Masayı devirmenin bedeli yaşadığımız büyük yıkımdır

Sezai TEMELLİ yazdı —

  • Bu otoriter sistem kalıcı olmak adına despotik bir yönelimle artık herkesi tehdit ediyor. Bir yandan savaş, bir yandan polis devleti uygulamaları ile kendi bekalarını kurtarma peşinde olan bir iktidar var karşımızda.

Mecliste süren bütçe görüşmeleri bir ülkenin nasıl büyük bir yıkıma sürüklendiğini göstermesi açısından ibret vericidir.  2022 yılı bütçesi 20 yıllık AKP döneminin yarattığı tahribatının adeta özetidir. Rakamlar ve onların ardındaki siyasi ve toplumsal gerçeklik yozlaşmanın ne boyuta ulaştığını bize gösteriyor.

Bugün içinde yaşadığımız uydurma sistem, Türk tipi başkanlık da diyorlar, aslında AKP-MHP faşist zihniyetinizin en berrak halidir. Bu sistemin yarattığı en büyük tahribat ekonomiden çok aslında siyasi yıkım olarak karşımıza çıkmaktadır. Siyasi kriz tanımını çoktan geçtik, yaratılan bu yıkımı restorasyoncular bile düzeltemez. 

Bütçe anayasadan sonra en önemli toplumsal mutabakat metnidir ve hatta her yıl düzenleniyor olması ona önemli bir üstünlük de sağlar. Bu onun esnekliğini, toplumla olan barışıklığını, krizlere karşı duyarlılığını ortaya çıkarır. Toplumsal barış dediğimiz bir arada yaşamanın harcı da bütçede karılır. Aradan geçen yirmi yılda AKP iktidarları toplumsal barışı dinamitleyerek, adeta ayrımcılığı normalleştirdi. Halkların, emekçilerin, kadınların, gençlerin hakkını despotik bir anlayışla gasp etti. Sonuç itibariyle 20 yıllık serüven çoklu krizi de aşarak büyük yıkıma neden olmuştur. 

Nasıl oldu da bu zihniyet 20 yıl iktidarda kalabildi? Yanıtı çok zor değil. Yanıtı Kürt sorununda saklıdır. Bu sorunun çözümsüzlüğü maalesef iktidarın ömrünü uzattı. Neden bu mesele bu denli kritik? Bu sorun Türkiye’nin demokratikleşmesinin kapısında duran zebanidir. Bu zebaniyle baş etmeksizin o demokrasi kapısını açmanız mümkün değil. Bununla nasıl baş edileceğini aslında cumhuriyetin demokratikleştirilmesi gerektiğini söyleyerek Öcalan tüm Türkiye’ye, hatta dünyaya anlattı. Büyük bir dönüşüm iradesiyle Türkiye ve Ortadoğu’nun yüzyılı aşkın yapısal siyasi, ekonomik ve toplumsal krizine nasıl çözüm üretebileceğimiz konusunda önemli bir anlatıydı. İktidar ne yaptı, masayı devirdi, zebaninin karşısına dikilmektense onun sunduğu dünyevi nimetlere tamah etti. 

Bu meselenin çözümünün yolu kuşkusuz demokratik cumhuriyetten geçiyor. Demokratik cumhuriyet her şeyden önce siyasi özgürlüklerin, ekonomik adaletin ve toplumsal barışın bir arada gerçekleşebileceği bir anlayışı ifade eder. Oysa iktidar sürekli demokrasiden kaçarak siyasi özgürlükler yerine siyasi tutsaklığı, ekonomik adaletsizliği bu ülkeye reva gördü. 

Çözüm hemen yanı başımızdayken İmralı mutlak tecridi ile istisnai bir hukuk anlayışını normalleştiren faşist zihniyet süreklileşmiş bir OHAL düzeni yarattı.

Bu düzene, tecride ve savaşa karşı Amed ve Van’da Pazar ve Pazartesi günleri çok önemli bir yürüyüş vardı. Mülki amirler halkın anayasadan doğan hakkını yine gasp etmeye kalktı. Van valisi, ya da AKP Van il başkanı, kayyum, ne çok sıfatı var, anayasa suçu işleyerek her türlü demokratik hakkı bir kez daha engellemeye çalıştı. Bu, tecrid anlayışının yaygınlaşmasıdır. Tüm ülkeyi hukuksuzluğa mahkûm etmesidir. Hak aramayı idare eliyle terörize etmektir. 

Bu otoriter sistem kalıcı olmak adına despotik bir yönelimle artık herkesi tehdit ediyor. Bir yandan savaş, bir yandan polis devleti uygulamaları ile kendi bekalarını kurtarma peşinde olan bir iktidar var karşımızda. Kitlesel sosyal denetim, baskı ve savaş sistemiyle Kürt halkını, emekçileri ve yoksulları kontrol etmek isteyen bir devletten, iktidardan bahsediyoruz. Militarizmle, kadın düşmanlığıyla, ırkçılıkla neo faşist bir kültür yaratanlar iktidarlarının geleceğini bunu üzerine bir kez daha konumlandırmak istiyorlar. Bu kültür kadına, savunmasız halklara ve yoksullara yönelik sürekli şiddet üretmektedir. 

Şiddete ve baskıya rağmen bu gidişatı sonlandırmak mümkün. Amed ve Van’da ortaya konulan irade bu gidişatın nasıl sonlanabileceğini aslında Türkiye toplumuna olanca gücü ve kararlılığıyla göstermiştir. Tecrid ve savaş konusunda duyarlı olmadan, inisiyatif almadan, siyasetin öncelikli gündemine bu konuları taşımadan faşizmi yıkmak çok da mümkün değil. Evet, ekonomideki bu denli büyük bir kriz toplumun bu iktidardan kurtulması için önemli bir gelişmedir ama yeterli değildir. 

Faşizmin esas beslendiği kaynağı kurutmadan salt ekonomideki kötü gidişatın beklenen değişimi gerçekleştirmesi zor. Kaldı ki sınıf mücadelesinin bu denli zayıf olduğu bir yerde mağdur seçmenin tercihleri üzerinden bir beklentiye girmek de yanıltıcıdır. Tüm bunları birlikte düşündüğümüzde tecridin ve savaşın sistem için oynadığı rolün farkındalığıyla muhalif siyasetin örgütlenmesi kaçınılmaz bir gereklilik olarak kendisi göstermektedir. Amed ve Van bunu bir kez daha tüm topluma en güçlü sesiyle duyurmuştur.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.