Kemik, yas ve iyileşemeyen yaralar

Kültür/Sanat Haberleri —

ERDARGON

ERDARGON

  • ‘’Her evde kemiklerine kavuşma umudu, arayışı ve bekleyişi vardır. Her ailede buna benzer büyük bir dert görmek mümkün. İşte tam bu noktada ben de diyorum ki kemiklerimize kavuşamadan yasımızı da tutamayacağız. Bu yüzden "kemik yastır" diyorum ben, "yas tutma isteğidir."

 

RÊDÛR DÎJLE/MIHEME PORGEBOL

erd Agron'un "Dîwana Hestiyan" poetikasına göre bu coğrafyada kayıp kemikler bulunmadığı ve yas tutulmadığı sürece yaşam mümkün değildir. Bu yüzden erd Agron şiiriyle kemiklerin izini sürüyor; toprağın altında mı üstünde mi olduğu bilinmeyen kemiklerin izini...

erd Agron, ezilen olmanın belirginleştiği, esaretin görünürleştiği o anın peşine düşüyor. O an, avuçlarında zapt edemeyeceğin bir balık, kendisi de ağını atmış, o balığı yakalamaya çalışan bir balıkçı mı? O an, bir ceylan, kendisi de yayını germiş bir avcı mı? Hayır. O an, kemik, o an mezarlık. O an, şiir ve kendisi de bir şair:

"...konek hat vegirtin / dîsa ji me re pir hat dîtin termên me / û gelek hestiyên me hatin dizîn / gelo em ê çawa li hev werin?" (...bir çadır kuruldu / yine çok görüldü bize cenazelerimiz / ve birçok kemiğimiz çalındı / şimdi nasıl uzlaşacağız?)

2000 yılının yaz mevsiminden bu yana tutsak olan şair erd Agron'la bir söyleşi yaptık. Söyleşimizi telefon yoluyla gerçekleştirdik. Sadece 10 dakika süremiz vardı. Bu 10 dakika içerisinde sorabildiğimizi sorduk, kendisi de yanıtladı. Görüşmemizin bittiğini anlatan uyarı sesini duyduğumuzda ne henüz sorularımızı tam olarak sorabilmiştik ne de doğru dürüst vedalaşabildik...

 

Merhaba. Malum, süremiz çok dar. Bu yüzden doğruca sorularımıza geçeceğiz. Kitabının isminden başlayalım. Neden "Dîwana Hestiyan/Kemiklerin Divanı"?

Kemik. Kemik, benim için birçok şeyin temeli aslında. Hayatımın içinde de bu böyle. Bir amcamızın kemiklerini hiçbir zaman bulamadık mesela. Her evde kemiklerine kavuşma umudu, arayışı ve bekleyişi vardır. Her ailede buna benzer büyük bir dert görmek mümkün. İşte tam bu noktada ben de diyorum ki kemiklerimize kavuşamadan yasımızı da tutamayacağız. İnsan yasını tutamazsa yaşamaya da tekrar başlayamaz. Bu yüzden de biz şu an bir direnişin içerisindeyiz. Mücadele sürecindeyiz. Esasında biz yaşama başlamak istiyoruz. Yasımızı tutamadan yaşamaya nasıl başlayacağız peki?

Bundan eminim; yasımızı tutamadıkça travmatik bir toplum olarak kalmaya devam edeceğiz. Yaralarımızla kalacağız. Yaralarımızın iyileşebilmesi için kemiklerimizi bulmaya ihtiyacımız var. Kitapta tematik olarak da, içerikte de sık sık kemikle karşılaşıyoruz. Bu yüzden dosyama bu ismi vermek istedim.

 

Yani "bu topraklarda yaşamın esaslarından biri de kemiktir" mi diyorsun?

Kemik aynı şekilde yaşamımızın temelidir de. Bahsettiğimiz yaşam, o kemikler üzerinden ete bürünüp biçim alıyor. Bu yüzden "kemik yastır" diyorum ben, "yas tutma isteğidir." Felsefi açıdan da buna birçok şey ekleyebiliriz, fakat esas olarak kısaca bunları söyleyebilirim.

