Kilit seçmene mektup!

Nevra AKDEMİR yazdı —

  • Hala zaman varken, tekmeyi zebanilere atmanın zamanı geldi. Bu döngüleri kırmak mümkün, haftaya en azından bir engeli aşmayı, en azından kutuplaşmanın en büyük yaratıcılarından birini devirmenin neşesini yeniden yakalayalım. Bugün bir dönüm noktasındayız. Oy vermek sadece bir başlangıç. Cehennem kapısını kapatalım! 

Tüm gündem seçime kilitlendi bir süredir. 21 yıllık Erdoğan’da kristalize olan AKP iktidarının herkesi derinden etkileyen tüm ekonomik çöküş ve yaşam güvencelerini askıya alan kurumsal yıkıma rağmen sürüp sürmeyeceğine dair referandum aslında. Soğan fiyatından ve kiralara kadar yaşam giderlerinin sürekli gündemde olduğu, çalışma sürelerinin sadece en kötü işlerde çalışanlar için değil, plazalardaki dahi çocuklar için de korkunç uzunluklara eriştiği, üniversite profesörlerinden tekstil işçisine çoğunluğun gelirlerinin yoksulluk düzeyinin altına düştüğü bir dönemde, devletin kurumlarının çöktüğünü gösteren deprem yıkımının yaraları henüz sarılmamışken girdik seçim dönemine. Korkunç bir öfke ve muazzam kayıplarımız var. Adaletin nasıl sağlanacağına dair bir umudun olmadığı bir yerde, hayata dair kaygı ve geleceğe dair korku pek çok şeyi belirleyebilir, özellikle de oylarımızı.

Markete ve pazara gitmek, hatta buzdolabının kapağını açmanın bile bazı hanelerde gerilim kaynağı olduğunu, ev sahibinden gelecek bir telefonun evden çıkarılma ve kiranın artırılması ihtimali karşısında panik yarattığı bir dönemde, ücretli bir işte çalışan kişilerin işvereni ile veya devlet gücünü elinde bulunduran, medya araçlarıyla her gün bir yalanı veya çarpıtılmış bilgiyi üreterek iktidar ve yerel iktidarlarla bir çatışmayı göze alması mümkün mü? Dahası Erdoğan’ı desteklemeyen herkesi terörist ve hain ilan eden anlayış, suç ittifakıyla en küçük toplumsal birimler olan hanelerde bile yoksulluğu suçu cezasız bırakan sistemi yaygınlaştırma vaadiyle, yani daha fazla suç üreterek ayakta kalıyor. En küçük toplumsal birimde bile farklı bir fikrin veya eril iktidarın eziyetine karşı gösterilen en ufak direnişin, ideolojisi ne olursa olsun aynı yöntemlerle baskılanması ise çok düşündürücü değil mi? Her iktidar kendi Erdoğan’larıyla ve küresel çapta destek bulduğu sağcı-ırkçı-mizojin-yoksul aşağılayıcı tutumuyla kendini adalete rağmen herşeyi yapmaya muktedir; eşitliğe rağmen herşeyi hak eden bir muvazzaf fail ilan ediyor, belki de evinde bir pirinç tanesi bile kalmamışken. İşin tuhaf yanı, bu iktidarların hem ekonomik anlamda hem de siyasi anlamda bir oyluk canı var aslında. Öyle de hızlı değişebilir haldeler ki bazen bir kağıttan kaplanlık ve yeniden yazılabilir tarihçilik olarak kişisel ve aile tarihlerini görüyoruz. 

Dünyada da tüm otoriter rejimler, nefesini tutmuş seçimleri gözlemliyor. Orban'ın geniş muhalif yelpaze karşısında  kazandığı Macaristan seçimlerinde de derin bir nefes almıştı Batı. Zira kendi demokrasilerinin biricikliğini de, göçmenlere yönelik ayrımcı tutumları da haklı çıkaran rejimlere ihtiyaçları vardı. Sadece batılı ülkelerin hükümetleri değil, kurulu düzenin devamından yana yatırım yapanlar kurtla yiyip çobanla ağlayacaklardı. Zira neoliberal ekonomi politikalarının giderek daha da harcamayı kısmayı önerdiği kamu hizmetlerinin çekildiği alanlara ekonomik gücü yetenler için göçmen ucuz emek gücünün temel olduğu şirketlerin hizmetleri, yetmeyenler için kadın emeği ile telafi edilmeye çalışılan bir ailenin merkeze alındığı bakım sistemi girmeliydi. Kadınların özgürlük talepleri ve LGBTİ+’ların varlığı ise bu sistemi çıkmaza sokuyordu. Böylelikle kötüleşen sağlık ve eğitim gibi kamusal hizmetlerden daha fazla insan, hayat koşulları kötüleşerek, sağlıksız ve çaresizliğin salgın gibi yayıldığı bir sürece sürüklenerek etkilenirken, tüm bu politikaların sorumlusu olarak göçmenleri gösteren kralın terzilerine inanıveriyorlardı. 

Ne kolay bir çözüm, ne büyük ittifak! Giderek daha fazla ceplerini dolduran yüzde 1’lik sermayedar ve onların çarklarını döndürmeyi hedefleyen asalak politikacılar, sayıları her gün daha da kabaran ve yaşam koşulları daha da kötüleşen geniş halk kesimleri. Giderek yükselen öfkeyi, kendilerini bu koşullarda yaşamaya zorlayanlara değil de, kendilerinden daha kötü koşullara mahkum edilenlere yönlendiren kullanışlı rejim ittifaklarına bu düşmanlarla dönüşüyorlar işte. Kadın düşmanlığı, LGBTİ+ karşıtlığı, göçmen karşıtlığı, ırkçılık, beyaz üstünlükçülük, komplo teorisyenleri ile tek potada eriyorlar…. Öyle ki feminist mücadeleyi aşağılamak için yarışıp, kimlikleri sınıf dışına atan büyük oyunu görenler topluluğunun bizleri yok eden rejimin dişlileri olduğunu görmek kimseyi şaşırtmıyor. Böylece öfke, kurulu düzenin sürekliliği için kullanışlı bir duyguya dönüşüyor. 

Halbuki öfke bizim ortaklığımız, başlangıç noktamız ve insanlığımızın son kırıntısı. Öfkeyi bu düzene tekme atmaya değil de, bizden daha kötü koşullarda ve farklı yaşayana yönelmesi kendi cehennemimizin ateşini harlıyorken, bu düzenin tek oyluk canı var. Hala zaman varken, tekmeyi zebanilere atmanın zamanı geldi. Bu döngüleri kırmak mümkün, haftaya en azından bir engeli aşmayı, en azından kutuplaşmanın en büyük yaratıcılarından birini devirmenin neşesini yeniden yakalayalım. Bugün bir dönüm noktasındayız. Oy vermek sadece bir başlangıç. Cehennem kapısını kapatalım! 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.