HATAY’IN YASA DIŞI İLHAKI - 5 Temmuz 1938’i unutma

Mihraç URAL yazdı —

  • 5 Temmuz 1938 Hatay’ın askeri işgal günüdür. Kimse bizi aldatmasın, işgalci güçlerin asimilasyon ve propaganda fotoğraflarına da inandırmasın Hatay halkının iradesi askeri botlar altında ezilerek Hatay işgal edilmiştir. 

Bu günün önemi her geçen gün daha da artıyor. Özellikle Suriye olaylarıyla çok açık hale gelen kimlik algımız bu toprağın yerli halkı olarak üzerimize hükümranlık kuranlardan çok önce biz Suriyeliyiz Arap’ız. Bu kimlik dokumuzu yok etmek için çırpınıp duran Osmanlı’dan bu güne kadar gelmiş geçmiş tüm ırkçı faşist milliyetçi asimilasyoncu iktidarlara meydan okuyarak koruduk. Bundan sonra da korumaya ve kimlik haklarımızı sonuna kadar alma mücadelesi vererek halkımızın kendi kaderini kendisinin belirlemesini sağlayacağız bunu için ne türden fedakarlık gerekirse onu bu halkın evlatları vermekten çekinmeyecektir.

5 Temmuz 1938 Hatay’ın askeri işgal günüdür. Kimse bizi aldatmasın, işgalci güçlerin asimilasyon ve propaganda fotoğraflarına da inandırmasın Hatay halkının iradesi askeri botlar altında ezilerek Hatay işgal edilmiştir. Bu işgal karşı da Hatay halkı tüm barışçıl yollara baş vurarak uygar bir halkın demokrasi ve özgürlük arayışını yaparak karşı çıkmıştır. Bunu bilmeyen bu günün genç kuşakları gerçekleri adım adım bizden ve gerçekleri savunan aydınlardan öğrenecektir. Bu direnişe sadece Liva İskenderun Antakya ve havalisi Arap halkı yapmadı, bu kentte yaşayan tüm etnik dokularla birlikte omuz omuza ilhaka karşı irade beyan edildi (bunun tarihi kanıtı olan fotoğraflar yazıyla birlikte verilmiştir.) 

Kimi Türkleşmiş Arapların, TC’ci cahillerin anlatımlarının aksine bu halk hiçbir zaman ilhakı onaylamadı. Ona karşı bu güne kadar süren kendi dilini ve kültürünü bir biçimde koruma mücadelesiyle ve Suriye anavatanına bağlılığıyla gösterdi. Son Suriye olaylarında tek vücut olarak Arap halkının takındığı tutum bunun tecellisidir. Bu iradeyi gezi direnişinin Antakya boyutundaki derinleşmede görmemek siyasal cehaletten başka bir şey değildir. Bunu belgelerle kanıtlarla da her yeni yazımda ortaya tekrardan koyacağım. 

Şimdi bu işgalin bu ilhakın gayri meşruluğunu Türk diplomatlarının diliyle verdikleri kanıt ve belgelerle sunma zamanıdır:

Türkiye Cumhuriyeti, Hatay’ı uluslararası hukuka aykırı olarak ilhak ettiği gerçeğini o günün Birleşmiş Milletleri olan Cemiyeti Akvam, Fransa ile Türkiye arasında Hatay’ın ilhakına olanak tanıyan, 23 Haziran 1939 Türk Fransız ortak demeci’ni (Dêclaration Comun), kütüğe geçirmemekle, bu anlaşmayı tanımadığını ve uluslararası bir geçerliliğinin olmadığını ilan ettiği unutulmamalıdır. Türk Devleti bu gerçeği çok iyi bilir ve bunun için susmayı, başka şeyleri karıştırmamanın en olumlu yolu olarak görür. 

Olayları ciddi bir araştırmayla, tarafsızca sergilediğinde görülecek olan gerçekler, I. Dünya Savaşı ardından, galip devletlerin Ortadoğu’yu, 16 Mayıs 1916’da Sykes-Picot Anlaşması, Kasım 1917’de ilan edilen Balfour Bildirgesi ve Milletler Cemiyeti Yasası’nın 22. Maddesiyle öngörülen ve 28 Haziran 1919’da kurulan “Mandat” sistemi gereğince, Fransızlarla İngilizler arasında, iki bölgeye bölünüp (Fransızlara, Suriye, Kilikya ve Lübnan A bölgesi ve İngilizlere Filistin, Ürdün ve Irak B bölgesi olarak) 18-26 Nisan 1920 San Remo Anlaşmasıyla karar bağlanan manda altına almasıyla başlar. Bu başlangıç bölgemizde bu güne kadar süren, bitip tükenmeyen sorunların, kapanmamış dosyaların da başlangıcıdır. Bölgemiz manda altına, manda yasalarıyla girmiş, ancak emperyalist çıkarlar, hiçbir hukuk kuralına bağlı olmaksızın manda altına alınan ülke toprakları üzerinde insanlığa ve kaynaklara karşı insafsızca, pervasızca ve zalimce davranarak tasarruflarda bulunmuştur. 

