Faşizmi yenmek

Rojbin EKİN yazdı —

  • Çocuk istismarcılarına, kadın katillerine, halklar düşmanına en güçlü cevap da 28 Mayıs günü herkesi oy kullanmaya ikna ederek verilebilir. Bunun fırsatı da koşulu da vardır, yeter ki kazanmaya, başarmaya inanç olsun.

14 Mayıs akşamından bu yana çok şey söylendi. Sandık başına giden ülke yarısı, umutlu bir 15 Mayıs sabahına uyanma coşkusuyla gitti. Ortak amaç ve en büyük umut, faşist iktidarı ve onun ‘reis’ini devirmekti. Bu yüzyılın en güzel umuduydu ve bu umudun etrafında birleşenlerin çabası da bir o kadar değerliydi. Şimdi en çok yürütülen tartışmalardan biri de kimin kazanıp kimin kaybettiği tartışması. Asıl olan da herbirimizin bu soruya verdiği cevap ve kendimizi ikna ederken neye dayandığımız. Dolayısıyla nasıl bir atmosferde seçime gidildiğini, faşist rejimin 21 yıl içerisinde Türkiye’de nasıl kurumsallaştığını hesaba katmadan “olmadı, kazanamadık, yine mevcut çoğunluk onlarda” demenin yılmaktan, pes etmekten ve en önemlisi de geleceğe dair umutsuz düşmekten başka herhangi bir sonuç açığa çıkartmayacağını hepimiz bilerek doğru okumalar yapabilmeyiz.

Hırsız yine çaldı

14 Mayıs seçimlerinin eşit ve adil koşullarda gerçekleşmediği aşikar. Uzman hırsıza dönüşen bu faşist iktidarın, nasıl ve hangi yöntemlerle oy çaldığını, 21 yıllık AKP iktidarıyla açığa çıkan resmi çok iyi tarif edenler, yazan ve çizenler oldu. Birçoğumuz belki de yapmamız gereken tanımları onların yaptıkları tanımlar içerisinde bulduk. Ama herkes bildiğini, gördüğünü ve yaşadığını birbirine değil bir kez, gerekirse binlerce kez hatırlatmak ve anlatmak durumunda. Bu iktidarın hırsız, yalancı, sahtekar ve zorba olduğu konusunda Türkiye’de yaşayan yüzde yetmişlik kesimin hemfikir olduğu kanısındayım. Bu yüzden her zaman olduğu gibi 14 Mayıs seçimlerinde de çaldı, hem de çok büyük çaldı. Faşist blok karşısında demokratik ve özgür bir gelecek yaratma iddiasıyla bir araya gelenlerin, açığa çıkan bu sonuç karşısında elbette kendilerini gözden geçirmeleri ve doğru özeleştiriyi başarıya kilitlenerek vermeleri en doğru tutum. Dolayısıyla doğru örgütlenememenin, hırsız ve zorba olan bu faşist rejim karşısında yeterli tedbir alamamanın yaratmış olduğu bu sonucu hala değiştirmenin koşulu ve zamanı var.

