Hepimiz kadındık, anneydik

Dosya Haberleri —

Nassera Dutour

Nassera Dutour

Zorla Kaybetmelere Karşı Avrupa-Akdeniz Federasyonu FEMED’in kurucusu ve Başkanı Fransız-Cezayirli insan hakları aktivisti Nassera Dutour gazetemize konuştu.

  • Bir gün telefonum çaldı ve kardeşim bana, “Amine iki gündür ortada yok” dedi. Ve sonrasında mücadelem başladı. Cezayir’e gittim her seferinde aylarca kaldım. Her gidişimde çocuklarını kaybeden anneler babalarla tanıştım. 90’lı yıllarda Cezayir’de yaklaşık olarak 8 bin kişi kayboldu. Çok zor günlerdi…
  • Uluslararası Af Örgütü’ne gittim. İnsanları tanımaya, örgütlemeye başladım. Kayıp yakınlarını aradım buldum, onları insan hakları dernekleriyle buluşturdum. O yolda tanıştığım insanların hikayesini topladım. Kendimize Cezayir Zorla Kaybettirilenler Aileleri Kolektifi diyorduk çünkü hepimiz kadındık, anneydik. 
  • Kürt annelerine hayranlık duyuyorum. Burada tanıştığım anneler cezaevine girip çıkıyorlar ve bunu anlatırken de gülerek anlatıyorlar. Çok cesurlar, özellikle Kürtlerden bahsediyorum. Çünkü Kürtler üzerinde çok büyük bir baskı var. Ama buna rağmen müthiş bir direnç sergiliyorlar. Anneler direniyor.

MASİS HESKİF/ANKARA 

Zorla Kaybetmelere Karşı Avrupa-Akdeniz Federasyonu (FEMED), kayıp aileleri komiteleri olan 27 üye derneği ve zorla kaybetmelere karşı mücadele eden sivil toplum kurumlarını bölgede bir araya getiren bir örgüt. Avrupa Birliği, Doğu Avrupa ve Mağrip-Orta Doğu'dan kayıp aileleri, dernekleri buluşturan, deneyim alışverişlerinde bulunan ve kayıpların bulunması için mücadele yürütmekte. FEMED’in kurucusu ve Başkanı Fransız-Cezayirli bir insan hakları aktivisti Nassera Dutour ile hikayesini ve mücadelelerini konuştuk.

Öncelikle okuyucularımız için kendinizden biraz bahseder misiniz?

Aslen Cezayirliyim ama Fransa’da doğdum. 10 yaşındayken, Cezayir’in özgürleşmesi sonrası ailem Cezayir’e yerleşme kararı aldı. Ben 16 yaşındayken annem liseyi bırakmamı istedi çünkü biz 8 kardeştik ve bütün çocukların okumasına yetecek kadar parası yoktu. Dolayısıyla okulu bırakmamı ve evde kuskus yapmayı öğrenmemi, evliliğe hazırlanmamı istedi. 2 yıl sonra kuzenimle evlendim. 3 çocuğum oldu, ailevi sebeplerden dolayı eşimle anlaşamadık 5 yılın sonunda ayrıldık ve ben çantamı alıp gittim. Ardından iş buldum, çalışmaya başladım çocuklarımı büyüttüm. O dönem aynı zamanda sendikalarda militanlık da yapmaya başladım. Özellikle mülteci kadınlar, aile içi şiddet ve kadın hakları alanında çalışmaya da başladım. 

Nassera Dutour

Cezayir’de nasıl bir siyasi ve toplumsal ortam vardı?

83 yılı Cezayir’inde 23-26 yaşlarımdaydım. Boşanmış bir kadın olarak Cezayir’de yaşamak zordu. Hep Fransa’ya geri dönmeyi istemiştim. Çok fazla sendikal mücadele yapacağım sendika yoktu. O dönem özellikle sosyal alanda kadınlarla beraber çalıştığımda kadınları dışarı çıkarıp gezdirme aktiviteleri yapıyordum. Çok zordu ama başarmıştık. Kadınların dışarı çıkamadığı bir ortamdı. Bunu büyük bir başarı olarak değerlendirmiştim. Çünkü kadınların eşleri ve aileleri bu boyutta ikna etmek çok zordu.

