Kürt gerillasının çıkışı

Dosya Haberleri —

  • 15 Ağustos, Kürt gerillasının, HRK’nin kuruluş ilanıdır. Eruh ve Şemdinli eylemleri yüzde 70 civarı başarılıydı. Şemdinli’de daha çok silahlı çatışma boyutu öne çıktı. Eruh’ta karakol ele geçirdi, silah deposuna el koydu, yoğun propaganda yapıldı.

TİJDA  YAĞMUR

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan ile söyleşimizin ikinci bölümünde, 12 Eylül darbesinden sonra PKK’nin nasıl örgütlendiğini ve  gerillanın 15 Ağustos’a nasıl hazırlandığını anlattı.

15 Ağustos Atılımı’na doğru gidilirken Türkiye’deki Türk-sol örgütleri ve Kürdistan’daki partilerin yaklaşımları nasıl oldu?

12 Eylül 1980 askeri-faşist darbesi  Türkiyeli ve Kürdistanlı örgütlerin bir kısmı tutuklandı, bir kısmı da farklı alanlardan yurtdışına çıktılar. Bütün örgütler içinde en örgütlü, disiplinli, düzenli geri çekilen PKK hareketi oldu. Çünkü PKK 1978 Aralığındaki Maraş katliamıyla yeni bir darbe sürecine girildiğini değerlendirdi. Ondan sonraki faaliyetlerini bu darbeye karşı direnme faaliyetleri temelinde yürüttü. Siverek direnişi esasta böyle bir hazırlık çalışmasını, partiyi gerillalaştırma, gerilla eğitiminden geçirme çalışması olmayı öngörüyordu.

Bir diğer hazırlık 1979 Temmuz başında Önder Apo’nun Ortadoğu’ya, Lübnan-Filistin sahasına geçişiydi. Daha darbe olmadan Önder Apo bu alanlarda ilişki kurmuştu. 1979’un güzünden itibaren Filistin kamplarında eğitim görülmesi için gerilla gruplarını çağırmıştı. Bir eğitim imkânı yaratmış, eğitim çalışması düzeni oluşturmuştu. Darbeden sonra PKK çok fazla kadro yakalatmadı. Kısmi yakalanmalar oldu. Yakalanmalar daha çok darbeden önce oldu. Geriye kalan, yakalanmayan kadroları zorluklarla da olsa, parça parça, planlı ve örgütlü bir biçimde Lübnan ve Filistin sahasına geri çekmeyi başardı.

PKK, 12 Eylül faşizmine karşı direnme hazırlıklarını iki boyutta sürdürdü. 12 Eylül faşist-askeri darbesine karşı Kürdistan’da bir ulusal direniş cephesi oluşturmayı hedefledi. Türkiye’de de bir antifaşist direniş cephesi oluşturmayı hedefledi. Bu temelde parça parça yurtdışına çıkmış örgütlerin bir araya gelmesi, toparlanması, kendi örgütsel toparlanmalarını geliştirmeleri için destek verdi. Yine onlarla ilişki kurarak faşizme karşı cephe çalışmalarını yürütmek üzere tartışmalar, toplantılar yaptı. Kürt örgütlerinin YNK ile ilişki içerisinde Suriye-Lübnan sahasında toparlanmaları biraz daha kolay olmuştu. Önce Kuzey Kürdistanlı Kürt örgütleriyle 12 Eylül faşizmine karşı Ulusal Direniş Cephesi’ni oluşturma tartışmaları yürütüldü. Zaten 1975’de de Önder Apo söz konusu örgütlerin yönetimiyle de görüşmüş Kürdistan’daki siyasi çalışmaları ortak cephe örgütlülüğü içerisinde geliştirmeyi önermişti. Fakat o öneri o zaman kabul edilmemişti. Onun için parti örgütlenmesini geliştirmeyi öne almıştı.

