Mehmet Atlı: Müzik benim mekânım

Kültür/Sanat Haberleri —

❏

  • “Kendi şarkılarımı da inci boncuk gibi görmek istiyorum. Hem çok büyütülmemesi gereken hem de çok da küçümsenmemesi gereken şeyler olarak. Bir ucu çocukluk hatıralarına giden küçük sevinçler diyeyim. Büyük laflar değil de küçük sevinçler, hüzünler.”

BİRCAN DEĞİRMENCİ

80’li yılların Diyarbakır’ı. Nüfusunun çoğunluğunu demiryolu işçileri, işsizler, civar il ve ilçelerden göç eden ailelerin oluşturduğu Bağlar’ın Körhat Mahallesi. Henüz düğün salonları revaçta olmadığından evlerin damları, avluları, sokakları, boş arsaları düğünlere ev sahipliği yapıyor. Baş köşeye ellerinde cümbüş, tambur, ut ve darbukalarla kurulan sazbendler düğünleri şenlendirirken, bir köşede onları dikkatle izleyen küçük çocuk eve geldiğinde eline geçirdiği kutulardan, kablolardan, atık malzemelerden müzik sehpasını kurup çalgıcıları taklit ediyor, 20 kiloluk Vita, Evet yağı tenekelerini enstrümana dönüştürüp ses çıkartıyor ta ki komşular isyan edip “Yeter Memo yeter! Başımızı şişirdin” diye seslenene kadar. Sesinin güzelliği de çoktan fark edilmiştir Memo’nun. İlkokulda boş ders faaliyeti olarak görülen müzik dersinde türkü söyletilen çocuktur O. Evlerinde Kûrmancî, Zazakî ve Türkçe konuşulan, 10 çocuklu bir ailede büyüyen, ancak hastalandığı zaman özel bir kıymet verilen çocuklardandı. Dağkapı’daki Devlet Hastanesi dönüşü işportacıların yerde sattığı, gözünü ayıramadığı plastik saz, babası tarafından alınan ilk enstrümanı olmuştu.
Üniversitede okuyan ağabeyi Kadri’nin bağlamasını çalarak gerçek bir enstrümanla tanışır. Üzerinde farklı isimler yazan, elden ele dolaşan Aram Tigran, Şivan Perwer, Ciwan Haco, Ayşe Şan, Zülfü Livaneli, Koma Azadî ve Koma Pêşeng’in şarkılarının kulağına aşina olmasıyla büyümüştür.
Kürtçe müziğe ilgi duyanların severek dinlediği Mehmet Atlı’dan söz ediyoruz. Lise son sınıfı Ankara’da okuyan Atlı amatör müzik gruplarında yer almaya başlar. Daha çok Türkçe şarkılar seslendiren, Kürtçe şarkıları ise enstrümantal olarak çalan Kardelen müzik grubunda yer alır. Diyarbakır’a konser vermek için gelen, ilgiyle takip ettiği Koma Dengê Azadî üyeleriyle tanışır. İstanbul’a gelebilirse kendileriyle görüşmesini önerirler Atlı’ya.
“Hafızamda yer etmiş ve beni Kürtçe müziğe yönlendiren şeyler 80’li yıllardaki Diyarbakır’daki atmosferdir. 90’lara gelindiğinde politik olarak belli bir uyanış yaşamış, Kürt kimliğine, haklarına ve Kürt sorununa ilişkin politik formasyonu almış gençlerdik. Müzik ilgisi de o doğrultuda şekilleniyordu”

