Gerçeği söylemenin cezası var

Dosya Haberleri —

Fatoş İrwen

Fatoş İrwen

Fatoş İrwen, sanat dünyasındaki egemen ilişkilere dair sorularımızı yanıtladı:

  • Sanat olayı üzerinden hafıza ve hakikat tartışmasına ilişkin değerlendirmede bulunan İrwen, 'Sur’da turizmi canlandırma lafları ediliyor. Gaflet üstüne gaflet! Yani nerden tutsan elinde kalıyor, nerden baksan ahmakça!' diyor.

 

MİHEME PORGEBOL

Sanatın yaşamla ilişkisi yadsınamaz. Bu alanda atacağınız her adım yaşamın kendisinden beslenir. Üreten sanatçılar, üretilen eserler, gerçekleşen sergiler, gösteriler ve sanat adına ne tür devinim olursa olsun yaşamın gerçekliğinden bağımsız olamaz. Hele ki içinden geçtiğimiz süreç ve içinde yaşadığımız toplumda... İktidarların kendi sanatçıları eliyle politikalarını uygulayıp propagandalarını yaptığı bir ortamda yaşamın gerçekliğiyle bağını koparmayan sanatçılar itilir, kakılır, sevilmez. Fatoş İrwen'in, 2012 yılında Türkiye hapishanelerinde gerçekleşen açlık grevlerine dışarıdan ses olmaya çalışırken gözaltına alınıp senelerce hapis cezasına çarptırılması da bunun bir örneği. İrwen, içeride de üretmeye devam etti. Tahliye olduktan sonra tüm işlerini elden geçirip sanatseverlerle buluşturmaya başladı. Belki de 2012 yılından beri içinde ve zihninde biriken anlatıları nedeniyledir; ürettiği her iş ve yaptığı her sergiyle tüm gözleri üzerine çekiyor. Biz de Fatoş İrwen'le sanatı, sanata yaklaşımı, sanat dünyasındaki egemen ilişkileri ve sanatçının kimliğini konuştuk:

Sevgili Fatoş, seni biraz senin cümlelerinle tanıyabilir miyiz? Sanat serüvenini kısaca anlatabilir misin? Özetle, kimsin ve nasıl bir sanat üretip nelerden besleniyorsun? 

Diyarbakırlıyım bildiğiniz gibi. Çocukluk ve üniversite yıllarım hep Diyarbakır'da Suriçi'nde çok kalabalık bir ailede geçti. Kültürel olarak pek de homojen bir yapıda büyümedim ve bunun önemini yıllar geçtikçe çok daha iyi kavradığımı söyleyebilirim. Açıkçası şanslı sayıyorum kendimi. Bu yüzden ev içi yaşantımıza da yansıyan bir çeşitlilikle süren yaşam, politik çalkantıların eksilmediği gündemlerle sert bir coğrafya. Sanat daima vardı rutinimizde. Dengbêjlerden, ağıtlardan türkülere, pop, arabeskten operaya, klasik eserlere kadar birçok form her daim avludan yankılanırdı. Suriçi çok sesli bir müzik orkestrası gibidir. Nevi şahsına münhasır bir yer. Sanat hayatımın kökleri çocukluk yıllarıma dayanırken bu dönemler politik olarak da belli tavırların altyapısını oluşturuyor haliyle. Her şey ile iç içe bir hayat.  Tüm bunları yaşayıp her kuytusunda resim yaptığım yerdir Sur. Hem cenneti hem cehennemi yaşadığımız  yer. Bu yüzden mekanlarla kurduğum ilişki hep çok özel, çok tutkulu ve çok da kavgalı  oldu. O keşmekeş ve kalabalığın bir avantajı vardı benim için; kaybolmak. Kalabalık, kaybolma fırsatı yaratarak soluk aldırıyordu. Kaybolmak başlı başına  hayallerimle, düşüncelerimle buluşmaya alan açan bir durum. Benim için üretmek de bu kayboluşların devamı oldu hep.  Bu  en önemli beslenme kaynağım, aslında başlangıcım desem isabet olur. 