PKK çekildi, onlar dağıldı

Şimdi 12 Eylül darbesi olup yasal çalışma imkânları kalmayınca kadrolar, örgütler yurtdışına çıkınca bu sefer yeniden faşizme karşı ulusal direnişi geliştirmek için güçleri birleştirmek, cephe oluşturmak gerekiyordu. Bunlar tartışıldı. Bu tartışmalardan her hangi bir sonuç çıkmadı. Çünkü 1979 sonu ve 80 başında DDKD, Özgürlük Yolu ve KUK örgütleri ‘Ulusal Demokratik Güç Birliği’ adı altında PKK’ye karşı bir birlik oluşturmuş ve 1980 başından itibaren Kuzey Kürdistan’da PKK’ye yönelik silahlı saldırıda bulunmuşlardı. 1980 güzüne kadar Mardin’de, Urfa’da, Diyarbakır’da, Batman’da bundan dolayı silahlı çatışmalar oldu. Onlarca PKK kadrosu ve sempatizanı bu saldırılarda katledildi. Son derece bilinçli, planlı saldırılardı. Bu durum faşizme karşı ulusal direniş cephe çalışmalarını olumsuz etkiledi. Bir çatışmalı durum yaşanmıştı. Güvensizlik hat safhaya çıkmıştı. Diğer yandan oluşturulan UDG’nin tek amacının PKK karşıtlığı olduğu artık belli olmuştu. Zaten UDG’ye PKK’nin Mardin’den Botan’a geçişini engelleme görevi verilmişti. Onun için saldırı yapmışlardı.

Bu örgütler PKK’yi teslim almak istiyorlardı. Kendileri gibi olsun istiyorlardı. Yani PKK özeleştiri yapsın, çizgisini değiştirsin diyorlardı. Bunun üzerine Önder Apo ‘aynı çizgide olursak zaten farklı örgüt olmamıza gerek kalmaz’ dedi. Biz bir parti kuralım demiyoruz. Partileri bir cephede birleştirelim diyoruz. Fakat kabul etmediler. Esasta PKK’nin 12 Eylül rejimine karşı savaşacağını hissediyorlardı, görüyorlardı. PKK’yle ittifak yaparlarsa kendileri de savaşmak zorunda kalacaklardı ama bunu göze alamıyorlardı. Böyle bir savaşa girme anlayışları ve yürekleri yoktu. İpe un seriyorlardı. Gerekçe yaratıyorlardı.

Sonuçta o cepheden bir gelişme olmadı. PKK çekildi. Önder Apo onlara şunu söyledi ‘Madem bizimle cephe oluşturmuyorsunuz, kendiniz kurun, 12 Eylül faşist-askeri darbesine karşı savaşın, direnin, eğer böyle bir pratiğiniz olursa sonuna kadar bizim desteğimiz sizin yanınızda olacak. Dışarıdan sizi tüm gücümüzle destekleyeceğiz.’ Fakat PKK çekildikten sonra onlar da dağıldılar.

Türkiyeli örgütlerle cephe çalışmaları

Ardından Türkiyeli örgütlerle cephe çalışmaları yürütüldü. Çeşitli toplantılar yapıldı. Giderek Suriye-Lübnan-Filistin ortamında Ortadoğu’da bu görüşmeler yoğunlaştı. Sonuçta Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi kuruldu. 8 örgüt vardı, bir yada iki örgüt de dışarıdan destek veriyordu. Cephe içerisinde Kürt örgütü olarak sadece PKK vardı. Diğer Kürt örgütleri Türkiyeli partilerle ortak mücadeleye katılmıyorlardı. Daha önce ADYÖD pratiğinde de Ankara’da da böyle olmuştu. Öncesinde DDKO Dev-Genç’e katılmamıştı. Onlar zaten ortak bir demokrasi mücadelesine hiç girmediler. Hep böyle ayrı kalıyor, bölücü davranıyorlardı. FKBDC’de de Kürt örgütü olarak sadece PKK yer aldı. Buna ADYÖD’ün koşullara göre güncellenmesi dendi.