İstanbul…
Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’ni kazanınca İstanbul’un yolunu tutar. O ne babasının arzuladığı gibi doktor olmayı ne de ağabeyleri gibi mühendislik okumayı tercih etmiştir. Daha çok müzik ve sanatla haşır neşir olabileceği bir alanı, mimarlığı seçmiştir. Müzik eğitimi için gittiği kurslardan sıkılıp bir günden fazla devam edemez. Müziğe akademik düzeyde değil hep pratik içerisinde, görgül bilgiye dayanarak, izleyerek, gözlemleyerek devam etse de fakülteye başladığında kitaplığına aldığı ilk şeylerden biri, bir müzik sözlüğüdür.
90’lı yıllardır. Politik olarak gençler için de hareketli bir şehirdir İstanbul. Biraz politize olmuş ve müziğe meraklı bir genç için geniş aktivite alanı olan, şarkıların ortaya çıktığı, basıldığı, hedef kitlenin, dinamizmin, hareketin var olduğu, sanatın ve müziğin kalbinin attığı bir yerdir.
İstanbul’da Kürt kültürü, dilini ve müziğini araştıran Stran Kültür Merkezi’nde yer alır.
“Bu dernekte ilk günden itibaren bir çalışan ya da çok politize olmuş bir militan pozisyonundan ziyade müzisyen sıfatıyla bulundum. Arkadaşlar da beni bir müzisyen olarak kabul etmiş ve bunun dışında pek bir şey beklemezler benden. Sazımı çalar, beste yapardım. Kürtçeyi biraz daha ilerletince şarkı sözü yazmaya başladım. Dernekte Kürdistan’ın diğer parçalarındaki üretimleri de tanıma, görme şansım oldu. Erivan radyosundaki kayıtları da dinleme, plaklar görme, Kürt kültürüyle ilgili daha önce yazılıp Avrupa’da basılmış kitaplar okuma şansım oldu. 90’lı yılların şartlarında Diyarbakır’da ulaşamadığımız şiir kitaplarına, dergilere ulaşma imkanı oldu. Şunu fark ettim ki pek çok insanın bildiği gibi İstanbul dünyadaki en büyük Kürt şehri. Kürt kültürünün nabzının attığı başlıca merkezlerden biri.”.
Bir yandan okula devam ederken Koma Dengê Azadî grubunun içerisinde profesyonel müzik hayatına adım atar. Grup daha önce Hêvî (Umut) ve Em Azadîxwazin (Biz Özgürlükçüyüz) adlı iki albüm çıkarmış, yüzbinlere ulaşan albüm satışıyla özellikle üniversiteli gençlerin ilgi odağı olmuştur.
Atlı’nın gruba katıldığı sırada grupta bir değişim yaşanıyordur. Değişen kadro ve bakış açısı problemleri de beraberinde getirir. Grubun eski üyelerinin uzaklaşmış olması ve bu ismi sürdürmenin sorumluluğunu üstlenmek zorlu bir süreçti. Atlı; gruba kendi çizgilerini oluşturmak ve kendi sözlerini söylemek için yenilik katmaya kararlıdır.
“Grubun daha önceki sounduna nazaran daha akustik sazları önerdim, kendi şarkı sözlerimizi yazmayı savundum. Kendi bestelerimizi yapmayı, kötü de olsa, amatörce de olsa kendi sazlarımızı çalmayı savundum. Bir ölçüde hayata geçirdik. Sıkı bir repertuvar çalışması yaptık. Grupta geçirdiğim süreçte öğrendiğim repertuvarı hala sürdürüyor, oradan besleniyorum. Gazeteci ve müzisyen olan Serhat Baran, elinin altında bilgisayar ve yazıcı gibi imkanları olan bir üyemizdi. Şarkı sözlerini bulur, deşifre eder yazıcıdan çıkarıp getirirdi. Kürtçe müziği çeşitli yönleriyle o çalışmalarla tanıdım.”
Farklı soundla çıkarttıkları Welatê min (ülkem) ve Fedî (utanç) albümleri de dinleyicinin onayını alır. Üniversite eğitimi ve müzik çalışmaları sürerken bir ayağı da Diyarbakır ve bölgedeki diğer illerdedir Atlı’nın. Konser imkanları kısıtlı olmasına rağmen düğünler, üniversite şenlikleri ve arkadaş buluşmalarında müzik yapmaya, seslerini duyurmaya çalışır.
“Önemli olan Kürtçenin yaşatıldığı, duyulduğu o temsillerin, şanonun hayata geçirilebildiği, o toplumsallığı üretmek ve bulmak. 90’lı yıllar bu açıdan önemli. Mesela grubun bir üyesi olarak İstanbul dışına çıktığım ilk etkinliklerden biri İzmir’de bir sünnet düğünüydü ama bu sadece bir sünnet düğünü değildi. Başlıca öncelik bir şekilde cemaatin bir araya gelip Kürtçeyi yaşatması ve duyurmasıydı.”
Aynı yıllarda Avrupa’da Newroz programlarına gidip gelmeye başlar. Böylelikle Avrupa bağlamındaki Kürt kimliğiyle tanışma fırsatı bulur. Farklı ortamlarda yeniden üretilen, coğrafyası, sınırları belirsiz, amorf, her an dinamik halinde bir Kürt ve Kürdistan gerçekliğiyle tanışır.
“Kürtçenin yurdu neresidir? diye sorarsanız, nerede yaşatıyorsanız ve nerede üretiyorsanız oradadır derim. Stockholm, Berlin, Amstardam, İstanbul fark etmez. Müzik hareketli ve dinamik bir şey, katı sınırlara hapsedilemez. Ses ele geçirilemez, izole edilemez bir şey. Dolayısıyla Kürtler, Kürt kimliği, Kürtlerin özgürlük ve hak talepleri nerede ifade edilebiliyorsa Kürt müziği de orada. Toplum neredeyse Kürt müziği de orada yaşam bulur”