“Birincisi; 1922 Manda yasası (Suriye’nin Fransız mandası altına alındığı Milletler Cemiyetince onaylanmış olan yasa 1920) 4. madde hükmü gereğince, “Mandaterin Suriye ve Lübnan topraklarının tümü ya da bir bölümünü vermesi ya da kiralaması ya da yabancı bir devletin denetimi altına bırakmaz”. Bu açıdan Mandater Fransa, Türkiye’nin Hatay için ısrarla istediği özerk ya da bağımsız yapı uluslararası anlaşmalara aykırı görülerek şiddetle reddedilmiştir. Lozan Anlaşması gereğince belirlenmiş olan Türkiye Suriye sınırında ısrar edilmiştir ki, bu anlaşma bu günde tek geçerli uluslararası anlaşma olarak Türkiye’nin sınırlarını belirlemiştir. (Aktaran. Emekli Büyükelçi İsmail Soysal, Türk Tarih Kurumunca verilen konferans, ‘Hatay sorunu ve Türk-Fransız siyasal ilişkileri s: 102. Ayrıca, Türk Tarih Kurumu üç aylık yayını BELLETEN cilt: XLVII, sayı.188, ekim 1983, sayfa:987-8) 

Bilmeyenler bu noktada da önemli yanılgılar içindedir. Türkiye Cumhuriyetinin en kutsal anlaşması sayılan Lozan Anlaşması’nda Hatay Türkiye sınırları içinde değildir. 24 Temmuz 1924’te imzalanan Lozan Anlaşması’nın onayladığı ve Kesim I’de 3. Madde olarak yer alan, “Suriye ile, 20 Ekim 1921 tarihli Türk-Fransız itilaf namesinin 8. Maddesinde açıklanan ve belirlenen sınır; İskenderun Körfezi üzerinden Payas mevkiinin hemen güneyinde olmak üzere seçilecek bir noktadan başlayacak ve yakınından meydanı Ekbez’e doğru gidecektir” demektedir. Uluslararası onay almış bu anlaşmaya göre Hatay Suriye’ye ait olduğu tespit edilmiştir. (Bkz. Lozan Anlaşması, ya da Türkiye Cumhuriyetinin Uluslararası Temelleri, Derleyen, TC. Lefkoşe Büyükelçi Müsteşarı Reha Parla. s:2) Bu ayrıca, 30 Mayıs 1926 sözleşmesi, 22 Haziran 1929 sınırına ilişkin Protokol ile ve 3 Mayıs 1930 Son Protokol ile saptanmış sınırdır. (İsmail Soysal, adı geçen konferans s; 102)

Bu hukuksuz anlaşma (23 Haziran 1939 ilhak anlaşması) ve eklerinin, 30 Haziran 1939 günü 3658 sayılı bir yasayla TBMM’ce onaylanması ve genel sekreterliğe iletilmiş olmasına rağmen, Milletler Cemiyeti (MC) 18. Madde gereğince kütüğe geçirilmiş olması gerekirken ki, uluslar arası bir onay görmesi için bu zorunludur, reddedilmiş ve kütüğe geçirilmemiştir. Bu gerçeğin ne anlama geldiğini çok iyi bilen Türkiye hariciyesi bu gün dahi pür telaş bu açığın kaygısını taşımaya devam etmekte, “nedenlerinin araştırılması gerekir” diyerek bunu dile getirmektedirler. Bundan da anlaşılması gereken şey, Hatay davası hukuki planda dahi çözülmemiş, sosyal ve ulusal alanda ise hiçbir geçerliliği olmamış bir sorun olarak gündemde durmaktadır. (Bkz. Adı geçen konferans s:102)” (Alıntıların tümü 7. ORDU VE HATAY DAVASI Mihrac Ural, s: 5)

29 Kasım 1937 tarihiyle birlikte Liva İskenderun ve Antakya civarının “ayrı varlık” olarak yeni bir statüye sürüklenmesiyle başlayan senaryo 5 Temmuz 1938 askeri işgaliyle doruğuna ulaşmış, 23 Haziran 1939 Fransız-Türk deklarasyonuyla da zamanın BM’si olan Cemiyeti Akvam kurallarına mandaterlik anlaşmasına ve uluslar arası onay almamam durumuna düşülerek gayri meşru şekilde korumacı devlet olarak (Mandater) Fransa Suriye’den kopardığı toprağı başka devlete sunmuştur.

Sonuç olarak 23 Haziran 1939 Fransız -Türk deklarasyonu ile gerçekleştirilen Hatay’ın ilhakı hokkabazlığı gayri meşru idi ve gayri meşru olmaya da devam etmektedir. Bunu sağlayan da 5 Temmuz 1938 askeri işgaldir.

Bu günü onurlu hiçbir insan unutmasın erdemliler hazır olun bu halkın haklarını alacağız direnmek ve bu uğurda bedel ödeyeceğiz. Bölücülük değil birlikte eşitler olarak yaşamak için bu özgürlük ve demokrasi talebimizi ikame edeceğiz.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.