Açıkçası hayatımın bu kısmını anlatmayı seviyorum çünkü gerçekten bir başarı hikayesi olarak görüyorum. Çalıştığım yerde sendika şube başkanı seçildim. Yaşam koşulları ağırlaşınca da Fransa’ya dönme kararı aldım ve 1986 yılında Fransa’ya geri döndüm. İki tane abim Paris’te yaşıyordu gidip onlarla yaşadım, iş buldum. Sonra da çocuklarımı Fransa’ya getirmek istedim. Ben Cezayir’e çocuklarımı almak için döndüğümde Cezayir devleti babanın muvafakatname olması gerektiğini söyleyip çocuklarımı almama engel oldu. Bundan sonra benim için yeni bir mücadele de başladı. Onlarca avukata gittim, davalar açtım. Uzun yıllar mücadele ettim çocuklarımı Fransa’ya getirebilmek için -ki zaten bütün bu süreci biz yaşarken çocuklar da büyümüşlerdi. 18 yaşını geçtiklerinde kısa bir süre sonra kendileri gelir diye düşündüm derken o arada oğlum Amine kayboldu… 

Kayıp aileleriyle tanışmanız, buluşmanız, zorla kaybetmelere karşı mücadeleniz bu aşamadan sonra başladı sanırım…

Evet, bir gün telefonum çaldı ve kardeşim bana “Amine iki gündür ortada yok” dedi. Ve sonrasında mücadelem başladı. Cezayir’e gittim her seferinde aylarca kaldım. Her gidişimde çocuklarını kaybeden anneler babalarla tanıştım. Ben Cezayir’de kayıpların olduğunu tabi ki de biliyordum ama bu kadar çok kişinin zorla kaybettirildiğini bilmiyordum. 90’lı yıllarda Cezayir’de hem dincilerin terörizmi bir de anti-terör vardı. 90’lı yıllarda Cezayir’de yaklaşık olarak 8 bin kişi kayboldu. Çok zor günlerdi… O dönem Cezayir’deki aileleri örgütlemek istedim ama dönemin koşullarında çok korkuyorlardı. 

Oğlunuzun bulunması için neler yaptınız, biraz anlatır mısınız? 

Cezayir’de oğlumun arayışında çok sayıda insanla tanıştım, herkes bir şekilde birilerini benimle tanıştırdı. Tanıştığım kişilerden birinin kardeşi orduda kumandandı. Bu kişi oğlumu aradığım ilk aylarda, “Evet senin oğlunu bulduk yakın zamanda bırakılacak” dedi. Ben de, “Oğlum sizde mi?” dedim. O da bana, “Tutuklu değil, sadece misafir. Sadece soruşturma kapsamında birkaç şeyi değerlendiriyoruz. Değerlendirmeler yapıldıktan sonra bırakılacak” diye yanıt verdi. Bu olay oğlum kaybedildikten iki ay sonra yaşandı. Yakın zamanda bayram vardı ve bana bayramda bırakılacağı söylendi. Fakat bekledim bekledim, kaç bayram geçti oğlum gelmedi… Daha sonra da herhangi bir haber alamadım. 

Kayıp yakınları/Cezayir-Foto: AFP

Oğlunuzun kaybettirilmesi süreci diğer kayıp yakınlarının hikayelerine çok benzer… Aradan yıllar da geçmesine rağmen mücadeleden asla geri durmamışsınız, sizi bu arayışta ısrar ettiren ne oldu?

Çok zor günlerdi. Doktorlara gittim antidepresan ilaçlar aldım, psikolojik tedaviler gördüm. Evde günlerce kapalı kalıyordum ve uyuyordum. Kimsenin telefonlarına cevap vermek istemiyordum. Yine uyuduğum bir gün, depresyondayken evin kapılarını dahi açamazken oğlum rüyama geldi ve omuzlarımdan tutup kaldırarak, “Kalk” dedi. O esnada uykudan uyandım, bunu bir işaret olarak algıladım ve “Yıkılmanın zamanı değil, tekrar oğlunu ara” dedim kendi kendime. Güneşin doğmasını bekledim, Uluslararası Af Örgütü’ne gittim. İnsanları tanımaya, örgütlemeye başladım. Kayıp yakınlarını aradım buldum, onları insan hakları dernekleriyle buluşturdum. O yolda tanıştığım insanların hikayesini topladım. Aynı dönemde zorla kaybettirmelerle çalışma grubuna başvurular yapmaya başladım. Böyle olunca da daha sonra her tarafa çağrılmaya başlandım. Kendimize Cezayir Zorla Kaybettirilenler Aileleri Kolektifi diyorduk çünkü hepimiz kadındık, anneydik. Temmuz 98 yılında tekrar Cezayir’e gittik gerçekten böyle ailelerin hepsinin kapılarına dayanıp kapılarını çalmaya çalıştım. Sadece ben değil, benim durumumdaki birçok aile siyasi partilere gittiler kendi çocuklarına ulaşma noktasında çok mücadele verdiler, veriyorlar. 