Grubun dağılması..
1998’de yoğun mesai harcanarak çıkartılan Fêdî albümünün ardından derneklerin kapatılma furyasından Stran Kültür Merkezi de nasibini alır. Dernek kapatılınca 1999’da grup da fiilen dağılmış olur. Grup üyelerinden bazıları Diyarbakır’a gelirken kimisi de İstanbul’da kalır.
“Diyarbakır’a gelenler önemli bir iş yaptılar. Kafelerden başlayarak sivil hayatta müziği duyurma sürecinin bir parçası oldular. Diyarbakır, Batman ve Van’da var olan bir potansiyel harekete geçti. İlk kez dernekler ve politik ortamlar dışında, çay bahçeleri, pastanelerde Kürtçe duyulur hale geldi”
HADEP’li belediyelerin yerel iktidara gelmesiyle birlikte kültür alanında yapılan faaliyetler birçok tabuyu da kırmış olur.
“90’lı yılların bütün o acılı mücadele birikimi, faili meçhulleri, kayıplarıyla birlikte Kürtler adına bir siyasi temsiliyet hakkını kazanma adına belli bir yere gelinmişti. Sivil toplum ortamlarında arkadaşlarımızın Kürtçe müzik yapması ve toplum nezdinde de bunun karşılık bulması, Kürtçenin sokaklarda duyulur olması, normalleşmesi, önemliydi.”

Kebikeç deneyimi
2000’de üniversiteyi bitirip bir mimar olarak Diyarbakır’a gelen sanatçı bir mimarlık bürosunda işe başlarken, edebiyat söyleşileri, şiir ve müzik dinletileri yapılan Kebikeç adlı kitap kafede haftada bir gün dinleti vererek, dinleyiciyle bir araya gelir. Viranşehir, Kulp, Hani, Kızıltepe gibi ilçelerden insanlar gelip bu etkinliklere katılır. İrşad İpek’in kavalıyla eşlik ettiği ve ses sistemi olmadan verdikleri konserler iki yıl sürer.
Jahr adlı solo albümünün şarkılarını burada seslendirerek hazırlıklarına başlamış olur.
“Çok sayıda festivaller, uluslararası buluşmaların da bir izleyicisi ve parçası oldum. Sanat insanlarla, kitlelerle buluşacağı canlı ortamı sever. Bu canlı ortam son darbe sürecine kadar devam etmişti”

İlk solo albüm Jahr (Zehir)
Bir süre sonra master yapmak ve solo albümünü çıkartmak üzere tekrar İstanbul’a gider. O sıralarda Lizgê Müzik Atölyesi adında bir oluşumu hayata geçiren Serdar Keskin ve Metin Kahraman’la görüşür. İlk albüm Jahr 2003’te burada yayınlanır.
“İmkanları kısıtlı olanların zorlandığı, sektörün, endüstrinin sınırları belirlediği bir alanda müzik üretiyoruz. Buna karşı dayanışma halinde olarak daha kolektif bir mantıkla, gruplardan gelen anlayışımızı sürdürme taraftarıydık. Birlikte üretip kendi üretimlerimizi kaydetme fikriyle aynı mekanda olmak istedik. Ekonomik problemlerle çok devam edemedi bu fikir. Mekanı elimizde tutamadık, yeni albümler yapamadık. İlişkimiz sürüyor. Arkadaşlık etmeye devam ediyoruz.”