Sokak yaşamı, kadınlar, okuduğum kadınlar, annemin anlattığı kadınlar, cinayete kurban giden kadınlar, etrafımdaki erkeklerin formülize ettiği kadınlar, zamansız kayıplar, adaletsizlik ilk soruların kaynakları. Zamansız kayıpların acısı pek dinmiyor. Belki de bunları dindirme çabasıyla hep canlı bir varlık gibi aramızda sayıyoruz onları, bu şeklide birlikte yaşıyoruz.  Tüm bunlar benim unutamayacağım ve detaylarına girmek istemediğim, dilimin sınırlarında tıkanan  sorularla dolu sancılı bir dünya. Ürettiğim işlerim de bu sancılı evrene dair yaşadıklarım oluyor.

 

Video, fotoğraf, enstalasyon vb. birçok formda eserler üretiyorsun ve çok geniş bir malzeme paletin var. Bir sınırın yok mu? Her şeyden sanat üretmeye dair motivasyonundan bahseder misin biraz? 

Hayır sınırım yok ve asıl motivasyonum yaşam! Ürettiğim her eser düşündüğüm her meseleye göre  farklı  araçları kullanmaya yöneltiyor beni. Resim başta olmak üzere, video, tekstil işleri, kurgusal fotoğraflar, performans, enstalasyon vb. pek çok araç kullanıyorum işlerimde. Babamdan, amcamdan geçen bir huyla çocukluğumdan beri bir toplayıcıyım mesela. Bedenime ait parçalar, doğaya, mekanlara ait parçalar, dokular hep ilgi alanım içinde ve bunları anlamak, idrak etmek yaşamı anlamaya dönük  kaynağım. Bu sebeple  her bakımdan yelpazemi  geniş tutmamı sağlıyor. Uçsuz bir arazide kaybolmak gibi.  Nesnelere bakışım, bedene bakışım, coğrafyama, kendi türüm dışındaki türlere bakışım bir bütünlükle akışkan ve girift bir yapıyla oluş halinde. Her şey birbirini tamamlayan parçalar olarak var ve bir şeyler bozuldukça başka bir fikriyatla yeniden oluşuyor. Yaranın deşilip taze hücrelerin canlanması gibi ve o yarayı iyileştirmesi gibi. Beynim böyle çalışıyor, etrafımdaki şeylerle de böyle konuşuyorum, dokunuyorum, dokuyup deşiyorum bazen ve yeniden yeniden, hep bir akış hali…

Fatoş İrwen bu akışın neresinde ve bu akışın içerisinde nasıl deviniyor? 

Çocukken kaybolmaktan bahsettim ya; bu durum yıllar içinde Suriçi'ndeki evlerde, sokaklarda gezinen bir hayalet oldu. Bedenimi çok fazla kullandım, kullanıyorum. Bazen bedenimi belirsizlik alanına taşıdım, diktim, deştim. Bazen gene bir hayalet gibi linç kültürünün en yoğun coğrafyalarında dolandım, kayboldum. Bazen  çocukluğumdan bu yana biriktirdiğim saçlarımı yiyerek tüm patolojik varlık hallerini, kadınlığa, bedene dair  hafıza denen illeti bu bedene gömdüm. Bu bedenin tanık olduğu, dışa akıttığı her şeyi bu bedene gömdüm. Bazen tek bir saç teliyle anlatıyorum hayatı bazense son derece yorucu bir alan yaratarak, çizerek akıtıyorum zihnimdekileri.  Hep bir performatiflikle yeni tarih yazımı fikirleriyle boğuşurken iktidarı krize sokan metinler oluştu. Kaos aralığı yaratan işler olarak yerini buldu. Daha önce de belirttim; Tanımlanmış formların dışında bir şeyle karşılaşmak çok daha sinir bozucu ve ürkütücü olabiliyor. Bu minvalde ele avuca sığmayan bir şeye dönüşmek  bana özel bir keyif veriyor. Hiçbir meselemi belirlenmiş kimlik kalıplarına mahkum etmeye niyetim yok. Bana göre hiçbir şey kaba bir bakışın sınırları içinde hapsolmayı hak etmiyor çünkü.  

