Hakikat yolcuları

Forum Haberleri —

  • “Eylemciler fedaice yola çıkmışlardı. Öleceklerini biliyorlardı, ama zafer ipini göğüsleyeceklerini de. Öyle de oldu...”
  • Kemal Pir, Hayri Durmuş’a seslenerek “önce ben ölmeliyim doktor” dediği zaman gözlerini kaybetmiş, takatten düşmüş ve hastaneye kaldırıldığı bir zaman diliminden bir hafta sonra şehadet mertebesine ulaşır. 
  • Hayri Durmuş’un önderliği birçok kez, çok farklı olay ve olgularda pekişmişti. Tartışılmaz bir önder olarak kabul edilen bir devrimciydi. Bu konumu 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu’nda da bir kez daha kanıtlanmıştı.
  • Ali Çiçek muhteşem bir konuşma ile ölüm orucuna girip Hayri Durmuş ve Kemal Pir’in yanında yerini alır. Ve şunları haykırır: “PKK bize teslimiyeti değil direnişi öğretti.”
  • Akif Yılmaz cezaevinde olduğu için o gün ölüm orucuna girememişti. Ölüm orucunun duyulması ile birlikte o da bulunduğu hücrede bir arkadaşıyla birlikte sürece dahil olmuştu.

FUAT KAV

Yürüyüşü muhteşem olan bir devrimciydi Kemal Pir. Karadeniz’in dalgaları gibi vurdukça açılan açıldıkça vuran, genişleyerek derinleşen bir devrimciydi. Fırtınayı andırıyordu. Bir “bager”, bir “talizok.” Ayak sesinden, yürüyüşünden ve heybetli duruşundan kendini hissettiren bir Laz, bir Türk, bir Kürt, Ortadoğulu bir devrimci; evrenselliği ruhunda taşıyan bir enternasyonalistti. Sesi, bakışı, tutum ve davranışları, oturup kalması, mimikleri tamamen özgün ve her şeyiyle cesaretle yoğrulmuş bir militandı.

Adı Kemal, soy ismi Pir’di. Hem kemaldi, hem pirdi. Kemale ermiş bir pirdi. Olgunluğuyla, kemale erimiş haliyle, sağlam, duru, sade ve keskin duruşuyla ruhunu devrime adayan Kemal Pir gerçekten “altın çağ” dediğimiz bir zamanın insanıydı. Keskin bakışlı, sert ama bir o kadar insancıl, yorum ve ileri görme gücü yüksek, analizleri derin, devrimlere, sosyalizme, Kürt halkının özgürlüğe sınırsız bir biçimde bağlı olan Kemal Pir, PKK içinde mümtaz bir devrimci olarak hep görüldü, yoldaşları ona bu bakış açısıyla, bu perspektifiyle hep yaklaştı. Bir komutan, bir analizci, bir filozof; düşmanlarına karşı keskin, sınırsız ve sonsuz öfke duyan, asla taviz vermeyen, başını hep yükseklerde tutan ve özü ile söz bir olan bu devrimcinin en cesur duruşu, Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi’nde gerçekleşen 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu’da çok daha belirgin bir biçimde ortaya çıkmıştı.

Kemal Pir: Cesurca savaştı
12 Eylül faşizminin Diyarbakır Cezaevi’ndeki temsilcileri olan 7. Kolordu Komutanı Kemal Yamak ile Cezaevi’nde sorumlu olan Esat Oktay Yıldıran’a karşı cesurca savaşmasını bildi. Bu işkencelerin söyledikleri her şeye mutlak anlamda kendi üslubuyla cevap verdi, onlar bir dediklerinde o on söylerdi. “Gel adamımız ol” dediklerinde, “ben Kemal Pir’im, Kürt halkına, PKK’ye, Abdullah arkadaşa sözüm var, son nefesime kadar bağlı kalacağım, daha önce onlarca kez tutsak düştüğüm zaman devletinizi temsil eden işkencecilere söyledim, şimdi de size söylüyorum. Size asla teslim olmayacağım” diye cevap verir. Ama öylesine cevaplar değil son derece keskin, ağır, derin ve ölümcül cevaplardı. Örneğin Esat Oktay’ın Kemal Pir’in hücresinin dış duvarına asılı olan bir ipe asılarak “Kemal Kendini bu iple assana” dediği bir anda ip kopar. O sırada Kemal Pir, “yüzbaşı, o ip seni bile kaldıramadı beni nasıl kaldıracak” diye yanıt verir.