Mardin Artuklu Üniversitesi süreci
İstanbul’da Mimarlık Tarihi ve Kuramı alanında masterini yaparken çeşitli mimarlık firmalarında çalışır.
“Çeşitli mobbing ve ayrımcılık hikayeleri ile karşılaştım. Çalıştığım pek çok işyerinde bunu hissettim ve hissettiğim anda da istifa ettim. Uluslararası bir firmadaydım, plazalarda çalışan biriydim ama Kürt müzisyen olduğum, Kürtçe şarkılar söylediğim duyulduğunda vücut diliyle başlayan ötekileştirmeye, nefret söylemlerine, pek çok Kürt gibi maruz kaldım. Çoğu zaman da kendi isteğimle bu işyerlerinden uzaklaştım.”
2010’da tekrar Diyarbakır’a dönen sanatçı, Selim Temo’nun davetiyle Mardin Artuklu Üniversitesi’nde bir konser verir. O sırada kuruluş aşamasında olan üniversitenin mimarlık fakültesi kadrosunda çalışması için edilen teklifi kabul eder.
“Üniversitenin bana daha açık olacağını, çok yönlülüğümü kaldırabileceğini ümit ederek öğretim görevlisi olarak başladım. Bir süre de öyle devam etti. Artuklu Üniversitesi çözüm süreci perspektifiyle paralel yürüyen bir girişimdi. Onun bir tür pilot uygulaması, üniversite ayağı gibiydi. Ve çözüm süreciyle birlikte de çökertildi. Biz de üniversite kadrolarından uzaklaştık, dışlandık. Kimimiz ihraç edilerek, kimimiz istifaya zorlanarak, kimimiz de onur kırıcı şartlar altında çalışma koşuluyla kalabildi. Ben ayrılmayı seçtim.”
Atlı’nın aralarında yer aldığı kimi akademisyenlerin üniversitenin eski rektörü Ahmet Ağırakça’nın uyguladığı mobbing ve işe iade edilmeye ilişkin hukuki süreçleri halen sürmekte.
“Üniversitenin eski rektörün suçlarıyla yüzleşmesini istiyoruz”
Doktorasını tamamlayan Atlı, Diyarbakır’daki kent meselelerine ilişkin gözlemlerini “Hepsi Diyarbakır” adlı kitabına aktarır. Ve üniversiteden ayrıldıktan sonra yeniden ‘mekanım’ dediği müziğe sığınır.
“Müzik her zaman benim sığınağım. Kaçabileceğim, kendimi var edebileceğim ve evimde hissedebileceğim bir mekan. Müzik herkese ait bir mekan. Şimdi başlıca faaliyet alanım müzik ”

Birîn (Yara) albümü
Üniversitede ders vermeyi sürdürürken yeni bir albümün hazırlıklarına girişir. 2014’te Birîn adlı albümünü çıkartır. Her albümde olduğu gibi bu kez de bir sound değişikliği ihtiyacı hisseder.
“Ben hemen her albümde farklı bir enstrümanla meşgul oldum. Jahr albümünde kayıtlarda daha çok bağlama çalıyorum. Bestelerin bazılarını gitarla yaptım. Wenda’da gitar ağırlıklı çaldım. Birîn’e geldiğimizde müziğimde bir değişiklik ihtiyacı hissettim. Bir süre başka bir enstrümanla gezdim. Uda yöneldim, havasına suyuna alışmaya çalıştım. Cümbüşe biraz aşinalığım vardı. Tam o sıralarda Burhan Berken’de lavta gördüm. Bir deneyebilir miyim dedim. Enstrümanı elime alır almaz sanki yıllardır aradığım, özlediğim bir sevgiliyi bulmuş gibi bir hisse kapıldım. Bana böyle bir enstrüman lazımdı. Biraz udun, tamburun, bağlamanın, biraz gitarın tadını veren, hissettiren bir enstrüman olarak lavta hayatıma girdi. “Karanfil eker misin” ve “Pêşiya malê” şarkılarında lavta çalıyorum. O albümde bu iki halk şarkısı ön plana çıktı. Dinleyiciler nezdinde çok teveccüh gördü. Bu da bana bir ışık tuttu. Lavtayla biraz daha haşir neşir olarak son albümümüze böyle geldim ve birçok besteyi de lavtayla yaptım”