Aslında bu cephe bir umut yarattı. 1982 baharında kuruluşu kesinleşti. Bir yandan bir Avrupa Komitesi oluşturuldu. Avrupa’da ilişki, ittifak, kitle çalışması, yayın faaliyetleri başlatıldı. Bir yandan da silahlı direniş gücü olan örgütlerin direniş güçlerinin Lübnan-Filistin sahasına taşınıp askeri eğitimlerinin geliştirilmesi biçiminde çalışma sürdürüldü. 82 yılı boyunca bu iki alanda yoğun bir çalışma sürdü. 82 güzünde 2. Kongre kararı temelinde PKK ülkeye dönüşü başlatınca özellikle Devrimci Yol Grubu adına FKBDC’de yer alan güçler tıpkı söz konusu Kürt örgütleri gibi korku ve telaşa düştüler. Direnmek üzere Kürdistan’a dönüşü tehlikeli buldular, karşı çıktılar. PKK bunu yaparsa her alana yayılır, kendilerinin de zorlar korkusuyla güçlerini hemen Avrupa’ya çekme ve Avrupa’da toplama kararı aldılar. Böylece cephe içinden iki çizgi ortaya çıktı: Bir, Lübnan-Filistin sahasında yürütülen askeri hazırlık çalışmalarını Kürdistan ve Türkiye’ye taşırarak 12 Eylül askeri-faşist darbesine karşı gerilla direnişini geliştirmeyi öngören çizgi, bir de silahlı direnişten vazgeçerek Avrupa’ya çekilip mülteci olma, 12 Eylül darbesinin siyasi çalışma imkânının önünü açmasını Avrupa’da beklemeyi öngören bir çizgi.

FKBDC nasıl işlemez hale geldi?

Sonuç olarak  82 sonunda da FKBDC’de işlemez hale geldi, bölündü. Fakat 84’e kadar Avrupa’da tartışmalar sürdü. İlişkiler devam etti. Karşılıklı eleştiriler oldu. Açığa çıktı ki Semir provakasyonunun arkasında da bu Taner Akçam grubu var. Aslında onlar cephe kurup faşizme karşı direnmek için değil, Ortadoğu’da, Lübnan-Filistin sahasında askeri eğitim görüp hazırlanan PKK’yi Avrupa’ya taşımak üzere NATO tarafından görevli olarak gelmişler. Taner Akçam’ın bir NATO görevlisi olduğu, Almanya istihbaratı tarafında eğitilip görevlendirildiği açığa çıktı. PKK içinden de bu çizgiyi yürütmek üzere Semir denilen kişiyi o süreçte kendi yanlarına çekmişlerdi.

Faşizme karşı silahlı direnişi geliştirmek üzere PKK dışında Kürdistan ve Türkiye’ye dönen olmadı. Devrimci Yol Hareketinden bir grup silahlı giriş yaptı. Artvin’e kadar gittiler. Fakat çoğu ya şehit düştü ya da yakalanıp tasfiye edildiler. Onun dışında kimse dönüş yapmadı. Bazı gruplar özlerini korusalar da devrimci dinamizmleri ölmüştü. Silahlı direnişi göze alamıyorlardı. Bazıları ise böyle bir mültecilik ortamında İstihbaratların da ilişkilenmesiyle aslında tasfiye oldular. Ajanlaştılar, mültecileştiler. 15 Ağustos Atılımına giderken Kürdistan ve Türkiye’de PKK dışında çalışma yürüten her hangi bir örgüt yoktu.

