İsyankar biat veya çerçöp ideolojisi

Nevra AKDEMİR yazdı —

  • Egemen ideolojinin ve yapının nispeten imtiyazlı kesimleri, ne zaman hem etnisite hem de toplumsal cinsiyet nedeniyle ezilenlerin bir nebze daha fırsat eşitliği yakalama şansı olsa hızlıca haklarının yendiği veya ötekilerin doğuştan sahip olması gereken haklarına saldırdığı gibi bazı reflekslerle öne çıkıyorlar.

Almanya’da aşırı sağcılar özgürlük günü ilan etti 2 nisan tarihini. Nedeni ise dünyadaki aşı adaletsizliğinin ortadan kalkması, savaşların sona ermesi, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin bitmesi, nefret suçlarının cezalandırılması, köleliğe benzer çalışma ilişkilerinin yok edilmesi falan sanıyorsanız yanılıyorsunuz, zira bu özel terimi kovid salgınına karşı konulan maske ve sağlıklılık tespiti ispat zorunluluğunun kalkmasını kutlamak için çürütmekteler sadece.

Egemen ideolojinin ve yapının nispeten imtiyazlı kesimleri, ne zaman hem etnisite hem de toplumsal cinsiyet nedeniyle ezilenlerin bir nebze daha fırsat eşitliği yakalama şansı olsa hızlıca haklarının yendiği veya ötekilerin doğuştan sahip olması gereken haklarına saldırdığı gibi bazı reflekslerle öne çıkıyorlar. Mesela işsizliğin yükselme dönemlerinde aslında kadınlar/göçmenler/siyahlar/emekliler istihdama girdiği için işsiz kaldıklarını iddia edenler beyaz erkekler hemen aklıma geliyor. Hatta sağlık hizmetini yeterince iyi almadığını iddia eden hastaların/hasta yakınlarının doktor ve sağlık görevlisi “dövmesi” de bu hale bir örnek gibi görünüyor. İmtiyazlıların şiddet uygulama hakkı, zorbalığın pek çok biçimini ortaya koyuyor aynı zamanda.

Bu kesimler her çerçevede kendini açığa çıkarıyor. Toplumsal cinsiyet karşıtı hareketlerden, ırkçılara, düz dünyacılardan bilim karşıtlarına, kadın düşmanlarından kendini solda görse de eşitlenmeye razı olmayanlara yüksek sesle nefret suçunu, savaşı ve zorbalığı popülerleştiren herkesten bahs ediyorum. Sara Ahmed’in bloğundaki son yazısında bahsettiği gibi son derece tutarsız şekilde ekonomik yıkım ve felaket senaryolarından doğan öfkeden besleniyor. Giderek hayatımızı daha da güvencesizleştiren kapitalist sistemin neoliberal politikalarının hayatımızdaki tezahürlerinin, dünyanın neresinde yaşarsanız yaşayın bir kayıp hissini çeşitli şekillerde bizleri, işçi sınıfından olanları, kadınları, geleceğinden endişe eden gençleri etkiliyor. Kaygı ve öfke son derece örgütleyici hisler. Bu insanların öfkeli olduğu açık. Ancak sisteme inançlarının da sisteme yönelik radikal bir tepki veremeyecek kadar yüksek olduğu da ortada. Daha önce kullandığım bir kavramı, yeniden ortaya atacağım bu durumu tanımlamak için, “isyankâr bir biat” bu. Bu kavramı hakları gaspedilen işçilerin, haklarını gaspedenler yerine yabancı düşmanlığı olarak tepki göstermelerini tanımlamak için kullanılan bir kavramdan yola çıkarak üretmiştim. Şimdi yine transfobiden mizojiniye toplumsal sorumluluktan kopmuş bir bireysel özgürlüğü yani yeniden üretmeye imkan vermeyen çürümeyi anlatmak için kullanmak mümkün. Yani bağlamdan koparılmış spekülatif ve yıkıcı her tür tartışmanın içindeki pasifizm ve kinizmi, hatta devletlerin ve sermayedarların teknolojik kontrolleri yükseltme gerçeğini, biyo-politikayı, sınıfsal ve patriarkal bağlamdan çıkardıkları için yükselen kızgınlık ile kolayca kontrol edilen ve ötekine duyulan rekabetçi ve ırksal bir nefret birbirine düşmüş kitle oluşturarak daha kolayca kontrol edilebilir kılmanın mekanizması olduğunu düşünüyorum. Çok tehlikeli olmasının nedeni ise karşı hegemonyayı inşa etme kapasitesine sahip muhalif yapılan da içinde serpilmesi. Alanı boş bulanların komplocu fikirleri idelojik ve tarihsel bir gerçeklik gibi sunmalarını, yani trolleşmeyi ve bu eğilimin pek çok insanı mobilize ettiğini kaygıyla izlememek nasıl mümkün olur. İnsanlar güçlerinin değiştirmeye yetmediği durumlarda “kaderine razı olan” mağdur rolünü benimsiyor. Özne konumundan vazgeçmek konforlu bir alana da çekiyor bizi. Kaygının ve gelecek korkusunun yükselttiği bu tür komplo teorileri, enternasyonal ve anti patriarkal bir örgütlü gücün karşısındaki bloğu yükselttiği son derece görünür durumda şu an.

Yaşadığımız dünyada neoliberal dönüşümlerin en büyük başarısı, acıyı rekabete tabi tutması ve ezilenleri bir mağduriyet yarışına sokarak yaşadığımız şiddeti normalleştirmesi oldu. Eski şarap yeni şişede işliyor: yani kapitalist sömürü ilişkileri içinde ezilenin, beraberce sistemi yıkmak yerine, bir başkasının ezebilmeye imkan bulmasıyla üzerindeki şiddete ses çıkarmaması. İmtiyazlı konumda olduğu için şiddeti görmezden gelen veya imtiyazlarına sarılarak şiddete razı olan, sorgulamayan ve eline güç geçtiğinde çılgınca eziyet etmekte beis görmeyen büyük kitleleri üretmenin çok eski bir tarihi var, olmasa imparatorlar kendileri adına savaşacak bir tebaayı nereden bulurdu. Tarih ve mekan bağlamından kopmuş her kesim, bunu kendisi sadece yaşıyor zannediyor. Irkçılık, düz-dünyacılık, aşı karşıtlığı, kadın düşmanlığı, Insel hareketi, mülteci düşmanlığı, islamofobi, Yahudi düşmanlığı, homofobi, “Büyük oyunu görüyoruz”cular… imtiyazlarını geri isteyenlerin kızgınlığını örgütlerken, toplumsal dayanışma ve eşitlik taleplerini konuşulamaz hale getiriyor.

Böyle geçiş dönemlerinde, devrimci dönüşüme imkan veren bir süreç işlerken aynı zamanda faşizm de kurumsallaşır. Yaptığımız ve savunduğumuz siyasetin, imkanlarını da tutarlığını da dikkatle düşünmeli. Sınıf siyasetini, imtiyazlarla ve mağduriyet rekabetiyle yapmak mümkün değil. Sınıf siyaseti ancak öfkeyi devrimci siyasete örgütlemekle mümkün. Farklılıkları bir arada, eşitlikçi şekilde, özneleri adına konuşmadan ve özneleşerek örgütlenmekle mümkün.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.