Gençler diktatörler için demokrasiye sırt çeviriyor
Toplum/Yaşam Haberleri —

Irkçılık karşıtı eylem
- “İnsanlar öfkelenmekte haklı, ancak bu öfke yanlış hedefe yönlendiriliyor. Demokrasiye olan inanç, başarısız bir ekonomik sistem yüzünden çöküyor ve bu krize ikna edici cevaplar sunulmadığı takdirde, bu durumun sonuçları ölümcül olabilir.”
OWEN JONES / Çeviri: EYLÜL DENİZ YAŞAR
1930lu yılların egemen faşizmi dünyayı soykırımcı bir savaşa sürükledi. Ancak aşırı sağa yapıştırılan yaftalar gibi anılar da unutuldu gitti - ve bu çok tehlikeli.
Demokrasi dünya genelinde ölüyor. Bu kulağa panik verici gelebilir ve şu soruyu akla getirebilir: Bu gerçekte ne anlama geliyor? Artık seçim olmayacak mı? Muhalefet kriminalize mi edilecek? Eğer ölçütler bunlarsa, Vladimir Putin'in Rusya'sı hala bir demokrasi. Federal parlamento Duma'da altı siyasi parti temsil ediliyor ve 20'den fazla tescilli siyasi parti var. Ancak sizin de anlayacağınız üzere Rusya bir demokrasi değil: aslında bu ülke, Joseph Stalin döneminden bu yana daha fazla Rus'un siyasi faaliyetlerinden dolayı zulme uğradığı, otoriterlikten totaliterliğe doğru yol alan bir ülke.
Demokrasiden memnun olmayanlar
Demokrasiye olan inanç tartışmasız bir şekilde düşüşte. Yeni bir araştırma, 45 yaş altı Britanyalıların beşte birinin bir ülkeyi etkili bir şekilde yönetmek için en iyi sistemin “seçimlerle uğraşmak zorunda olmayan güçlü bir lider” olduğuna inandığını ortaya koyuyor. Bu, dünya genelindeki diğer bulguları da yansıtan bir sonuç. Cambridge araştırmacıları tarafından 2020 yılında yapılan bir çalışmada 160 ülkedeki eğilimler incelenmiş ve genç kuşakların “demokrasi hususunda giderek daha fazla “hayal kırıklığına uğradığı” tespit edilmiştir. Pew Araştırma Merkezi'ne göre, 12 yüksek gelirli ülkedeki vatandaşların yaklaşık üçte ikisi 2024 yılında demokrasiden memnun değilken, bu oran 2017'de yüzde 50’den biraz azdı -yani demokrasiden memnun olmayanların oranı yedi yılda yüzde 40lar’dan yüzde 70ler’e yükselmiş.
Ekonomik dışlanmışlık
Peki neden böyle oluyor? İstikrarsızlık ve güvencesizlik dışında pek bir şey getirmeyen ekonomik modelin bunda payı büyük. Cambridge araştırmasına göre ekonomik dışlanmışlık gençler arasındaki hoşnutsuzluğun başlıca nedeni. Bu konu da Rusya örneği ibretliktir; Sovyetler Birliği dağılırken, Rusya'nın yeni başkanı Boris Yeltsin 1990'da şöyle demişti: “Halkın yaşam standartlarının düşmemesini sağlayabiliriz, hatta zamanla yükselmesi gerekir.”
Sonra ne mi oldu? Dört yıl içinde Rusların reel gelirleri yarı yarıya azaldı ve şok terapi politikaları sayesinde 32 milyon Rus yoksulluğa sürüklendi. 2021 yılına gelindiğinde Rusların sadece %16'sı “batılı demokrasi modelini” onaylıyordu. Serbest piyasa kapitalizminin kargaşası demokrasi bayrağı altında sunuldu ve Putin'in ustalıkla istismar ettiği bir hayal kırıklığı duygusu yarattı.
Britanya 1990'ların Rusya'sının yaşadığı dehşeti yaşamasa da neoliberal ekonomi politikaları ve kemer sıkma politikalarının o zehirli karışımı gençleri perişan etti. Thatcherizm* özgürlük vaat etti ama bunun yerine güvencesizlik getirdi. Sigortalı işler buharlaştı, kiralar uçtu, ücretler çakıldı, gençlik hizmetleri yok edildi ve mezunlar üniversiteye gittikleri için ceza gibi ağır borçlarla karşı karşıya kaldı. Genç Britanyalılar, çoğunun hiç oy vermediği politikaların acısını çekti. Demokrasinin onlara ve neoliberalizmin keskin ucunda acı çeken diğer ülkelerdeki akranlarına giderek daha cazip gelmemesine şaşmamak gerek. Örneğin Fransa'da gençlerin neredeyse üçte biri demokrasiye olan inançlarını kaybettiklerini söylüyor.