 

Eserlerinde de aktarımlarında da -demin olduğu gibi- 'beden' üzerinde özellikle duruyorsun. Sık sık hem bir malzeme hem de bir çıkış noktası olarak kullanıyorsun bedeni. Bunu kadın kimliğinle ilişkilendirmek mümkün mü? Ya da; bedene verdiğin bu önemin kadın olmakla ilişkisi nedir?

Beden meselesi salt kadınlıkla ilgili bir mesele değil asla. Sadece kadın olduğum için kendi  felsefemle, yaşam tecrübemle bir bakışa aralıyorum, yöneltiyorum bu bedeni. Zaten işlerimde de her şeyin bedeni meselesi çok bariz. Evin, mekanın, dağın, böceğin, bitkinin, taşın, nesnenin bedeni, şeylerin bedeni,  biriktirdikleri, dönüşümleri  vs. Daha önce belirttiğim gibi kadınların, erkeklerin ve iktidar şiddetinin farklı yoğunluklarda olduğu bir ortamda yaşadıysanız çok doğrudan bazı şeylere tanık oluyorsunuz. Kıyaslamalarınızla ilk sorularınız adımlıyor hayatı. Tanıklıklarınız çocukken, yani henüz bazı şeyler kemikleşmeden başlıyorsa hayatınızın ileriki süreçlerinde de bu meselelerle mücadele etmeniz kaçınılmaz oluyor. Beden meselesi kıyasıya bir mücadele alanı.

Neden peki?

Biliyorsunuz eril zihniyetin erkeklik kalıpları dışında bir birey olmak çok tarihsel ve köklü, derin sorunlarla daha fazla yüz yüze gelmek oldu her alanda. Bu bir nedendir benim için. İktidarların hedefidir beden. Bu beden fikirleriniz, politik tavrınızın yuvasıdır ve  hedeftedir. İktidarlar -tarihte, mitolojide hep çıkar karşımıza-  bedene yaptıkları kötülükle fikirleri ve imgeleri darmadağın etme motivasyonuyla hem şiddetini somutlaştırdığı bir alan yaratıyor hem de bedene yönelik politikaları durmadan üretiyor. Teşhir edilen ölü bedenler, ölü bir bedenin bir daha öldürülmesindeki tatminsiz şiddet,  insanlık tarihinin en karanlık en can yakıcı tecrübeleri.  21. yüzyılda bile iktidarlar tarafından  bedene dönük en ilkel ve en gelişmiş şiddet uygulamaları bitmedi bilakis yöntemler  birbirini besleyerek çoğaldı sadece. Bedenin neredeyse tüm gözeneklerine nüfuz edip tümüyle nefes alamayacak boğuntuyla sarmalıyor doğrudan ve dolaylı şiddet, hukukun beslediği bir meşruiyet alanında sınırsızca vuku buluyor.  Beden nefessiz kalınca kıvranıyor, sonra kurtuluş hamleleri geliştiriyor, kendi potansiyelini artıyor, sınırlarını zorluyor ve kendini çoğaltıyor nihayetinde. Aslında çok yaşamsal bir refleksin, güdünün  sanatsal tezahürleri ve elbet bununla sınırlı olmayan bir akışa doğru sanat ve felsefenin, politikanın meselesi olarak bende yerini alıyor beden.

Ya kadın kimliğinin dezavantajları? Kürdistan'lı bir kadın sanatçısın. Kadın kimliğinin toplum ve iktidar tarafından nasıl bir saldırı altında olduğu malum. Sanat dünyasında da bu kimliğin birçok dezavantajları var. Kadın sanatçılar bu camiada neler yaşıyor?