Aslında yurtdışındaki bu örgütlerin gerçek durumlarının ne olduğunu 15 Ağustos Atılım Hamlesi ortaya çıkardı. 15 Ağustos bir turnusol kağıtı gibi rol oynadı. Bazı devrimci kişiler, gruplar içten sevinç duyup, sessiz kalsalar da genel çoğunluğun mültecileştiği, ajanlaştığı ortaya çıktı. Çünkü 15 Ağustos Atılımı’na en çok karşı çıkan kesimlerden birisi bu tasfiye olmuş örgütler oldu. 15 Ağustos’a saldırdılar, maceracılık olarak değerlendirdiler, daha o zamandan Kemal Burkay ‘terörizm’ dedi. 40-50 örgüt bir araya gelip 15 Ağustos Atılımı’nın devrimci bir eylem olmadığını savunan açıklamalar yaptılar. Kürtleri katliama götürmek için bir provakasyon, bir oyun olarak değerlendirdiler. Kenan Evren cuntasına da çağrı yaptılar ‘bize imkân verin, en iyi biz Apocuları tanırız, size Apoculara karşı kılavuzluk edelim, yardım edelim’ dediler. Yani bu kadar karşı devrimci hale geldiklerini, tasfiye olduklarını ortaya koydular. Bu yönlü de PKK aleyhinde yurtdışında yoğun bir çalışma yürüttüler. PKK’nin Çeşitli güçlerle, örgütlerle ilişki-ittifak geliştirmesini engellemeye çalıştılar.

15 Ağustos 1984’te savaşın başlatılması kararından sonra nasıl bir hazırlık oldu?

15 Ağustos Atılımı’na bir pratik hazırlık süreciyle ulaşıldı. Bunun bir adımı grupların ülkeye dönüşü, Başûr ile Rojhilat sınırında Mehmet Karasungur ve Agit yoldaşların yaptığı pratik hazırlık ortamında kamplarda toplanmalarıydı. İkincisi, 1983 baharından itibaren Botan ve Serhat alanlarına üçer, dörder kişilik hazırlık gruplarının gönderilmesiydi. Bunlar siyasi ve askeri üstlenme çalışması yürütecek, eylem için o alanlarda hazırlık yapacaklardı. Bu 3 aylık bir faaliyet olarak öngörüldü ama bu bütün 83 yılına yayıldı. Bu çalışmalar iyi örgütlenilememiş, somut durum iyi görülmemişti. Hızlı yürütülmedi, zorlukları çoktu. Bütün bunların sonuçları 1984 Ocak sonu, Şubat başında yapılan 2. Kongre’nin seçtiği Merkez Komite’nin ikinci toplantısında değerlendirildi. Söz konusu Merkez Komite ilk toplantısını kongreden sonra yapmıştı. Zaten orada kendisini hazırlık komitesi olarak tanımlamıştı. İkinci toplantısı 1984 Ocak sonu, Şubat başında oldu.

O toplantı iki noktayı değerlendirdi. Bir, Semir ve Süleyman’ın dayattığı provakatif-tasfiyeci çizgiydi. Tıpkı Taner Akçam gibi onlar da ülkeye dönüşü, gerilla mücadelesine girişi yanlış ve tehlikeli buluyorlardı. Partinin Avrupa’ya gidip mültecileşmesini öngörüyorlardı. Parti ülkeye dönünce 83 Mayıs’ında Semir Avrupa’da isyan etti, 82 Aralık’ında Baki Rojhilat Kürdistan’da partiye karşı isyan eder duruma düştü. Böylece mücadeleyi engellemeye çalışıyorlardı ve ciddi bir sorun yaratmışlardı. Bunlara karşı tasfiyeciliği anlama ve tasfiyeciliği etkisiz kılacak bir mücadele ve partiyi çizgi olarak savunma, pratikleştirme durumu, Merkez Komite toplantısının tartıştığı çok önemli bir durumdu. İdeolojik-örgütsel mücadele denen olay öne çıkmıştı. Bu konuda Merkez Komite’nin durumu nedir? Merkez Komitede yer alan kadrolar ne kadar mücadele yürütmüşler, nasıl yürütmüşler? Partiyi ne kadar anlamış, pratikleştirmiş ve sahiplenmişler? Birincisi buydu.

