İlkbaharım Kış Oldu: May December

Kültür/Sanat Haberleri —

Afiş/AFP

Afiş/AFP

  • “Anlatının katmanlı yapısı ve her daim yükselen gerilim, oldukça başarılı işlenmiş psikanalitik karakterlerle birleştiğinde, böyle hikayelere meraklı olanlar için uzun süre unutulmayacak bir klasik eser ortaya çıkmış oluyor.”

BİLGE AKSU

Söz konusu kurgu olduğunda, bazı meselelerin nasıl ve ne şekilde yaşandığına dair doğal bir merakımız var. Neticede amacı bize bir hikaye anlatmak olan bu tür işlerin, belirli düzeyde bir gerilim eşliğinde ve öngörülebilir bir akışla bizi aydınlatmasını bekleriz. Bu sırada muhtemelen elimizde mısırımızla, edilgen biçimde olup biteni takip ediyoruzdur. Evet çok da ihtiyaç yok ama sıradan bir sinema deneyiminin özünde bunun yattığını belirtmek gerek.

Bu yılın en tuhaf filmlerinden biri, bu beklentiyi öylesine alt üst ediyor ki, bu tarz bir girizgahtan kendimi alamadım. Todd Haynes’ın son filmi May December’dan (Bir Skandalın Peşinde) bahsediyorum. Film Cannes başta olmak üzere birçok festivalde beğenilmiş ve dikkate değer bulunmuştu.

Başrollerinde Natalie Portman, Julianne Moore ve Charles Melton’ın bulunduğu film, esasen yıllar önce ABD’de yaşanan gerçek bir olaya dayanıyor. 1997’de yaşanan olayda, 34 yaşındaki öğretmen Mary Kay Letourneau, 12 yaşındaki öğrencisiyle cinsel ilişkiye girmiş ve hamile kalmış. Olayın duyulması üzerine hapse giren kadın, burada doğurduğu çocuğuyla birlikte birkaç yıl sonra hapisten çıkıp hayatına devam etmiş. Medyanın oldukça seveceği tarzda bir haber olduğu için, bu istismara dayalı ilişki yıllar boyu gündemden düşmemiş. İşte May December, ufak tefek değişikliklerle birlikte, bu meseleyi ele alıyor.

Yönetmenin cesur tercihi

Fakat filmi öne çıkaran şey, yazının başında belirttiğim şeyi yapmaması. Yani biz film boyunca olayı ve buna dair yaşananları değil, seneler sonra karakterler üzerindeki etkisini görüyoruz. Yönetmenin cesur ve nitelikli bir tercihi bu. Buna benzer istismar hikayeleri maalesef dünyanın her yerinde görüldüğünden, birçok kitaba ya da filme konu oluyor zaten. Başta Lolita olmak üzere, sinema tarihinde çok sayıda filmden söz edebiliriz. Ki Türkiye’de de senaryosunu Pınar Bulut’un yazdığı İkimizin Yerine filmi, bunlar arasında sayılabilir.

May December, seyirciye neyin nasıl yaşandığını anlatmayacağını baştan belli ediyor. Filmin açılışı, büyük bir davet hazırlığıyla gerçekleşiyor. Artık 60 yaşına ulaşmış Gracie (Julianne Moore), epey telaşlı biçimde büyük bir yemek hazırlığında. Dışarıdaki sessiz kocası Joe (Charles Melton) ise mangalı körükleme derdinde. Birkaç misafirin de onlara yardım ettiğini görüyoruz. Bu telaşın sebebi, Gracie ve Joe’nun tuhaf aşkını ele alacak bir filmde Gracie’yi canlandıracak olan Elizabeth’in (Natalie Portman) davetli olması. Hikaye kendini çok da saklamadan, belirli bir ritimde akıyor. Örneğin Elizabeth gelir gelmez, belli ki senelerdir yaşanan bir gizemli kutu meselesi ortaya çıkıyor. Bu çift, toplumun onaylamadığı bir evlilik içerisinde olduğundan, arada bir posta kutularına dışkı bırakılıyormuş. İlk dakikalarda gelen bu bilgi, filmin akışına dair ipuçları da taşıyor. Belli ki dramatik flashback’lerle olayın dibini kazımak yerine, günümüzdeki etkilerine odaklanacağız.

