Kundera’nın “Var”oluşu

Kültür/Sanat Haberleri —

Milan Kundera

Milan Kundera

  • Yaşayan son varoluşçu olarak anılan Kundera, eserlerinde en çok sorgulanan şey yaşamın kendisidir. Romanları, bir sonuca varılan ve daha ileri gidilmeyen nihai nokta değil; bu nokta için bir araçtır.

BÜŞRA ŞAHİN

 

Kendisi “Kuramlar dünyası bana göre değil” dese de kuram dünyasından uzaklaşmayan bir yazar olarak biliyoruz Kundera’yı. Edebiyat dünyasındaki varlığı sadece romanlarıyla değil kuramsal düşünceleriyle de hep önemli bir yerde olan Milan Kundera, 12 Temmuz 2023’te aramızdan ayrıldı.

Peki neden önemliydi Kundera?

1929 yılında Çekoslovakya’da dünyaya gelen ve ilk eserini 1960’ta yayımlayan Kundera, babasının etkisiyle küçük yaşlardan itibaren müziğin içinde olmuş ve ritim, romanlarında da önemli bir unsur olarak karşımıza çıkmıştır. Edebiyat dünyasına girişi, şair kuzeninin etkisi ile olsa gerek, şiir çevirileri ile başlar. Akademik eğitimine edebiyat ve sinema odaklı devam eden Kundera, İkinci Dünya Savaşından sonra Komünist Parti üyeliğinden ötürü baskıya maruz kaldı ve akademik çalışmalarını durdurmak zorunda kalırken partiden de uzaklaştırıldı. Bu süreci, Şaka (1967) adlı romanda kaleme aldı.

Çok detaya girmeye gerek duymadan 1975’te Fransa’ya göç edip Fransa vatandaşlığı aldığını, 1979 yılında yayımlanan Gülüşün ve Unutuşun Kitabı sonrası Çekoslovakya vatandaşlığından da çıkarıldığını belirtmek yeterli. Kundera’nın gerçeklikle bağını, bu gerçekliği roman dünyası ile nasıl bütünleştirdiğini burada görmek mümkündür diye düşünüyorum.

Son varoluşçu

Yaşayan son varoluşçu olarak anılan Kundera, eserlerinde felsefi düşünce sistemini özellikle önemli bir yere konumlandırır. Karakterler, onlar arasındaki ilişkiler, olaylar veya sadece hayatın kendisinin felsefi bir temelde tartışıldığı/tartışmaya yol açtığı görülür onun eserlerinde. En çok sorgulanan şey ise yaşamın kendisidir ve bireyin bu yaşamda var olduğu nokta, aldığı roller üzerine sorgulamalar devam eder. Ancak bir yargıda bulunmadan, sorgulamaya kapı açarak, okuru soru sormaya yönlendirerek yapar bunu. Romanları, bir sonuca varılan ve daha ileri gidilmeyen nihai nokta değil; bu nokta için bir araçtır.

Romanlarında yaşamı ve dünyayı sorgulatmasına, sürekli kapı açmak istemesine rağmen Kundera aynı zamanda yaşamın çok ciddiye alındığını da düşünür, bunu yansıtır. Bu kadar çok sorumluluk, bu kadar çok duygu veya bu kadar çok sorgu nedendir? Belki de bu noktada gerçeklik ile kurmacanın farkı ortaya çıkıyor: Gerçek hayatta geriye dönüp hiçbir şey değiştiremeyeceğimize göre bu kadar suçluluk veya üzüntü hissetmemiz yersizdir fakat kurmaca bir metinde (veya tüm metinlerde) geriye dönüp bir şeyler değiştirilebilir, hatalar giderilebilir ve metin daha mükemmel hâle getirilebilir. İşte tam da bu zıtlık yüzünden gerçek hayatta insanlar net bir düalizm ister: iyi-kötü, doğru-yanlış, siyah-beyaz gibi. Fakat insan ve yaşam böyle olmadığından roman da bu keskin düalizmi içeremez:

“İnsan iyiyle kötünün belirgin bir şekilde ayırt edilebileceği bir dünya ister, çünkü onda doğuştan gelen, gemlenemez bir anlamadan yargılama arzusu vardır. Din ve ideolojiler bu arzu üzerine kuruludur. (…) Bu, ‘ya-ya da’nın içinde, insani durumların özündeki göreceliğe katlanamamanın aczi, ilahî yargıcın yokluğuyla yüzleşememenin aczi vardır. Bu acz yüzünden, romanın bilgeliğini (belirsizliğin bilgeliği) kabullenmek ve anlamak zordur.” (Milan Kundera, Roman Sanatı)

 Romanların asıl problemi “ben”dir

Avrupa romanına büyük önem veren Kundera’ya göre varoluşçuluk, Heidegger’den önce Avrupa romanında açığa çıkarılmış, aydınlatılmıştır. Roman türüne ve bu türün insanla ilişkisine verdiği önem, şu cümlelerinden de anlaşılabilir:

“Sanatı felsefi ve kuramsal akımların bir türevinden başka bir şey olarak görmeyen profesörlerden çok korkarım. Roman bilinçaltını Freud’dan, sınıf kavgalarını Marx’tan önce tanımıştır; görüngübilimi de (insanlık durumlarının özünün araştırılması) görüngübilimcilerden önce açıkladı. Hiçbir görüngübilimciyle tanışmamış olan Proust’ta ne muhteşem ‘görüngübilimsel tasvirler’ vardır!” (Milan Kundera, Roman Sanatı)

Varoluşçuluk ile romanları birleştirmesi, zaten böyle bir geleneğin olduğunu düşünmesinden ve yaklaşımlarının birbirleriyle örtüştüğünü savunmasından ileri gelir. Kundera’ya göre tüm romanların asıl problemi “ben”dir çünkü. Bir kurmacaya başlamanın ilk adımı olan karakter (anlatıcı da diyebiliriz örnek yazar da) yaratmak, kimlik sorusu ile başlar ve romancının çözmesi gereken ilk soru budur. Kimlik ve ben üzerine sorulan sorular da kaçınılmaz bir şekilde varoluşçuluğun sınırlarında dolanır veya içine dalar.

“Romanlarımdaki kişiler kendime ilişkin gerçekleşmemiş olabilirliklerdir. Onlardan eşit derecede hoşnut olmam ve dehşete düşmem de bu yüzden. Her biri benim ancak kenarında dolaştığım bir sınırı aşmıştır. Bana en çekici gelen şey bu aşılmış sınırdır (ötesinde kendi ‘ben’imin sona erdiği sınır). Çünkü romanın sorguladığı sır o sınırın ötesinde başlar. Roman yazarın itirafları değildir; bir tuzak haline gelmiş dünyamızda yaşanan insan yaşamının araştırılmasıdır. Bu kadarı yeter. Biz gene Tomas’a dönelim.” (Milan Kundera, Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği)

Okurları için mutluluktu

Kundera’nın kaleminde roman sadece varoluş felsefesi ile bütünleşmekle kalmaz, aynı zamanda bir varlık olarak insanın en zayıf noktalarından onu vurabilir, tüm acziyetini gösterebilir ve bunu yaparken belki de zevk alır. Bunu yaparken de romanın kendine has nitelik ve tekniklerinden yararlanır. Felsefi bir tirat vermek yerine hayatın kısa anlarında bu acizliği yakalama, okura sunma, bunu da en anlaşılabilir dille yapma amacı taşır. Ben sorgusu onun için asıl varoluş sorgusudur.

Kundera’nın roman türüne yaklaşımını genel çerçevede izlediğimizde ve yukarıdaki görüşlerini düşündüğümüzde, onun son varoluşçu olarak nitelenmesinde haklılık payı olduğu açıktır. Roman türü için önemi ise insanı yani bir varlık olarak “ben”i ele alışında gizlidir. “Dünya apansız etrafımıza kapanmıştır” diye tanımladığı bu yüzyılda, zamanda ortaklaşmak, tüm okurları için mutluluktu.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.