“Oh be, özgürlük ne kadar da güz bir şey” dediği zamanda şehadet yolunda yürüdüğü bir zaman dilimindeydi. Yani şehadete giderken bile özgürlüğün güzelliğinden bahsedebilecek kadar özgürlüğe sevdalı bir savaşçıydı. Bir kölenin doğru yaşamı, hakikati, onurlu duruşu olamaz. Ama özgür olan birisi tüm bunlara sahipti.

Kemal Pir, Hayri Durmuş’a seslenerek “önce ben ölmeliyim doktor” dediği zaman gözlerini kaybetmiş, takatten düşmüş ve hastaneye kaldırıldığı bir zaman diliminden bir hafta sonra şehadet mertebesine ulaşır. Zafer ipini göğüslerken eyleminin elli yedinci günündeydi.

Hayri Durmuş: Bir dervişti
Hayri Durmuş, PKK’nin en derin düşünen, derin konuşan, düşünce zenginliğine sahip olan önderlerindendi. Gerektiğinde bir yerde saatlerce okuyup yazar, gerektiğinde saatlerce yolculuk yapar, gerektiğinde bıkıp usanmadan tartışıp konuşur, gerektiğinde ise saatlerce yerinde kalıp bir şey yemeden kalabilirdi. Sözcüğün gerçek anlamıyla bir dervişti. Devrimin, sosyalizmin, Kürt halkının, partisinin dervişiydi. Asla yakınmaz, asla sızlamaz, asla şikayetçı olmazdı. Her zaman ve her koşulda karşısına çıkan sorunlara mutlak anlamda bir çözüm bulurdu. Çaresiz, sorunlar karşısında bocalanan, ne yapacağını bilmeyen bir duruştan uzak, çözümcü, çare bulan, önüne gelen sorunlara ilişkin mutlak anlamda çözmesini bilen, bu anlamda herkese güven veren bir önderdi.

Hayri Durmuş’un önderliği birçok kez, çok farklı ve değişik olay ve olgularda pekişmişti. Tartışılmaz bir önder olarak herkes tarafından kabul edilen bir devrimciydi. Bu konumu 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu’nda da bir kez daha kanıtlanmıştı. Alınan kararın takipçisi olması, mahkemede geliştirdiği taktiklerle mahkeme heyetinden söz hakkını alması, eyleme başlama konuşması ve düşman karşısındaki duruşu gerçekten de bir öndere yakışırdı. Ancak o bunu yapabilirdi. “Ben bugünden itibaren ölüm orucu eylemine başlıyorum” dediğinde mahkeme salonundaki kaoslu sesler, keskin bir bıçak darbesi vurulmuşçusuna kesilmişti. İlk başta Hayri Durmuş’un sözünü kesmek istemesine rağmen daha sonra heyette büyük bir şaşkınlık ve tereddüt içinde onu dinlemek zorunda kalmıştı. Hayri ise zafer kazanmış bir komutan duruşu ile yerine geçmişti.

