Duvar’ın Gardiyan Cafer’i

Kültür/Sanat Haberleri —

Yılmaz Güney ve Ahmet Zîrek

Yılmaz Güney ve Ahmet Zîrek

  • Ahmet Zîrek, Duvar filminde canlandırdığı Gardiyan Cafer karakteriyle hafızalara kazınan bir oyuncu. Duvar ardından da oyunculuğa devam eden Zîrek, sürgündeki kişisel hikayesini anlattığı “Paris D’exile” filminin de yönetmenliğini yaptı.

BİRCAN DEĞİRMENCİ

Yılmaz Güney’in Duvar filminin efsanevi kötü karakteri Gardiyan Cafer’i canlandıran oyuncu Ahmet Zîrek’le, Yılmaz Güney’le tanışmasını, Duvar filmini ve sürgündeki yaşamını konuştuk.

Çocukluğu ve ilk gençliği 1980 darbe öncesi Hakkari’de geçiyor Zîrek’in. O dönemin Hakkarisi için "Hakkari o dönem gerçekten dünyadan uzak bir yerdi" diyor ve anlatmaya devam ediyor: "Gazeteler kışın neredeyse hiç, yazın ise üç dört gün sonra gelirdi. Her şeyi çok sonradan öğreniyor, dünyadaki gelişmeleri tahlil etmeye çalışıyorduk. Hatta ona göre eylemler yapıp bazen kendi kendimize gülüyorduk. Bu zaten 4 gün önce olmuş ama biz yeni tepki veriyorduk."

 

 

‘Kalk oğlum radyoda bir şeyler diyorlar’

Kurdukları gençlik derneğinde amatör tiyatro yapmaya çalışırlar ve bu halktan ilgi de görürler. "Bu bir gönül tiyatrosuydu. Öyle profesyonel bir şey değildi" diyerek anlatıyor o günleri: "Örneğin Aladağlı Mıho’yu oynayacağız. Metni alıyordum tiplere bakıyordum, karakterleri belirliyordum. Üç gün müddet veriyordum. Herkes rolünü ezberliyordu. Sonra dernekte iki üç gün prova yapıyorduk. Hakkari’deki sinemayı kiralıyorduk. Salon full. Öylece başladı tiyatro yaşamımız. Aynı zamanda Bursa’da öğrenciydim. Sürekli gelip gidiyordum."

Bir 12 Eylül sabahı Türkçeyi iyi bilmeyen babası onu uykudan uyandırarak, "Kalk oğlum radyoda bir şeyler diyorlar ama ben tam olarak anlayamıyorum" der. Radyoyu duyunca Hakkari’den gitmesi gerektiğini anlar. Gidiş o gidiş. İki yıl Ortadoğu’da kalır. 2 Eylül 1982’de Suriye üzerinden Paris’e gider.

 

 

‘Aylar yıllara döndü, dönemedik’

Uçakta pasaportunu yırtarak yok eder. Bir gece havalimanında bekletilir. Ertesi gün Paris’e girebileceği söylenir. İltica başvurusunda bulunur. Elinde yeteri kadar belge olduğu için üç gün sonra başvurusu kabul edilir: "O dönem ortam, çevre hiçbir şey yok. Kendine kalabileceğin bir yer arıyorsun. Bu yeri ararken de hiçbir zaman Türkiye’den uzaklaşma gibi bir hissim yoktu. Geçici bir uzaklaşma olarak görüyordum. Çünkü ben Hakkari’deyken de yakalandım. Biz alışkındık öyle şeylere, nasılsa bir iki ay cezaevinde kalıp bırakılıyorduk. Gençtik, kendimizi Che Guevara gibi hissedip havalara giriyorduk. Cuntadan sonra da birkaç aya kalmaz döneriz diye düşünüyordum. Aylar, yıllara döndü. Yakalanan arkadaşların durumunu takip ettiğimde kolay kolay dönemeyeceğimizi anladım. Vaziyet epey ciddiydi."

‘Gerçekten Hakkarili misin?’

O dönem Paris’te kalan Yılmaz Güney Duvar filminin hazırlıklarını yapmaktadır. Kürt, Türk ve Fransız figüranların seçimi için birileri görevlendirilmiştir. Tesadüfi bir şekilde Kürt figüranlarla ilgilenen bir arkadaşı ona "Sen tiyatroyla ilgilisin. En azından gelip figüranlık yap. Hiç değilse biraz para kazanırsın" önerisinde bulunur. Yılmaz Güney’in ismini duyunca heyecanlanan Zîrek, özgeçmişini anlatan bir mektup yazarak Güney’e iletmesi için arkadaşına verir: "Yılmaz Ağabey mektubu okuyunca ‘hemen bunu getirin’ demiş. Ertesi sabah o arkadaş beni alıp çekime götürdü. Set, Paris’ten 60 Kilometre uzaklıkta bir manastırdaydı. Çekimden iki gün önceydi. Ben de figüranlık için gitmişim. Yılmaz Ağabey’le ilk karşılaşmamız enteresandı. Ben heyecandan titriyorum.

-Hakkarili misin?

-Evet Ağabey Hakkariliyim.

-Hakkari’de ne yapıyordun?

-Tiyatro yapıyordum.

-Gerçekten Hakkarili misin?

-Evet, Hakkariliyim."

Üç kez aynı soruyu sorduktan sonra asistanlarından birini çağırarak, "Zîrek Abi’ye bir gardiyan elbisesi hazırlayın’' der Yılmaz Güney. Zaten set gardiyan ve jandarmayla doludur. Zîrek, tüm cesaretini toplayarak Yılmaz Güney’e şu soruyu sorar: "Yılmaz Ağabey çok özür dilerim, üç defa neden ‘Hakkarili misin?’ diye sordun. Gerçekten merak ettim." Yılmaz Güney o meşhur kahkahasını atarak cevabını verir: "Ben bu Hakkari’yi o kadar çok duymuştum ki ama hayatımda hiç Hakkarili görmemiştim. Onun için sordum. Acaba buranın insanları nasıl, diye.”