite üzerinden değil; müzakere, ikna ve karşılıklı öğrenme süreçleriyle kurulur. Bu yönüyle entegrasyon, demokratik toplumun yeniden inşa sürecinin etik zemini olduğu kadar, bilginin kolektif üretiminin de ahlaki çerçevesidir.

Komünal entegrasyon, toplumu pasif bir uyumun nesnesi olmaktan çıkarıp, aktif bir öz-yönetim ve bilgi üretimi öznesi haline getirir. Her komün, hem çeşitliliği koruyan, hem de ortak bir yönelim inşa eden bir demokratik bütünlüğün çekirdek hücresidir. Böylelikle entegrasyon, yalnızca bir arada yaşamanın değil, birlikte bilme, birlikte anlama ve birlikte özgürleşmenin adıdır.

Son kertede, Komellerden Komüne doğru yürüyen bu dönüşüm, yalnızca geçmişin hatalarını telafi etmeye dönük bir çaba değil, aynı zamanda geleceğe dair yeni bir dünya kurma iradesidir. Komünün temel ilkeleri -özyönetim, karşılıklılık, dayanışma, yataylık, ahlaki sorumluluk ve ortak yaşam- bugün hem Kürt halkının hem de geniş toplumsal kesimlerin yeniden nefes alabileceği bir siyasal ve toplumsal çerçeve sunmaktadır. Bu çerçevenin hayata geçmesi ise, Komellerin kendi iç örgütlenmesini dönüştürmesinin ötesinde, toplumsal dayanışmayı kurucu bir etik olarak benimsemesiyle mümkündür. Böyle bir dönüşüm, halkın kendi kaderini belirleme iradesini yalnızca siyasal alanda değil, bilgi üretiminde, kültürde, gündelik hayatta ve toplumsal ilişkisellikte yeniden kurar. Komün, tam da bu nedenle, bir örgütlenme biçiminden çok daha fazlasıdır: Toplumun kendisini yeniden düşünme, yenileme ve özgürleştirme kapasitesinin somutlaşmış hâlidir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.