Hayri Durmuş’un başlatmış olduğu büyük eyleme Kemal Pir, daha sonra Ali Çiçek ardından onun peşinden birkaç tutsak daha katılır. Akif Yılmaz cezaevinde eyleme dahil olur… 

Ali Çiçek: PKK bize direnişi öğretti
Ali Çiçek muhteşem bir konuşma ile ölüm orucuna girip Hayri Durmuş ve Kemal Pir’in yanında yerini alır. Onurla, şerefle, yiğitçe ve cesurca kürsüye yürür. Söz aldıktan sonra mahkeme heyetinin gözlerinin içine bakar ve şunları haykırır: “PKK bize teslimiyeti değil direnişi öğretti. İşte ben de bu sözün gereğini yerine getirmek için Hayri Durmuş arkadaşın başlatmış olduğu ölüm orucuna katılıyorum.” Ve Ali devam eder: “Burada yaptığınız zulüm bir gün mutlaka yıkılacak ve tutsaklar kazanacak. Biz öleceğiz ama bizden sonra gelenler kazanacaktır. Ben dışarıdayken sömürgeciliğe karşı verdiğim mücadele sürecinde yapılan birçok eylemi ben gerçekleştirdim. Süleymanlılara, ağalara, Bucaklara, polise, ajan ve işbirlikçilere karşı yapılan etkili eylemlerde kendim yaptım, kendi inisiyatifimle bu eylemleri başarıyla tamamladım. Bunu da bilmeniz için burada yüksek sesle söylüyorum.”

Akif Yılmaz cezaevinde olduğu için o gün ölüm orucuna girememişti. Ölüm orucunun duyulması ile birlikte o da bulunduğu hücrede bir arkadaşıyla birlikte sürece dahil olmuştu.

Fedaice yola çıkmışlardı
Kervan yola çıkmış, ok yaydan fırlamıştı. 14 Temmuz büyük ölüm orucu 5 No’lu Cezaevi’nde yapılan eylem silsilesinin dördüncü halkasıydı. Birinci halka Ali Erek’in direniş sürecinde hunharca katledilmesiydi, ikincisi halka Mazlum Doğan’ın fedai eylemiydi, üçüncüsü, Dörtlerin ateşle dansıydı, dördüncü halka ise 14 Temmuz ölüm orucuydu. 14 Temmuz son halkaydı ve mutlak anlamda zaferi gerektiriyordu.

Eylemciler fedaice yola çıkmışlardı. Öleceklerini biliyorlardı, ama zafer ipini göğüsleyeceklerini de. Öyle de oldu. Eylemciler birer birer toprağa düştüler. Önce Kemal Pir, sonra Hayri Durmuş, ardından Akif Yılmaz, en son da Ali Çiçek…

Askeri cuntanın anlaşmadan, diyalogdan ve pazarlık masasına oturmaktan başka çaresi yoktur. Çünkü eyleme katılanların tümü fedaiydi ve hepsi de peşe peşe ölümü göze alacak kadar cesurdular. En nihayet Kemal Yamak ve çetesi ölüm orucunda bulunan tutsaklarla anlaşmaya varmak zorunda kaldı.

14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu aynı zamanda bir onur savaşıydı. Cunta Kürt halkını ve ulusunun onurunu kırmak, Özgürlük Hareketi’ni bitirmek, pişmanlık ve teslimiyeti tutsakların şahsında bir yaşam biçimi haline getirmek istiyordu. 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu tüm bunların önünü kesti ve cuntanın başarılı olmasını engelledi.

Şimdi Zap’ta savaşıyorlar
Özetle, 5 No’lu Cezaevi’nde zaferi kazanan tutsaklar, başarıyı elde eden Hayri Durmuş, Kemal Pir, Ali Çiçek ve Akif Yılmaz oldu. 14 Temmuz aynı zamanda Kürdistan’da özgürlük savaşını başlatma çağrısıydı. Bu çağrı onların yoldaşları ve Önder Apo, Ortadoğu zemininde aldıkları silahlı mücadele kararıyla yanıt verdi. 15 Ağustos Atılımı bu kararın pekiştirilmesiydi. İşte o günden bugüne kadar sürdürülen mücadele bu gerçekliğin, yani 14 Temmuz ruhunun doğru bir yaşamda anlam bulma ifadesiydi. Zap, Metîna, Avaşîn bu anlamın en somut halidir. 14 Temmuz direnişçileri şimdi genç savaşçılar olarak Zap’ta büyük direniyorlar.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.