Karakter draması

Hikaye tam anlamıyla bir karakter draması olduğu için, ben de biraz karakterler üzerinden ilerleyeceğim. En başta dikkati çeken elbette Gracie. Yıllar önce, orijinal hikayeden farklı olarak, bir petshop’ta tanıştığı 13 yaşındaki Joe’yla ilişkiye girip ondan çocuk doğurmuş bu kadın, etrafındakilerin de dile getirdiği üzere yaşadığı şeylerden pişmanlık duymayan ve kendine her daim haklılık payı biçen biri. Onun gözünde bu mesele, gerçek bir tutkuyu ve aşkı içerdiğinden, suçluluk duyacağı hiçbir şey yok. Olay esnasında evli oluşunu ya da Joe’yla aynı sınıfta bir oğlunun bulunmasını da pek önemsemiyor. Yaşanması gerektiği için yaşanan bir durum bu. Belki de bir kader planı…

Fakat Gracie’nin böyle sakin duruşunun içerilerde pek de öyle yankılanmadığını çok geçmeden anlıyoruz. Dışkı hadisesinde dahi oldukça rahat görünse de, gece vakti Joe’yla baş başa kaldığı anlarda girdiği ağlama krizleri epey şey söylüyor. Bu anlarda zaman zaman insanlara, komşulara hatta Joe’ya yönelttiği suçlamaların hiçbirisi, kendine dair olmuyor. Hatta yeri geliyor, 13 yaşındaki Joe’yu kendisini ayartmakla suçluyor. Bütün bu kaçış refleksinin altını doldurduğu bazı hobileri de var. Eş dostun özel siparişleri üzerine yaptığı pastaları satarken, aynı zamanda mutfakta geçirdiği bu vakitler ona terapötik bir sağaltım sunuyor. Öte yandan oldukça sert bir karakterinin olduğunu da gördüğümüz, avcı tarafı var.

Tipik bir psikanalitik vaka

Mağdur çocuk Joe ise tuhaf biçimde sessiz, edilgen ve Gracie’nin gölgesinde. Elbette bunun görünür bir sebebi mevcut. 13 yaşında deneyimlediği bu travmatik mesele, onu o yaşlarda bırakmış. Mental olarak yetişkinliğe ulaşmayı başaramamış bir baba o. Yakında liseden mezun olacak oğluyla çatıda otururken içtikleri esrar, Joe’daki çocuksu yönün ne denli güçlü olduğunun göstergesi. Bu sahnenin, oğlu tarafından içeri taşınarak bitmesi epey etkileyici. Joe aynı zamanda bazı gerilim anlarında da yaşıyor bu durumu. Elizabeth’in giderek hayatlarının merkezine oturduğu kısımlarda onunla konuşurken yaşadığı duygu geçişleri ya da Gracie’yle büyük yüzleşmesi esnasındaki kararsız hesap soruşları da buradan kaynaklı. Tipik bir psikanalitik vaka var ortada.

Joe’nun da Gracie gibi bir hobisi var. Epey metaforik bulduğum bu hobi, evde yetiştirdiği özel bir kelebek türüne dair. Filmin alakasız noktalarında önümüze çıkan kelebek kozaları ve onların varoluş çabası, Joe’da da karşımıza çıkıyor. Gracie’nin elinde uzun namlulu tüfeğiyle girdiği ormanla, zararsız kelebeklerin avcunda beliriverdiği Joe’nun kontrastı zaten üzerinde söz söylemeye gerek duymadığım bir metafor. Ki zaten Gracie’yle olan tarihi yüzleşmesinden sonra ilk kez, bir kelebeğin kozadan çıkışını ve doğaya salınışını bütün ayrıntılarıyla izliyoruz. Bu kısımlarda en dikkat çekici şey, filmin başlarında adeta yan rolde gibi görünen Joe’nun, yavaş yavaş hikayenin merkezine oturması.