Genel olarak kadınlar her alanda yaşıyor dezavantajları. Hem kadın hem Kürt kimliğin bir arada olmasının sanat dünyasında korkunç dezavantajları oldu. Başta kendi coğrafyanızda yaşıyorsunuz bu dezavantajları. İğneyi önce kendine batırmak lazım. Politik olarak devlet nasıl şiddeti belli hassasiyetler üzerinden uyguladıysa sanat alanında da aynı şey oldu. Gene eril egemen sanat piyasası, gene eril egemen sanat ortamına kendi ölçülerine göre belirlediği kişileri seçerek destekledi.  Pek çok kadın sanatçı bu yüzden sanatı bırakmak zorunda kaldı, kayboldular; tarihte olduğu gibi. Batılı hemcinslerimiz de dahil Kürt illerindeki kadın sanatçılarla buluşmayı, bir araya gelmeyi maalesef gene erkek sanatçılar aracılığıyla keşfetmeye çalışmakla yetindikleri için sanki kadın sanatçı hiç olmamış, yokmuş gibi kabuller oluştu. Bu kadar kolay bir yöntemle vicdanı da rahatlatınca gerisine gerek yok.  Böyle bir ortamda sağlıklı bir biraradalık mümkün olmadı doğal olarak. Düşünün gözünüzün içine baka baka tavırlarıyla ‘aslında varsın ama ben seni yok sayacağım’ dendi.  Karşımdaki benim bilgime o kadar sahip değil ki benim zaten görünmek istemediğimi idrak bile edemiyor. Yıllardır kendim için 'Hayalet' dememin sebebi bu. Özgürleşmem için gereken tek şey görünür olmama çabasıyla kendime araladığım özgürlük alanı. Çünkü kafa devlet kafası gibi çalışıyor; ya yok sayıyor ya da yok saymasa bile dar geleneksel kalıpları ölçüsünde ilişkilenip feodal geleneksel tarafıyla manipüle ediyor. Ya özgürlük anlayışınız istismar ediliyor, ya da kendi sanatsal çerçevelerini dayatıyorlar.  Son birkaç yıldır, bazı oluşumları tenzih ederek söylemem gerekiyor ki, bu kadar kıyıcı bir iktidar alanından hareket etmemiş gibi bu kez de “bakın kadın sanatçılarla çalışıyoruz” diye duyarlılık kesen, iyilik yaptığını zannederek  aynı zihniyetini revize ederek kendini göstermeye çalışan aynı erkek zihniyeti görüyorum, izliyorum. Çünkü batının kadın sanatçılar arayışına cevap gene kendileri olmuş gibi bir gösteriyle ortaya çıkıyor ve bu kez başka türlü pay çıkararak yeniden  konumluyorlar kendilerini. Reklam piyasası gibi. Mesela en çok ağaç katledenler  yeşili koruyalım mesajını daha fazla kullanır ya; o mevzu gibi.  Çuvaldızı başkasına batıracaksak da; 90’lardan beri gittikleri Kürt illerine Kristof Kolomb edasıyla gittiler. O kadar. Gerisini düşünün. Hep aynı iktidar kafası hep aynı erillik aynı popülizm beni tiksindiriyor.   

Belki biraz provokatif bir soru olacak ama; sanat dünyasında ticari, yer yer mafyatik ve kafa-kol ilişkilenmeleri olduğu söylenip duruyor. Sen bu konuda bir şeyler söylemek ister misin? Bu tarz ilişkilenmeler gerçekten var mı ve nasıl işliyor?