Karasungur’un şehadeti ciddi bir kayıptı

İkincisiyse silahlı direniş hazırlıkları veya pratiği ne kadar gelişmiş. O önemli bir durumdu. Mehmet Karasungur arkadaş şehit düşmüştü. O ilk adımlar atılırken hareket açısından ciddi bir kayıptı, zorluk yaratmıştı. Gruplar çalışmışlar ama ikinci adımı atamamışlardı. Öngörülen direniş pozisyonuna geçilememiş, devrimci savaş adımı atılamamıştı ki bu da ideolojik, siyasi ve örgütsel bakımdan partiyi zorluyor, tasfiyecilerin umutlarını güçlendiriyordu. Bu anlamda silahlı direniş adımının güçlü ve etkili geliştirilememesi, nedenleri önemli konulardı. Bunlar temel gündemler olarak tartışıldı. Daha çok ideolojik-örgütsel öncülük konuları, partileşme sorunları taktik uygulama çerçevesinde değerlendirildi. Eleştiriler-özeleştiriler oldu. 2. Kongre’nin kararlaştırdığı stratejinin uygulanması üzerine taktik adımların kararlılıkla atılması sonucuna varıldı. O toplantıdan böyle bir sonuç çıktı. Sonuçlar Avrupa’ya, tasfiyeciliğe karşı mücadele, toplumu örgütleme olarak, ülkeye silahlı direnişi hazırlama ve pratikleştirme olarak yansıdı.

Bu temelde toplantının sonuçları üzerinde 84 Nisan’ında ülkede bir tartışma, planlama ve iş bölümü gelişti. Silahlı adımların Çukurca ve Uludere’den atılmasına karar verildi. Bunları yürütecek birimler görevlendirildi. Agit arkadaş Uludere-Şırnak hattında, Abdullah Ekinci arkadaş Çukurca’da eylem geliştirme üzere görev aldılar. Buralarda bazı olaylar yaşanmıştı, ajanlık yapanlar çıkmışlardı. Onları cezalandırma temelinde ilk eylemlerini yaptılar. Fakat düzey olarak çok düşük eylemler oldu. Süreci karşılayan bir askeri vuruş ortaya çıkmadı, yetersiz kaldı.

HRK’nin kuruluşu

Önder Apo’da bu toplantı ardından gerilla örgütlenmesiyle, halk örgütlenmesini yan yana nasıl geliştirmek gerektiği konusunda kapsamlı perspektifler geliştirdi. Bunlar birleştirilerek 15 Ağustos eylemleri hazırlandı. Önce Xinerê’de bir eylem oldu. Bir silahlı direniş, gerilla örgütü kurmak üzere karar alındı. Hêzên Rizgariya Kurdistan, HRK adıyla kuruldu. Silahlı direniş bu çatı altında yürütülecekti, bildirisi hazırlandı. 3 birlik halinde örgütlendirilmesi öngörülmüştü. 3 silahlı propaganda birliği oluşturuldu, görevlendirmeler yapıldı. Propaganda için afişler hazırlandı. Kuruluş bildirisi hazırlandı. Üç birliğin komutası ve savaşçılarının görevlendirilmesi yapıldı. O iyi bir somutlaşmaydı. Ardından bu hazırlıklar Behdinan’da ikinci bir toplantıyla eylemsel yönden daha da somutlaştırıldı. Şikefta Birindara’da yapılan bir ikinci toplantıda kurulan askeri örgüt ve oluşturulan birliklerin nasıl bir eylem çizgisi izleyecekleri, hangi eylemlerle başlayacakları konusunda karar alıp plan yapıldı. İşte orada 15 Ağustos günü eylem yapılması kararlaştırıldı. Şemdinli-Eruh-Çatak ilk eylemlerin yapılacağı kasabalar olarak belirlendi. Bunlar bir üçgendirler, Botan ve Hakkâri’yi içine alıyorlardı. O alanın en küçük kasabalarıydı.