Elizabeth ise oldukça tuhaf bir karakter. Böyle bir hikayenin peşine neden düştüğüne dair çok fazla veri yok elimizde. Akla ilk gelen, sansasyonel bulduğu bu ilişkiye dair çekilecek filmin epey ses getirme ihtimali. Ki kendisi aradığı başarıyı bulamamış bir oyuncu. Fakat bu motivasyon yine de yeterli değil. Başlarda Gracie ve Joe’yla olan nezaket dolu ilişkisi, yerini giderek dedektif edasıyla ortalıkta dolaşan birine dönüşmesiyle ilerliyor. Gracie’den habersiz görüştüğü kişiler, çocukların okuluna gitmesi ve elbette Joe’yla olan yakınlaşmaları, finale doğru artan gerilimin en büyük sebepleri.

Kimlik karmaşası

Elizabeth yalnızca başarı açlığı taşıyan hırslı biri değil. Gracie’de tek yönlü bir bastırma refleksiyle gördüğümüz karanlık yön, onda oldukça karmaşık tezahür eden kompleks bir yapıyı ihtiva ediyor. Çekilecek filmin Joe rolü için aranan çocuk oyuncularını gözden geçirirken, belirgin şekilde oyuncu adayından etkilenmeye çalıştığını görüyoruz. Nitekim, olayın yaşandığı esnada Gracie’nin yaşıyla şimdiki Elizabeth’in yaşı aynı. Ve bu iki karakterin izdüşümünü yönetmen epey ikonik bir sahneyle taçlandırıyor. Ayna karşısında Gracie’ye benzemeye çalıştığı esnada Elizabeth’in kadrajdaki konumlanışı, Ingmar Bergman’ın Persona’sındaki o unutulmaz sahneyle bire bir aynı. Ki bilen bilir, Persona’da da bir oyuncunun kimlik karmaşası yaşadığı gerilim dolu bir sürecin zirvesidir o sahne. Bu belirgin gönderme, bize epey ipucu sunuyor.

Elizabeth’de, Gracie’de gördüğümüz bazı davranış örüntüleri de söz konusu. Mesela Gracie’nin manipülatif ve bencil yönleri onda da var. Kızının mezuniyette giyeceği elbiseyi türlü cambazlıkla, tam da istediği biçimde seçtirmeyi başaran Gracie’ye karşı, Joe’yu cinsel ilişkiye kendisinin ikna olduğunu düşündüren bir Elizabeth mevcut. Ki bunun, yıllar önce yaşanan olaya dair Gracie tarafından da dile getirildiğini yeniden vurgulayalım. Elizabeth’in film için deneme çekimleri yapılırken, esas olayın yaşandığı petshop deposunda kendi kendine yaşadığı cinsel haz sahnesi de, bu karakterin kompleks yapısına dair epey dikkat çekici bir ayrıntı. Bu kısımlarda Elizabeth’in, yalnızca metot oyunculuğu peşinde koşmadığını, benzer bir psikolojik süreçte olduğunu düşünmemize hiçbir engel yok.

Filmin anlatım tarzı olaya dayalı olmadığı için, belirgin bir finalden söz edemiyoruz. Tam da hikayenin kendisi gibi, biraz karanlık ve biraz gri biçimde sona eriyor. Bu açıdan, net bir final isteyenleri tatmin etmeyeceğini söyleyebiliriz. Fakat anlatının katmanlı yapısı ve her daim yükselen gerilim, oldukça başarılı işlenmiş psikanalitik karakterlerle birleştiğinde, böyle hikayelere meraklı olanlar için uzun süre unutulmayacak bir klasik eser ortaya çıkmış oluyor. Birçok kişinin de belirttiği üzere, bu yıl Natalie Portman’ın ve Julianne Moore’un Oscar adaylıklarını bekleyebiliriz.

Son olarak, filmin ismindeki hikmetten söz edelim. May December, yaygın bir deyim aslında. May, ilkbaharı anlatırken, December kara kışı çağrıştırıyor. Ki bu deyim, yaş farkı çok yüksek olan ilişkiler için kullanılıyor. Türkçeye çevirisinde böyle katmanlı bir çağrışım ne yazık ki yok.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.