Ekonomik kriz nasıl toplumsal yıkıma dönüşür?

Nevra AKDEMİR yazdı —

  • Hükümetin her tasarruf politikası, sermayeye vergi indirimleri ve transfer ödemeleri ile kaynak aktarırken bizlerin yaşamından çalıyor. 
  • Mahalledeki anti-kapitalist dayanışmacı örgütlenmeden, birleşik işçi direnişleri, kadınların enternasyonel isyanı ve Rojava’ya kadar açılan geniş yelpazeyi, nefes almanın yolunu hatırlama zamanı!

Britanya merkezli Co-op Vakfı’nın yayımladığı araştırmaya göre geçim krizi derinleştikçe gençlerin de giderek yalnızlaştığına vurgu yapılmış. Kıta Avrupası ve klasik tabirle batı ülkelerinin bu yalnızlık sorunu, sık yazıldığı için pek de ilgi çekici olmayan bir sorun. Ancak önce pandeminin getirdiği kapanma dönemi, ardından ekonomik kriz ile derinleşen geçim sorunu ile birleştirdiğimizde önemli bir duruma işaret ediyor. Ancak yalnızlığı bireysel bir sorun olarak görmek, feci halde yanılmanıza neden olacaktır; zira, kentlerin kamusal alanlarının giderek piyasalaşmasından, kent ormanlarının talanından, kamusal hizmetlerin metalaşmasından, geçinebilmek için daha uzun ve yoğun çalışmanın gerekmesinden, artan kiralar, pahalı ulaşım ve gıda fiyatları nedeniyle sosyal faaliyetlerin giderek azalması ve hatta işsizlik nedeniyle daha büyük çapta insanın evden çıkamamasından, bakım yükleri nedeniyle zaman yoksulluğu yaşayan kadınların durumuna her şeyle ilişkilendirilmeli yalnızlık. Daha da açık söyleyecek olursak, James Greig’ın Tribune’de yayımlanan makalesinde ifade ettiği gibi, “yalnızlık politik bir problemdir”*.

Georg Simmel, modern kentleri tanımladığı ünlü makalesinde şehir hayatının bireyselliği ve yalnızlığının metropollerin ayırt edici özelliği olduğunu yazar. Anca bugün bahsedilen, kişinin aidiyetlerini inşa edebildiği veya yalnız kalmak istediğinde çekilebileceği kalabalık kuytu köşeleri bulması değil. Bireysel tercihler veya bir karakter özelliği de değil. Bir kendini içinde bulduğu topal afet hali de değil. Yalnızlık bugün, bir ceza gibi önümüze düşen çaresizlik hali ve dahası sağ politikanın üzerinde kendini örgütlediği öfkeli kalabalıkların çıkışsızlığı. Zira güvencesiz çalışma ve geleceğe dair kaygı duymayı normalleştiren yaşam koşulları ile ekonomi politik çerçevesi hayat buluyor. Dahası bu çerçeve de sermaye gruplarının aralarındaki yıkıcı rekabete rağmen daha büyük birikim olanaklarını garantileme görevini asli kabul eden iktidarların büyük çabasıyla gerçekleşiyor.

Ekonomik krizi toplumsal çöküntüye dönüştüren kısır döngüyü biraz daha açmak için yeniden Greig’in yazısına ve onun eksik bıraktığı yerde Nancy Fraser’a bakalım: Britanya’da 2010 yılında uygulanan kemer sıkma politikalarıyla, kamusal alanların yok edildiği yani kütüphane ve gençlik klüplerinin kapatıldığı, halka mahsus parklarını bütçelerinin kesildiği (dolayısıyla bakımsız ve kent suçlarına imkan sağlayacak kadar çöküntü alanları haline geldiğine ekleyelim), milyonlarca kilometrelik otobüs rotalarının kaldırıldığı (dolayısıyla pek çok hizmetin bedelsiz sunulabildiği kent merkezlerine erişimin pahalı hale geldiğini düşünelim), kiralar pahalılaştıkça kent çeperlerine daha çok insanın taşındığı (ve daha da izole olduğu) bir hayatın manzarasını bir çırpıda aktarmış. 

Bu çerçeve hiçbirimize çok yabancı gelmeyecektir. Zira İstanbul’da ve pek çok büyük kentte bu eğilim hızlıca karşımıza çıktı. Üstelik pandemi döneminde hız verilen evden veya uzaktan çalışma ile bu sürecin daha da yaygınlaştığı açık. Dijital olanaklar ile yemeği bile eve istemek mümkünken, dışarıya çıkmanın müsriflik olarak görülebildiği dönemdeyiz.

Bir de bu sürece toplumsal cinsiyet açısından bakarsak, pahalı veya uzak olduğu için profesyonel çocuk, yaşlı, hasta bakımı hizmeti almanın imkansızlaştığı bir dünyada, kadınların daha da fazla bakım yükünü üstlenmesi gerekirken aynı zamanda, eve gelir getirmeleri veya en azından tek ekmek getireni erkek olan evlerde yaşam maliyetlerini düşük tutmaları bekleniyor. O halde bunu yapmak, kadınların sosyalleşme imkanlarını imkansızlaştıracaktır. Ancak hepimizin bildiği gibi aslında bakım toplumsal bir iş, evde yalnızca kadının sırtına yıkılan bakım işlerinin yapılması sadece kadınları yalnızlaştırmak, çaresizleştirmekle kalmıyor, aynı zamanda yükü de ağırlaştırıyor. Zira bakım işini krize dönüştürüyor. 

Dolayısıyla görüldüğü gibi hükümetin her tasarruf politikası, sermayeye vergi indirimleri ve transfer ödemeleri ile kaynak aktarırken bizlerin yaşamından çalıyor. Dahası sermayenin yarattığı kirlilik ve kaosa karşı, medyada her şeyin suçunun insanda olduğu ve kadere boyun eğmenin gerektiğine dair görüşler de yalnızlık karşısında tek kurtuluş seçeceği olan örgütlenme ve politikleşmeyi hayal etmeyi bile zorlaştırıyor. Yalnızlık sorununun herkesi ezilenler hiyerarşisindeki konumuna göre çeşitli şekillerde deneyimlediğini de unutmamalı. Sennett’in yetimler ittifakını yeniden düşünmenin zamanı belki de. İçinde yaşamak zorunda kaldığımız korkunç koşullardaki arkası olmayanlar, bir dikili ağacı kalanlar ve politik aidiyetleri nedeniyle dışlanmışların bir arada durabilmesi tek yaşam olanağıdır. Yani, mahalledeki anti-kapitalist dayanışmacı örgütlenmeden, birleşik işçi direnişleri, kadınların enternasyonel isyanı ve Rojava’ya kadar açılan geniş yelpazeyi, nefes almanın yolunu hatırlama zamanı!

*Kaynak: https://tribunemag.co.uk/2022/11/loneliness-is-a-political-problem [Can Koçak’ın çevirisiyle: https://vesaire.org/yalnizlik-politik-bir-sorundur/]


Nevra Akdemir, PhD.
(She/Sie)

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.