Ticari bir boyutu olduğu kesin, yüzyıllardır böyle bu. Mafyatik ve kafa kol işleri nasıl işliyor bunun bilgisine sahip değilim ama her zaman ilişkisel işleyen bir durum var. Maalesef nitelikten bağımsız bir işleyiş bu. Başka alanlarda da var bu. Müzik piyasasında daha bariz mesela ama gerçekten nasıl oluyor aklım almıyor. Benden uzak tanrıya yakın olsunlar. Kurnaz eril zihniyet ve bundan nemalananlar  binlerce yıldır bu hileli ilişkiler üzerine bina etti kendini. Kendini besleyecek karakterler, özneler yarattı. Bilimde, sanatta, edebiyatta, felsefede, hayatın tüm alanlarında bu ilişkiler ağı üzerinden koca bir yalan tarih var önümüzde. İçinden çıkmak mümkün görünmüyor şu haliyle. Üstelik başarı tanımlarını bunlar oluşturdular. Bu tanımlarla aslında gerçekte var olan farklı bir sürü potansiyeli katlettiler. 

 

Nasıl bir katletme?

Kırım her zaman savaşlarda birebir katlederek olmuyor. Farklı formlarda ve en sinsi  biçimleriyle karşı karşıyayız. Bu güç ilişkileri, güç birlikleri meselesi. Maalesef muhalif olduğunu söyleyen hatta bu tarz ilişkilenme hallerini eleştiren insanların bile eline fırsat geçtiğinde nasıl eleştirdiği kişiden beter olduğunu görüyoruz. Gücün yer değiştirmesi yahut paylaşılması meselesi. Üzücü şeyler tabi pek çok insan için ve pek çok üreten insanda ciddi umutsuzluğa, mutsuzluğa neden oluyor hatta bunların bedeli çok ağır oluyor da farkında bile olunmuyor. 
Bunlara takılmadan, uzlaşmadan üretmek, ısrarla üretmek ciddi bir irade meselesi. Her üreten bireyin de savaş alanında gibi tüm bunlarla mücadele etme gücünü göstermesini beklemek bin kat haksızlık ve büyük adaletsizlik. Hep bir egemen sömürge ilişkisini sömürgenin kendi kendini sömürmesiyle devam buluyor. Sistemlerin yarattığı faşist liderlere benzetiyorum. Ancak her konuda olduğu gibi bu konu da kendi zamanını bekliyor, elde patlıyor nihayetinde. 

Gerek eserlerinle gerekse de politik duruşunla sözünü sakınmayan bir sanatçısın. Kürt ve kadın kimliklerine dair hakikatinden taviz vermiyorsun. İnsanların anmaktan, bahsetmekten çekindiği kişi ve konuları tereddütsüz konuşuyorsun. Bunun sana dönüşü ya da yansımaları hakkında neler söyleyebilirsin?

Bahsettiğim tüm meselelerden kat be kat fazlasını pek çok insan konuşuyor aslında ama hep bir arkadan, dedikodu ya da kendi kendine konuşma şeklinde, mastürbatif yani. Pek çok sorunun çözümsüz kalmasının nedeni bu. İnsanlar ilişkilerini bozmamak adına ya da bir gün lazım olur duygusuyla yiyip yutuyor pek çok şeyi. Kişiliksizleştirmeye, kişiliksizleşmeye varıyor bu. Senden geriye bir eser çıksa ne olur çıkmasa ne olur. Bir haysiyet meselesi yani. Herkes haysiyeti ölçüsünde tavır sahibidir. Ben konuştuğumuz meselelerin, yönelttiğim eleştirilerin kamusallaşmasını istediğim için vurgu yaptım hep. Politik tavrım bunu gerektiriyor. Çünkü bu sorunlar kamusal sorunlar zaten. Kör döğüşü gibi sıkıcı bir döngüden çıkılsın istiyorum. En önemlisi de dediğim gibi haysiyet ve saygı meselesi. En başta da kendine saygı duymakla ilgili. Yoksa, ne dünyayı kurtarmaya çalışmanın beyhudeliğine kapılmaya, ne gereksiz gizem yaratmaya  ve ne de olmayacak romantizme düşmenin anlamı yok.  

Dengeyi nasıl kuruyorsun?