Birliklerin görevlendirilmesi konusunda eksik kalanlar tamamlandı, belirli bir iş bölümü yapılarak bunun pratikleştirilmesine geçildi. Zaten Xinerê’deki toplantı Haziran sonunda olmuştu, Şikefta Birindara’daki toplantı Temmuz ortasında oldu. Ancak Ağustos ortasına Eruh ve Çatak gibi alanlara sonuçlar aktarıp eylem yapılabilirdi. Böylece bu planlama ilgili alanlara, komutaya aktarıldı. Zaten Şemdinli eylemini yapacak gücün ağırlıklı bölümü söz konusu toplantıdaydı. Birer birim Çatak ve Eruh eylemlerini aktarmak üzere görev aldı, alana gitti.

İşte Ebubekir denen kişi Çatak’ta eylemi yürütecekti, Çatak birliğinin eylemini yürütücek olan komutan Terzi Cemal olacaktı, o alandaydı. Çatak tarafındaydı. Zaten Şemdinli eylemini yapacak grubun sorumlusu Heval Abdullah o toplantıda hazırdı. Abdullah heval daha önce Çukurca’da görev almış, bazı ajanlara yönelik eylem yapmıştı. Eruh eyleminin komutanı Agit yoldaş olmuştu. O da Botan sahasındaydı, bir grup hem katılmak hem de bu planı aktarmak üzere Botan’a geçti, Çırav’da Agit arkadaşlar buluşmuşlardı, sonuçları aktarmışlardı, söz konusu görevlendirmeyi kendisine aktardılar. Görev alan arkadaşlar, oluşturacakları birlikler çevrelerindeydi, ona göre birliklerini oluşturarak eyleme yöneldiler. Üç ilçe-kasaba basılacaktı. Her baskının askeri boyutu olduğu kadar, propaganda boyutu da vardı, silah depoları soyulacaktı, propaganda yapılacaktı, afişler asılacaktı, farklı bildiri dağıtımı yapılacaktı.

HRK’nin kuruluşu ilan ediliyordu, 15 Ağustos, HRK’nin kuruluş ilanıdır da. Kürt gerillası kendi kuruluşunu ilan etti. O oldukça önemliydi, bunlar yapılacaktı. Eruh ve Şemdinli eylemleri gerçekleşti. Eruh da öyle, Şemdinli de öyle, yüzde 70 civarı başarılıydılar. Şemdinli’de daha çok silahlı çatışma boyutu öne çıktı, Eruh’u ise ele geçirdiler, silah deposunu soydular, yoğun propaganda yaptılar, bildiriyi cami mikrofonunda okumuşlardı. Yani bütün Eruh aynı anda gerillanın kasabayı bastığını, HRK’nin kurulduğunu, Kürdistan özgürlük savaşının yeniden Kuzey Kürdistan’da başladığını duydu. Çünkü o bildiri ve eylem bunu ilan ediyordu.

15 Ağustos eylemlerinin geliştiği o tarihi anları anlatabilir misiniz?

İlk kurşun, diyor bilim insanları, her türlü köleliğe sıkılan kurşun. Bir başlangıcı oluşturuyor, bu çıkışın kaderi adeta başlangıcın başarılı olmasına bağlıydı. Bütün ülkelerin, gerilla deneyimlerinin, halk kurtuluş mücadelesi deneyimlerinin ortaya çıkardığı sonuç budur. Bu bir teori haline gelmişti, bu yüzden biz Kürdistan’da da böyle bir gerilla atılımını başlatırken, ilk eylemlerin başarısını çok önemsiyorduk.

Onun için de 15 Ağustos eylemlerinin hazırlanması da gerçekten de uzun ve yoğun bir çabayla oldu, ciddi bir gizlilik temelinde oldu, birçok konu sır gibi saklandı, çok dar bir çevrenin bilgisiyle oldu. Başarımız, gizliliğimize bağlıydı, o nedenle gizliliğe dikkat edildi.