1930’lardan 1960’lara faşist sempatizanlık
Bu zehirli karışımda bir şey daha var. Örneğin ABD’yi ele alalım. 1960'lar ve 70'ler Trump-vari bir figürün ortaya çıkması ve zafer kazanması için sonsuz verimli bir zemin sunuyordu. Ekonomi krizdeydi - yüksek enflasyon ve yavaş büyümenin zehirli bir karışımı yaşanıyordu. Sivil haklar hareketine karşı sert bir ırkçı tepkinin yanı sıra ABD genelinde ayaklanmalar baş gösteriyordu. Ağır suçlar bugünkünden çok daha yüksek seviyelere çıkmış, 60'ların ortası ile 70'lerin sonu arasında cinayet oranları iki katına çıkmıştı.
Vietnam savaşında yaklaşık 60.000 ABD askerinin ölmesinin ardından, çatışma aşağılayıcı bir yenilgiyle sonuçlandı ve ABD'nin gerileyen bir güç olduğu duygusu yaygınlaştı. Yüzlerce inşaat işçisinin New York'ta savaş karşıtı protestoculara şiddetle saldırdığı 8 Mayıs 1970 tarihli “baret isyanı”nda da görüldüğü üzere, sola karşı tepki çok daha yaygındı. Vietnam savaşında yaklaşık 60.000 ABD askerinin ölmesinin ardından, çatışma aşağılayıcı bir yenilgiyle sonuçlandı ve ABD'nin gerileyen bir güç olduğu duygusu yaygınlaştı. Yüzlerce inşaat işçisinin New York'ta savaş karşıtı protestoculara şiddetle saldırdığı 8 Mayıs 1970 tarihli “baret isyanı ”nda da görüldüğü üzere, sola karşı tepki çok daha yaygındı.
Trump'ın o dönemdeki en yakın ana akım muadili George Wallace'dı; ırkçı ve ayrımcı olan Wallace, şu anki seçilmiş başkandan daha az kaba ve demagojikti. Wallace 1968 başkanlık seçimlerinde %13,5 oy almıştı. ABD Richard Nixon'u ve ardından da oldukça farklı bir sağcı olan Ronald Reagan'ı seçmişti. Gerçekten de 1930'ların ABD'si faşist sempatizanlığa 60'lar ve 70'lerde olduğundan çok daha fazla yatkınlık gösteriyordu. Nazi sempatizanı rahip Charles Coughlin, ABD nüfusu 130 milyonun altındayken radyo programının 30 milyon dinleyicisi olmasıyla övünüyordu; bir ankete göre popülerlik ve güç açısından Başkan Franklin D. Roosevelt'ten sonra ikinci sıradaydı.
Asıl soru bu öfkeyi kim kullanacak?
Ne değişti? Soykırımcı bir imha savaşına yol açan 30'lu yılların faşist deneyiminin gölgesi etkisini yitirdi. Diktatörlüğün ve aşırı sağcılığın itibarı üzerindeki yafta silinmeye başladı. 70'li yılların Amerikalı seçmenleri de belki derin bir hayal kırıklığı içindeydi, ama onlar en azından Trump'a baktıklarında onda çok fazla Mussolini kokusu, çok fazla Hitler yankısı olduğunu görebilirler ve bundan korku duyabilirlerdi. Artık o korku kalmadı.
Kapitalizm altında demokrasi, ortalama seçmenden çok daha fazla güce sahip olan şirket çıkarları ve plütokratlar tarafından her zaman büyük ölçüde kısıtlanır. Ve kapitalizm ne zaman krize girse, tıpkı 2008'de olduğu gibi, köklü kusurları halkta öfke yaratır. Asıl soru bu öfkeyi kimin kullanacağıdır. En büyük tehlikelerden biri, giderek yükselen aşırı sağın yıkıcı derecede başarılı bir sosyal medya stratejisi geliştirmiş olması ve giderek artan sayıda takipçiyi radikalleştirirken, solun onların ışık yılı gerisinde kalmasıdır.
İnsanlar öfkelenmekte haklı, ancak bu öfke yanlış hedefe yönlendiriliyor. Demokrasiye olan inanç, başarısız bir ekonomik sistem yüzünden çöküyor ve bu krize ikna edici cevaplar sunulmadığı takdirde, bu durumun sonuçları ölümcül olabilir.
* Thatcherizm: Adını 1979-1990 yılları arasında Birleşik Krallık Başbakanı Margaret Thatcher'dan alan, serbest piyasa ekonomisi, özelleştirme ve devlet müdahalesinin azaltılmasını savunan muhafazakâr liberal bir politikadır. İşçi haklarının kısıtlanması ve sendikalara karşı sert önlemler alınması, bu politikanın önemli unsurlarıdır.