Ben aynı zamanda o dönem üniversiteye başlamıştım. Hukuk fakültesine başladım. Açıkçası çocuğum kaybolmasaydı çok büyük ihtimalle fizik okurdum. Oğlumun kaybolması, dolayısıyla beni hukuk seçmemde çok etkili oldu. Tabi hukuk fakültesini bitiremedim çünkü her tarafa koşturup zorla kaybettirilenlerin mücadelesine zaman ayırmam gerekiyordu. 42 yaşındaydım ve oğlumu bulunca hukuk fakültesine devam ederim diye düşündüm. Ve hâlâ bulamadım, okulumu da bitiremedim…

FEMED’in kurucuları arasındasınız. FEMED’e giden yol nasıl oldu anlatabilir misiniz?

98 yılında Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi Cezayir’in durumunu tartışıyorlardı. O dönem biz de Cenevre’ye turneye gitmiştik, İnsan Hakları Komitesi’nin önüne bir konuşma yaptım. O turnemizi de Cenevre’de büyük bir yürüyüşle tamamladık. O dönemde toplanmaya, yürüyüş yapmaya başladık. Aynı yıl Cezayir’deki aileler Cenevre’deki yürüyüşten de etkilenerek Cezayir’de de bir yürüyüş ve eylemler yapma fikrine girdi. Ve eylemler yapmaya başladık. FEMED aslında çok yavaş gelişti, o fikrin gelişmesi uzun yıllar aldı. 

2000 yılında bir haftalık çalışma yaptık. İki hafta Akdeniz’de zorla kaybettirilen aileleri davet etmek istedik. Amacımız Akdeniz havzasında zorla kaybettirenler mevzusunu dile getirmek ve özellikle Fransa’nın gözüne sokmaktı. Katılımcılar ve oradaki çalışmalar derken Akdeniz havzasını kapsayacak bir koordinasyon kurma kararı aldık. Hatta o dönem beni seçmediler direkt “Koordinatör olacaksın” dediler. Birkaç yıl böyle çalıştık ama tam istediğimiz gibi çalışmıyordu. 2005 yılında bu defa Barcelona’da buluştuk. Orada yaptığımız çalışmaya aileleri davet ettik, ne yapalım, diye tartışma başlattık. Tam olarak o tarihte Akdeniz Havzası Zorla Kaybettirilenlerin Aileleri Koalisyonu’na bir hukuki kimlik vermek istedik, yani dernek kurmak kararı aldık. Tam olarak iki yıl sonra da resmi olarak FEMED’i kurduk. Kuruluşumuzda Fas, Lübnan, Cezayir’den kayıp yakınları vardı. 

Kayıp yakınları/Cezayir-Foto: AFP

Türkiye’deki kayıp yakınlarıyla tanışmanız nasıl oldu? 

1998 yılının 10’uncu ayında Af Örgütü’nün zorla kaybettirmelerle ilgili bir çalışması için İstanbul’a geldim. Aynı akşam kaybettirilenlerin ailelerinin bir eylemde gözaltına alındığını öğrendim. O süreçte çok sayıda aile tanıdım. Biz FEMED’i kurduğumuz dönem İstanbul’da Yakay-Der’in kurulduğunu duymuştum. Gerçekten buradaki anneler aklımda kalmıştı ve ben illaki buradaki ailelerinde kurucular arasında yer almasını istedim. O dönem Yakay-Der’e yazdık, telefon açtık ama hiçbir şekilde ulaşamadık. O dönem sadece Barış Anneleri’ne ulaşabildik ve onları kuruluş kongresine davet ettik.

Türkiye, Kürdistan, Arjantin, Cezayir ve dünyanın birçok yerinde kayıpların mücadelesini kadınlar yürütüyor. Bu mücadelenin toplumsal cinsiyet boyutundan söz eder misiniz?