Mesafe çok önemli benim için. Türkiye gibi bir ülkede ilişkiler çok kırılgan maalesef. Bunu bizzat deneyimliyorum ve çok sıkıcı buluyorum artık. Karşımdaki insanın benimle, benim de karşımdaki bireyle olan mesafemizi  belirlememize  yardımcı oluyorum aslında. Kabalığa tahammülüm olmadığı gibi gereksiz vıcık vıcık budalaca nezaket beni ürkütüyor. O yüzden tereddüt etmenin bir anlamı yok. Her şeyin bunca değersizleştirildiği ve itibarsızlaştırıldığı bu ülkede bir şekilde ilişkilendiğim herkesin, her şeyin kendi olma haline duyduğum saygının bir  gereği olarak nitelendiriyorum bu ilişki biçimini. Başta biraz tuhaf bakılıyor, yer yer sallantılı oluyor ama sonrasında birbirinin gözlerine gerçekten bakan, gerçek, özgür bir ilişki alanı yarattığımızı hissederek yaşamak çok değerli.

Son zamanlarda yine bir sanat olayı üzerinden hafıza ve hakikat tartışması döndü. O örnek üzerinden gitmek istemiyorum ancak bu konudaki görüşlerini okudum ve sana sanatçının hafıza ve hakikatle ilişkisini, ona karşı sorumluluğunu sormak istiyorum.

Evet, daha önce konuya dair  görüşlerimi kısaca belirttim. Çok da gündemim olsun istemiyorum. Hakikat- hafıza kelimeleri son yılların en popüler kavramları. Alakalı alakasız sanat dünyasında hele çağdaş sanat alanında herhangi bir işi açıklamanın en kolay formülüne dönüşmüş kavramlar. Bu kadar duyarsız bu kadar belleksiz bir toplumda  aslında hayretle bakıyorum bu duruma. Kapitalist modern dünyada herhangi bir ürüne erişmek ne kadar basit ise herhangi bir kavramı da hoyratça kullanabilmek bu kadar basit. Ama gerçek umurlarında bile değil ellerinde kumanda ile kanalı değiştirir gibi gündem çok hızla değişiyor çünkü bu konfor alanı da var.  Böyleyken gerçekten kimin hafızası? Hangi hafıza, hangi yüzleşme?  O kadar imkansız ki şu halde. Daha kavramın kendisi dile gelir gelmez bile meselenin zaten unutulduğunu, yaşananların ne kadar hızlı manipüle edildiğini görüyoruz. Gerçek hafıza en atıl yerde terk edilmiş, yaşayanlar sessizliğine gömmüş gerçeği. Çünkü suç! Çünkü gerçeği söylemenin cezası var, farklı bedelleri var. 

2015 yılında Sur’da, Cizre’de çok şiddetli bir savaş ve büyük bir kıyım yaşandığında ölen insanların bedenleri o sokaklarda, bodrumlarda bekletildiğinde, aylarca ceset kokuları o sokaklardan çıkmadı. Suriçi'nde bunlar yaşanırken Sur’un dışında başka bir dünya yeni yerleşim yerleriyle, yeni güvenlikli sitelerinde o top seslerini uzaktan duyarak yaşadı. Böyle tuhaf bir yan yanalıktı. Suriçi sakinleri ne kadar yalnızlaştırıldıklarını dile getirirken bunu da asla unutmayacak ve asla affetmeyeceğini dilinden düşürmeyerek terk etmek zorunda bırakıldı. Ayda 200-300 lira kirayla oturdukları evler yıkıldı, her şey yağmalandı ve şimdiki hali inşa edildi. O yapılar trilyonlara satılıyor. İktidarın yıktığı yer gene iktidarın kanlı eliyle yeniden kendi arzusuna göre inşa edildi. Hiçbir iyileşme yaşanmadı. Uzun zaman buna tanık olanların üzerinden atamayacakları bir travmadır Sur. Çok ağır bir yük olarak kaldı Sur. Bu yükün ne anlama geldiğini yaşamayan asla bilemez ve belli ki bu tecrübeden yoksunluğun yarattığı bir kabalıkla, hoyratlıkla karşı karşıya kaldık. Öyle benim mahallem deyip meşrulaştırılabilecek bir durum yok. 