 

Şiirin artık miadını doldurduğunu, bir etkisinin kalmadığını söyleyen birçok görüş var. Şiiri pasif bir konumda oturtuyorlar. Sen ne düşünüyorsun bu konuda, nasıl bakıyorsun?

Bu görüşe katılmıyorum. Şiir hakkında çok şey söyleyebiliriz. Ben şiirin günahkar, suçlu bir tür olduğunu söyleyebilirim.

 

Neden suçlu?

Kölelik şiirin gücü ve etkisi kullanılarak yaygınlaştırıldı. İnsanlar ikna edildi. Mitoloji, şiir diliyle aktarıldı. Bu açıdan şiir günahkar ve suçludur. Fakat bazı şeyleri değiştirip dönüştürebilmemiz için de yine şiirin gücüne ihtiyacımız var. Şiirin gücü olmazsa yasımızı tutamayız mesela. Şiirin gücü olmazsa mutluluk ve sevinçlerimizi dile getiremeyiz. Şiirin gücü olmazsa aşkımızı tanımlayamaz, onu adlandıramayız. Bu yüzden bahsettiğiniz o yaklaşımları çok üstünkörü buluyorum. Çünkü şiir bir sanattır. Sanatın miadı dolar mı? Çağı geçer mi? Resmin çağı geçmez, müziğin çağı geçmez, mimarinin çağı geçmez. Şiirin çağı niye geçsin? Bunu da sorgulamak gerek. İnsanların bu şekilde yaklaşması gerektiğini düşünüyorum. Doğru, şiir her şey değildir. Fakat benim nazarımda şiir çok şeydir.

 

'İçeri'dekilerin edebiyatına gelelim. 'Dışarı'da "cezaevi edebiyatı" diye bir tanımlama var. Kimileri de bu tanıma karşı çıkıyor. Açıkçası biz de bu konuda ne diyeceğimizi çok kestiremiyoruz. Senin ağzından duymak istedik: Siz ne diyorsunuz?

Kişisel olarak "cezaevi edebiyatı"nı çok anlamlı bulmuyorum. Evet zindandakiler edebiyat yapıyor fakat bu böyle diye zindan edebiyatı olmuyor. Çünkü hiçbirimiz sadece zindanın duygularından beslenerek yazmıyoruz. Geçmişimiz bizim için bir ışık kaynağı gibi duruyor. Aslında zindan dediğimiz Platon'un mağara alegorisine benziyor. İçeriye her şey dışarıdan gelir. Sistem ne isterse onu gösteriyor sana. Televizyon onlara bağlı. Onlar hangi kanalı isterse onu izleyebiliyoruz. Onlar hangi gazeteleri isterse o gazeteleri okuyabiliyoruz. Hangi müzikleri isterlerse onları dinleyebiliyoruz. Radyolarımızı topladılar vb.  Fakat geçmişimiz ve anılarımız subjektif gerçekliğimizi seriyor önümüze. Onlar bize ışık oluyor. Anılarımız sayesinde gerçeğin onların gösterdiği gibi olmadığını biliyoruz. Biz de bu gerçeklik üzerinden kendimizi ifade ediyoruz. Bu gerçeklik üzerinden topluma dahil olmaya çalışıyoruz. Toplumla aramızdaki bağın kopmasına, aramıza mesafe girmesine müsaade etmiyoruz. Topluma ulaşmak istiyoruz.

Zindan benim için zaman ve mekanın dışında bir yerdir. Gerçek zaman algısı burada geçerli değil. Biz hangi yaşta içeri girdiysek kendimizi o yaşta hissediyoruz. Ben 20 yaşındayken zindana girdim, şu an da kendimi 20 yaşında hissediyorum. Halbuki yaşım 40'ı da geçti.

 

Zaman durmuş gibi mi?