Ayrıştırarak değil, daha fazla kucaklayarak

Peki neler yapılabilir? Bir kere toplumu ve halkları ayrıştıran argümanlara sarınılmamalı. Daha fazla kucaklayarak yola devam edilmeli. Millet İttifakı cumhurbaşkanı adayının, öncelikle faşist iktidarın estirdiği militarist ve milliyetçi havanın Türkiye’nin geleceğine çok büyük zarar verdiğini Türk halkına iyi anlatması gerekir. Türk halkının bu konuda bilincinin açılması, inanç istismarı, Kürt ve kadın düşmanlığı üzerinden yükselen savaş stratejilerinin, şatafatlı reklamlarla -ne kadar güçlü olduklarını göstermek adına- üretilen savaş ve öldürme araçlarının Türkiye’nin demokratik ve özgür geleceğine en büyük zararı verdiğini, kim daha fazla milliyetçi yarışına girmeden yapılmalı. Ekonominin, ekolojinin, siyasetin, inancın, sanatın vs. toplumun kendisini ifade edebildiği tüm yaşam alanlarının bu faşist iktidarın ürettiği kutuplaştırıcı ve düşmanlaştırıcı politikalarla nasıl zarar gördüğünü kavratmak gerekir. Yükseltilmeye çalışılan milliyetçiliğin, şovenizmin ve militarizmin Türkiye’nin tüm değerlerini yok edeceğini ve geleceğini daha büyük savaşlara teslim edeceğini hatırlatarak yol alınmalı. Kim daha fazla vatansever ve milliyetçi yarışına girilirken, özgür ve demokratik bir yaşam için yarım asırdır mücadele eden, her türlü bedeli göze alarak direnen Kürt halkının hassasiyetleri göz önünde bulundurulmalı. Kürt halkının varlık ve mücadele değerlerine saldırarak ve “terörist” söylemine sarılarak seçim propagandası yapmak Erdoğan’a kazandırmadığı gibi muhalefetin adayına da kazandırmayacaktır. Dolayısıyla Türk halkını kimden yana tercih yapmaları gerektiği konusunda ikna etmeye çalışırken, Kürt düşmanlığı değil, kardeşlik, barış, özgürlük ve demokrasinin hep birlikte inşası vadedilerek propaganda yürütülmeli, milliyetçilik zehrinden Türk halkını kurtarmaya odaklanılmalı. Kürt halkının bu faşist iktidarın gitmesi için ortaya koyduğu kararlı duruş örnek gösterilmeli. Türk halkı da Kürt halkının faşizm karşısında ortaya koyduğu direniş tutumuna çekilmelidir. Uzun vadede kazandıracak ve demokratik bir ülkenin temellerini sağlam bir şekilde atacak olan yegane adım budur.

Kazanmalıyız, mutlaka kazanmalıyız...

Bu faşist rejimin yeni ortaklarıyla birlikte Türkiye’yi Afganistan’dan da beter bir sisteme taşıyacağından kimsenin kuşkusu olmasın. Bu konudaki kaygılarını en çok da dile getirenler, bunun için yıllardır kesintisiz bir biçimde mücadele edenler ve her fırsatta bu faşist rejimin maskesini düşürmeye çalışanlar kadınlar, Kürtler ve Türkiye’de ötekileştirilenler. Kadınların öncülük ettiği bu direniş cephesine Türkiye’nin özgür geleceğine dair hassasiyetleri ve bu yönlü kendisini sorumlu gören herkes katılmalıdır. Faşizmin başı, ‘reisi’ kaybederse mücadeleyle, direnişle sonuç alınabileceğinin umudu daha da güçlenecektir. Bu umut hep birlikte daha çok örgütlenerek, halkın iradesine, oylarına sahip çıkarak yaratılabilir. Çocuk istismarcılarına, kadın katillerine, halklar düşmanına en güçlü cevap da 28 Mayıs günü herkesi oy kullanmaya ikna ederek verilebilir. Bunun fırsatı da koşulu da vardır, yeter ki kazanmaya, başarmaya inanç olsun. Kadınların, Kürtlerin ve tüm Türkiye halkının bunu gerçeğe dönüştürmek için çok fazla sebebi ve yarası var.   

Gündeme konu olan ikinci tur cumhurbaşkanlığı seçimlerinde sonuç ne olursa olsun, Türkiye ve Bakur Kurdistan halkları, Erdoğan faşizmiyle yaşanmayacağını birinci tur seçimlerde ilan etti. Seçim çalışmaları kapsamında da iradesini, amacını, yaşam ve mücadele gerekçelerini, beslendiği kaynağı da net bir şekilde ortaya koydu. Aslolan bu iradenin her şeye rağmen zafere taşınması kararlılığını sürdürmek ve birlikte özgür yaşamı mutlaka yaratmaktır.

 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.