Açıkçası bunun üzerinden baya düşünmüşlüğüm var. Bunun sebeplerinden bir tanesi çoğunlukla erkekler kayboluyor zorla kaybettiriliyor. Çoğu zaman kadınlar arkada kalıyor. Mesela Cezayir’de Çarşamba günleri toplanılıyordu, erkekler azınlıktaydı ama erkekler hafta içi çalışıyordu. Dolayısıyla kadınlar daha çok katılıyordu. Bir de şöyle bir tarafı var; direnişi kadınlar daha iyi sahipleniyor. Tabi ki mücadele eden babalar da var, hayatları boyunca kayıpları için mücadele eden babalar da gördüm, tanıdım. Hem anne hem babanın mücadeleye aynı ölçüde katkı veren örnekler de gördüm. Kadınlar gerçekten boyun eğmeyi kabul etmiyorlar, çok daha direngenler. Erkekler daha realist olduklarını düşünürler açıkçası çoğu zaman da realist olduklarını düşünerek sayfayı çevirmeyi yeğlerler. Mesela benim çocuklarımın babası bu mücadeleye hiçbir şekilde katkıda bulunmadı, hiçbir zaman oğlunu aramadı diyebilirim. Benim mücadeleme engel olmak isteyen erkek akrabalarım dahi oldu, beni yolumdan almak için çok uğraştılar. ‘Onlar kayıpsa ölmüştür’ diye düşünüyorlardı. Ama benim için öyle değil, ben bir anneyim eğer ölmüşse de kemiklerini istiyorum. Mesela Cezayirli bir anne vardı, oğlunu bulmak için yapılan eylemlere katılmak istiyordu. Kocası özellikle otobüse binmesin diye para vermiyordu. 

FEMED Uluslararası mekanizmayı nasıl kullanıyor, BM’ye başvurular da yapıyor. Mekanizmanın devletler üzerinde ne derece etkisi var?

Her kayıp için BM İnsan Hakları Zorla Kaybedilme Komitesi’ne 5 bine yakın başvurumuz var. Her şeyden önce bu mekanizmanın şöyle bir avantajı var: Daimi bir şekilde ilgili devleti rahatsız ediyor. Özellikle zorla kaybettirilme konusunda arıyor, rapor istiyor. İşin diğer tarafı her yıl hazırlanan bir rapor var ve bu rapor her yıl yayınlanıyor ve İnsan Hakları Komitesi’ne sunuluyor. Örneğin Cezayir’i her yıl kendi ismini bu raporlarda görüyor olması rahatsız eden bir durum. Bu rapor internet sitesinde de yayınlanıyor. Her yıl raporlar hazırlanıyor ve bu raporlar İnsan Hakları Komitesi’ne sunuluyor. İnsan Hakları Komitesi’nin ise çok farklı yaptırım gücü olan bir mekanizma. İnsan Hakları Komitesi bir mahkeme ve siyasal ve sosyal haklara ilişkin sözleşmeyi ihlalden devletlere ceza verebiliyor. 

Cezalandırılan ülke var mı?

Sadece Cezayir, komite tarafından bugüne kadar 13 sefer ceza aldı. Cezayir olarak bugüne kadar en çok başvuran ülkeyiz. Arjantin de bugüne kadar birçok ceza aldılar. 

Uzun yıllardır kayıplarınızın mücadelesini veriyorsunuz. Bu mücadele sonucunda bulunan kayıplarınız oldu mu?

Maalesef olmadı. Bu kadar mücadeleye rağmen kayıpların bulunmasında bir etkisi olmadı. Ama biz şahsen o dönem Cezayir’de zorla kaybedilenlerin tutulduğu bir cezaevi bulduk. Hâlâ bu cezaevi üstünde çalışıyoruz. Muhtemelen çok daha zamanımızı alacak ama sağlam bir pist olduğunu söyleyebilirim. Sonucunda ne bulacağımız konusunda çok heyecanlıyız. 

Türkiye ve Kürdistan’da kayıp yakınlarıyla uzun yıllardır dayanışma içerisindesiniz. Buradaki annelerin mücadelesini nasıl görüyorsunuz? 

Hayranlık duyuyorum. Burada tanıştığım anneler cezaevine girip çıkıyorlar ve bunu anlatırken de gülerek anlatıyorlar. Çok cesurlar, özellikle Kürtlerden bahsediyorum. Çünkü Kürtler üzerinde çok büyük bir baskı var. Ama buna rağmen müthiş bir direnç sergiliyorlar. Anneler direniyor.

Faili meçhul cinayetler konusunda Türkiye’nin sicili bozuk ülkelerden biri. Aileler yıllardır kayıplarını arıyor. Birçok başvuru mekanizması mevcut çoğuna da başvuru yapıyorlar. Sizin Türkiye’den aldığınız başvuru sayısı nedir?  

Türkiye’den doğru toplamda 50 başvuru var ama FEMED’in yaptığı başvurular bunlar.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.