Bazen "buradan çıktığımda dışarıdaki hayatıma kaldığım yerden devam edeceğim" diye düşünüyorum. Kardeşlerimi rüyalarımda çocukken ki halleriyle görüyorum. Onları rüyalarımda büyümüş halleri ve bugünkü yaşlarıyla göremiyorum. Zindan, mekan açısından da böyle bir yer. Zindan zaman ve mekanın dışında bir yerdir. Zaman ve mekanın dışında bir edebiyat geliştiremezsiniz. Bu yüzden de bana göre "zindan edebiyatı" tanımlaması biraz problemli bir tanımlama.

 

Öyleyse ne dersek yerinde olur?

Bunun devrim edebiyatının bir parçası olduğunu söyleyebiliriz.

 

Gelen uyarı seslerinden anlaşılacağı kadarıyla süremiz dolmak üzere. Son soru: ülkemizde edebiyatın duruşu nasıl olmalı?

Dışarıda edebiyatla ilgili arkadaşlar ne düşünür bilemem. Bu konuda dışarıdaki arkadaşlarla pek bir paylaşımımız da olamadı fakat şahsi fikrimi söyleyeyim. Biz şu an inşa sürecini tartışıyoruz. Gündemimizde bu var. Eğer edebiyat inşa sürecine dahil olamıyor, hatta inşa sürecine öncülük edemiyorsa sorgulanması gerekir. Yani el âlemin edebiyatının peşine takılabiliriz, onları taklit edebiliriz, kendimizi onlara benzetebiliriz... Fakat bu daha temelinde problemli. Bu yüzden sanat ve devrim edebiyatı inşa sürecine öncülük etmelidir. Biz hayallerimize, istek ve taleplerimize cevap olabileceğimiz bir misyon üstlenmeliyiz.

 

Nasıl bir misyon?

Mesela biz komünal toplumun romanını yazabilmeliyiz. Ekonomi-politikin romanını yazabilmeliyiz. Ekonomi-politiğimiz kooperatifler temelli olacak diyoruz. Kooperatifler nasıl inşa edilir, nasıl işler... Bunların romanlarını yazabilmeliyiz. Film ve dizilerini çekebilmeli, resimlerini yapabilmeliyiz.

Sanat alanı çok geniş bir alan. Bunlar o alan içerisinde ifade edilebilir ve yapılabilir şeyler.

Süremiz doldu. Söyleşimiz yarım kaldı. Doğru dürüst vedalaşamadık bile. Bu vedasız kapanış bize Dîwana Hestiyan'daki şiirlerden biri olan "jan-name"nin bitememişliğini hatırlatıyor: "Bu şiir sürgünden ötürü yarım kaldı, artık tamamlanmayacak."

 

erd Agron kimdir?

erd Agron, 2000 yılı yazından bu yana tutsak. Şu an Şakran T Tipi'nde tutuluyor. "Dîwana Hestiyan" adlı bir şiir dîvanı var. Aslı Erdoğan'ın "Taş Bina ve Diğerleri" adlı kitabını "Avahiya Kevirî û Ên Din" adıyla Kürtçeye çevirdi. erd Agron, "Dîwana Hestiyan" adlı eserinde özgeçmişinden şöyle bahseder: Agron, Kos adasında Byssa ve Meropîs adlı iki kız kardeşiyle mutlu bir hayat yaşardı. Agron ve kız kardeşleri toprağın tanrıçasından başka hiçbir tanrı ve tanrıçaya inanmazlardı. Bu duruşları yüzünden tüm tanrılar birlik olup bir karar verirler. Agron ve kız kardeşleri cezalandırılmalıdır. Cezaları kesildi. Tanrılar Meropis'i baykuşa, Byssa'yı da martıya dönüştürdü. Agron da bir yağmur kuşuna dönüştürüldü. Agron'un babası Eumelos ise bir kargaya dönüştürülerek cezalandırıldı. Rivayetlere göre Agron hala uslanmış değil ve eski inancını sürdürüyor.

 

 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.