Madem bahsediyoruz; söylenildiği gibi bir "iyileşme" veya "yüzleşme" iddiası çerçevesinde nasıl değerlendiriyorsun?

Böyle bir yerde iyileşmenin sağlanması  da şu koşullarda çok zor, şimdilik imkansız da. Durum buyken böyle bir organizasyonla oraya özel uçaklarla safariye gider gibi gidilerek egzotizme kurban edildi yaşananlar. Oradaki kıyımı yapanların özneleriyle canciğer olanlar, kıyımı onaylayan yada sessiz kalanlar vardı orada. Kıyımı onaylayıp çelenk, çiçek gönderip kutlayan kesim vardı orada. Maalesef o tuzaklı yola giren muhalifler de vardı ve orada “hafıza” denen şeyler pazar malına dünüştürülüp egzotik bir ürün gibi servis edildi. Sanatçı çok duyarlı, safariye gelenler çok mutlu; yani herkes bir ucundan tırtıklıyor, bu ortaklığın adı da "yüzleşme" oluyor. Yüzleşmek bu kadar basite indirgenecek bir mesele değil. Kusura bakmayın ama devlet- iktidar  bunu sizden daha iyi biliyor. Çünkü öncesinde ne yaptığını da çok iyi biliyor ve çok iyi bildiği yerden oraya eşlik ediyor. Böyle bir organizasyonla tüm suçlarından arınacağının hesabını sizden daha iyi yapıyor. Yani; iktidarın izin verdiği ölçüde, izin verdiği alanda, izne tabi bir 'şov'da, izin verilen kıvamda yan yana gelinip ortaklaşıldığında orada bir yüzleşmeden değil uzlaşmadan söz edebiliriz ancak. Üstelik kaş yapayım derken göz çıkarırcasına... Yüzleşme adı altında bu uzlaşmaya itibar edilerek Sur’da turizmi canlandırma lafları ediliyor. Gaflet üstüne gaflet! Sonuç; oradaki manzarayla, ‘ne iyi iş çıkarmışım, iyi ki de yapmışım’ diyerek kendiyle gurur duyan bir iktidarın hafızası olumlandı birlik ve beraberlikle. Yani nerden tutsan elinde kalıyor, nerden baksan ahmakça!

Son olarak; Sanat özellikle son birkaç yılda bariz bir şekilde Kürtlerin gündeminde önemli bir yer tutmaya, tartışılmaya başlandı. Bunu neye bağlıyorsun? Sence ne oldu da sanat bu denli gündemler yaratmaya başladı?

Aslında hep vardı ama yeni yeni görülür oldu bazı şeyler. Teknolojinin gelişimi, sosyal medyanın buna etkileri kuşkusuz var. Bunlar görünürlüğü arttıran unsurlar. Ha iyi kötü ayrı şeyler, kendi içinde tartışılır. Ancak en önemli neden hem kişisel olarak hem  politik olarak ifade alanına sahip tek alan sanat. Siyasetin yapılmadığı bir ülke, ilişkilerin kırılgan olduğu, baskı mekanizmalarının uç boyutlarda, ekonomi diplerde, hukuk tüm şiddetin meşruiyet zemini, şiddetin, hukuk şiddetinin,  manipülasyonun aşırılığı, her gün işlenen kadın cinayetleri, çocuk istismarları, insan haklarının ayaklar altına alındığı, geleceksizlik, güvencesiz bir ülkede şans eseri hayatta kalma duygusuyla güne başlayıp günü devirmek karşısında korkunç çaresizlik yaşanırken her şeye rağmen derdi olan için sanat daha büyük bir ihtiyaç olarak çıkıyor ortaya.  Aynı zamanda bir mücadele alanı yaratıyor. Bu konuda Kürtler daha hissedilir boyutta  yaşadığı için bu olumsuzlukları daha bariz bir politik duyarlılıkla kendi ifade alanına taşıyor bu meseleleri diyebilirim. 

 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.