Sonuçta gerilla direnişi başlamış, özgürlük savaşının başladığı ilan edilmişti. Bunun herkes üzerinde çok yoğun bir etkisi oldu. Her şeyden önce örgüt üzerinde etkisi oldu, her türlü gericiliğe ve köleliğe sıkılan kurşun dedik, faşist soykırımcı düşmana karşı sıkılan kurşun, onun devrimci hareketi engellemek için, örgütlediği ajan, ihbarcı, işbirlikçi yapıya sıkılan kurşun, tasfiyeciye sıkılan kurşun dedik ki zaten Semir, Baki tasfiyeciliği 15 Ağustos eylemlerini duyar duymaz, sır gibi yok olup kaçtılar, bir daha da görünmediler.

15 Ağustos eylemleri devrimciliğin ne olduğunu, nasıl pratikleşeceğini ortaya koyuyor. Devrimci olmak isteyene, bu yolu açıkça gösteriyor, dolayısıyla devrimcilik yolunu gören kadro, büyük bir coşku ve heyecan aldı. Parti ortamımıza, gerilla ortamımıza yeniden bir ruh, dinamizm geldi.

Düşman üzerindeki etkisine gelirsek, gerçekten de düşmana büyük bir korku saldı, çünkü 12 Mart darbesi karşısında THKP-C, THK-O, TİKKO gibi hareketler, biraz da hazırlıksız, plansız çıkışlar yapmışlardı. Faşist TC sistemi onları ezmeyi başarmıştı. 12 Eylül darbesi ardından benzer çıkışların olacağını bekliyorlardı. Özellikle Kürdistan’daki gelişmelerden korkuyorlardı, PKK’den, Apocu’lardan korkuyorlardı, onun için zindana özel bir itirafçılık politikası dayattılar. Bu devrimci dinamizmi öldürmeyi, devrimci ruhu, bilinci yok etmeyi hedefleyen, bir politikaydı.

Önce acaba ayaklanma mı oluyor diye korkmuşlardı, onların ordusunda o zaman ayaklanmaya karşı koyma temel bir yöntem idi. Çünkü cumhuriyeti ayaklanmaları, toplumsal direnişleri bastırarak kurmuşlardı, dolayısıyla korkuları hep o türlü ayaklanmaların gelişmesine dönüktü; kendi ordularını da onları bastırmaya göre örgütlemişlerdi. Bunu da böyle sandılar, fakat baktılar Kürdistan’da öyle bir şey yok, bir gerilla grubunun örgütlülüğüdür. Kendi örgütlemeleri işlemiyor, ondan sonra yeniden örgütleme yapmak zorunda kaldılar. Yani kontra-gerillayı harekete geçirdiler. Askeri saldırıları Kenan Evren üstlendi, ekonomik, siyasi boyutunu, kontra-gerilla saldırısının Turgut Özal üstlendi, Başbakan olmuştu, diğeri cumhurbaşkanı idi, kendi aralarında öyle bir iş bölümü de yaptılar. Kenan Evren ordunun başına geçti. Orduya moral vermek, savaşı yürütmek üzere Eruh, Şemdinli’ye kadar geldi. Fakat Ekim ayında Şemdinli’den dönerken gerilla konvoyunu vurdu, gerilla birlikleri, Kenan Evrenin güvenliğinden 2 askeri öldürdüler, birkaçını da yaralandılar. Bu eylemin 15 Ağustos, Eruh ve Şemdinli Eylemleri kadar etki yaptığını söylediler. Kenan Evren’in konvoyunu da vurdu gerillalar; bu kadar alana hakim, etkiliydi. Deniliyor ki Turgut Özal önemsemedi, yeterli savaş yürütmedi, öyle değildir. Yapabileceğinin her şeyini yaptı.

Yarın: Komutan Agit

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.