Kapitalizm ve devlet aşkı
Aykan SEVER yazdı —
- 3. Dünya Savaşı'nın yarattığı "çürüme" her alanda karşılığını buluyor. Özellikle Türkiye'de aydın ya da entelektüel diye nitelenen kesim bu çürümeden uzun zamandır payını almış vaziyette. Bunun temelinde sadece savaşın yarattığı tahribat yatmıyor, daha çok bir çıkışsızlık ve "piyasa"ya angaje olarak var olmanın tercih edilmesinin belirleyici olma ihtimali daha yüksek.
3. Dünya Savaşı'nın yarattığı "çürüme" her alanda karşılığını buluyor. Özellikle Türkiye'de aydın ya da entelektüel diye nitelenen kesim bu çürümeden uzun zamandır payını almış vaziyette. Bunun temelinde sadece savaşın yarattığı tahribat yatmıyor, daha çok bir çıkışsızlık ve "piyasa"ya angaje olarak var olmanın tercih edilmesinin belirleyici olma ihtimali daha yüksek.
Bazı örneklere bakalım. Önce kendini iktisatçı diye tanıtan birinin sözleri: "Türkiye'de burjuva sanılanların çoğu kamu kesiminden beslenen büyük esnaftır. Burjuva, kendi çıkarının ötesinde ülke çıkarını kollayacak olgunluk düzeyine ulaşmış bir sınıfın temsilcisidir. Büyük esnaf ise kendi çıkarını her şeyin önünde tutar. "Düşünülerek edilmiş gibi gözüken laf gerçekte esnaf kültürünü bile zorlamayan, alabildiğine ahmaklık ve yalakalık yüklü bir tekerleme. Halbuki küçük bir "düşünme" etkinliği dahi günümüzün dünyasında- bu geçmişte olduğu anlamına elbette gelmez- "ideal burjuva" diye bir şey bulunmadığını; burjuvaziye dahil olanların "daha çok kâr" hesabına girip bırakın ülkesini, dünyanın sonunu getirmek için hızla kürek çektiğini bize gösterir. Uzaklardan bir örnek: Şili'nin Petorca bölgesinde çokça avokado üretimi yapılıyor ve ABD'ye satılıyor. Patronların cebine bir hayli yüksek miktarda para giriyor. Buranın sahiplerinin bizzat Pinochet tarafından "vatanseverler" olarak sırtının sıvazlandığını biliyoruz. Elbette onlar yani bu burjuvalar da devletleri olan diktaya-orduya bir hayli katkıda bulunuyor. Burada sorun ne? Mesele kısaca şu: Sular özelleştiriliyor ve bölgenin tüm suyu avokado üreten şirketlere akıyor. Arazi çölleşmiş durumda. Burada yaşayan köylüler artık hiç bir şey yetiştiremediği gibi kendi ihtiyaçlarını da tankerle taşınan suyla gideriyor. Peki bütün bunlar niye oluyor? Buranın burjuvası esnaf olduğu için mi? Hadi diyelim Şili'nin burjuvası biraz arızalı, bu avokadoları alıp ABD'de satanların hakiki burjuva olması lazım- zira çoğu ABD siyasetini finanse ediyor, yani "vatan"ı düşünüyorlar- onların neden sattıkları malın nerede, nasıl üretildiğiyle ilgili bir sorunları yok?
Tabii asıl mesele burjuvalarda değil. Onlar "normal". Kendi çıkarları için her şeyi yakıp yıkıyorlar. Ancak zamanında egemenler tarafından pışpışlanıp bugünün TC'sinde ise gözden düşmüş "düşünce" adamlarının hayıflanma ve nostalji arayışı ise bir türlü bitmiyor. Her zaman alıcısı vardır böyle şeylerin. Hiç bir zaman başka bir dünyanın da olabileceği akıllarına gelmez. Vasatı gerçek diye çiğneyip dururlar. Kendi kişisel dünyalarını bütün evrenin yerine koyuyorlar. Bunlardan biri de zamanında bol bol ekonomizm eleştirisi yapıp sonra sofralarda "otantik burjuvazi"yi keşfetmişti. Sofralardan kovalanmanın akabinde ise bir ara muhalifmiş gibi yapıp CHP'ye akıl hocalığına soyundu. Şimdilerde ise TC'nin "Kürt alerjisini" kullanıp yeniden "makbul aydın" olma hevesinde.
Bir başkası Ukrayna savaşının ABD'nin kontrolünde gittiğine inanacak kadar idealist gözlüklerle dünyaya bakıyor. Yani bir anlamda sürece mantık ve akıl yüklüyor. Hali hazırda Moskova'ya dahi saldıran Kiev yönetimine "ABD'nin Rusya topraklarına saldırıya izin vermeyeceği"ni varsayıyor. Biden yönetiminin böyle bir siyaseti varsa bile fiiliyatta bu hat artık geçildi. Nitekim ABD, Ukrayna'ya son yardım paketinde 300 km menzilli ATACMS füzeleri gönderme kararı aldı. Zelenski yönetiminin eline F-16 ve bu füzeler geçince Rusya topraklarına karşı kullanmayacağını düşünmek fazlasıyla safça! Bunun karşılığı olarak Rusya'nın sırf tecrit olmaktan korkacağı için nükleer saldırı tehdidinin bir "korkutmaca", boş bir tehdit olduğunu düşünmekse, devekuşu taktiğini fazlasıyla andırıyor.
Olanların analizi yerine elbette yıllara dayalı "inançlar"a sarılmak daha kolay. Post-modern karakterli diye nitelediğimiz 3. paylaşım savaşının cephelerinden biri olan Ukrayna savaşıyla ilgili eğer bir "akıl" arıyorsak hiç bir biçimde savaşın başlamaması olmalıydı. Mevcut savaşın mantığı kazanmanın ötesinde herhangi bir değer sistemine bağlı olmadığı için her şeye müsait bir zemini kendiliğinden doğuruyor. O yüzden giderek sertleşen mevcut paylaşım savaşı dahilinde daha çok alt üst oluşa ve değişime şahit olacağız. Şu ya da bu olmaz gibi kesin hükümler getirmek sadece bizim aklımızı sınırlar, olanları değil...
Esnaf gazeteciler tarafından pazarlanan devletine ve kapitalizme inancı kavi olanları ise burada anmaya bile gerek yok.
Peki entelektüeller neden bu sefilliği yaşıyor? Tek bir nedeni olduğunu sanmıyorum. Ama aklıma gelen bir ikisini söyleyeyim. İlki piyasa ile kurulan ilişki. Özetle onlar da tüketilecek bir mal üretmek istiyor/ zorunda. Diğeri mevcut kapitalizmi, devletleri mutlak olarak kabul etmeleri. Muhafazakarlığın kılıfı da daha "başka" diye bir sıfat akıllarına gelmeden Demirelvari bir yanıt olarak hazır. Bu karşılık sık sık aldıkları dil altı hapı gibi. "Sosyalizm var da biz mi görmüyoruz/ devrim yapacaktınız biz mi engelledik?" diyen düş yoksunlarının kendilerini "âmâ"ların dünyasına hapsetmesi kaçınılmaz.