Morî mircan (inci boncuk)
Morî Mircan albümünde biri Türkçe sözlü olmak üzere 9 eser var. Çoğunun söz ve müziği Mehmet Atlı’ya ait olan albümde aşina olduğumuz geleneksel şarkılara yeni bir soluk üflenmiş. Lavta ve gitarla çalışılıp işlenmiş parçalar. Mori Mircan inci boncuk demek. Bir yandan önemsiz, kıymetsiz gibi görünen ama bir yandan da çok kıymetli, çok anlam verdiğimiz, zamanla estetiğin de konusu olmuş kadim şeyler.
“Benim gözümde bu albüme aldığım eserler tıpkı inci boncuklar gibi. Bir açıdan baktığınızda basit şarkılardır bunlar. Karmaşık düzenlemeler değil, basit melodiler, basit ritimler. Günlük hayatınızda, mutfakta, yürürken, piknikte, eş dost ortamında çalıp söyleyebileceğiniz türküler, şarkılar. Bir yandan çok büyütülecek şeyler değil yani. Hepimiz ses çıkartabilir, şarkı söyleyebilir, tempo tutabiliriz. Olayı bir yandan bu kadar sıradan görmek istiyorum bir yandan da ona ne anlam atfettiğinize bağlı olarak çok kıymetli şeyler. Şarkıları birbirine bağlayan bir hikaye gibi düşündüm. Renkli, sevilesi şeyler gibi hayal ettim şarkıları, enstrümanları, perdeleri, onların görsellerini. Birbirinden ayrı düşünülmeyecek kültür verileri. Şarkılar, yemekler, giysiler. Kendi şarkılarımı da inci boncuk gibi görmek istiyorum. Hem çok büyütülmemesi gereken hem de çok da küçümsenmemesi gereken şeyler olarak. Bir ucu çocukluk hatıralarına giden küçük sevinçler diyeyim. Büyük laflar değil de küçük sevinçler, hüzünler.”

Eş-dost desteğiyle çıkartılmış
Albümün çıkış süreci pandemiye denk geldiği için biraz sıkıntılı olmuş. Ekonomik ve politik nedenlerin yanı sıra kendi yaşadığı zorluklar nedeniyle birkaç kent arasında yolculuk yapan sanatçı, en nihayet Diyarbakır’da birlikte çaldığı ekiple albümü tamamlamış. Kom Müzik etiketiyle çıkan albümün kayıtları Diyarbakır’da yapılmış. Sponsorlar, arkadaşlar ve dinleyicilerin katkısıyla ortaya çıkan albüm eş, dost arasında kotarılmış. Kapağını eşi Şilan Doğan’ın yaptığı albümde; Deniz Kaya gitar çalarken, Murat Öztürk İstanbul’daki Barış Güvenenler’in çaldığı çello kayıtlarını almış. Bas gitarda Haşim Doğrul, perküsyonda Azad Yılmaz’ın olduğu albümde lavta ve curayı Mehmet Atlı çalmış. Mixini Erdem Altınses’in yaptığı ve fotoğraflarını Lütfi İrdem’in çektiği albümün kapak ve grafik tasarımını öğrencisi Dindar Duman tasarlamış.
“Albümü çıkartmakta zorlandık ama ilk tepkilere bakıyorum ki buna değmiş. Olumlu, güzel tepkiler alıyorum. Çok karmaşık düzenlemelere gitmemeye çalıştım. Olabildiğince sade, bir odada, piknikte, eylemde, köy meydanında, oda sıcaklığında söyleyegeldiğimiz gibi sanki arkadaşlar bir araya gelip müzik yapıyormuş gibi bir iş oldu. Çok karmaşık müzikal kompozisyonlar yok ama sadeliğin gücüne de inanan bir yaklaşım var. Olabildiğince çok insanı katarak, kendi yaratıcı enerjisini katmasına müsaade ederek, buna tahammül göstererek bir yerlere varmaya çalışıyorum. Bence paylaştıkça çoğalıyor bu gibi şeyler. “

Geleneği dondurmamalıyız
2004’de Serdar Keskin ve Murat Öztürk’le müzikal bir fikir olan Telkâri adıyla yürüttükleri çalışmayı anımsatan Atlı, ‘Vay Dünya’ adlı şarkının o süreçte yaptığı bir oyun müziğinin partisyonları olduğunu söylüyor.
“Oradan birikmiş fikirleri yeniden gündemde tuttuk, kendi bestelerim de var, diğerleri bilinen şarkılar. Geleneksel müzikler tükenmez bir kaynak. Arkamızda sonsuz bir tarih, birikim var. Sanatsal faaliyetler aslında yeniden üretimlerdir. Hiçbirimiz yoktan var etmiyoruz. Kimse kendini böyle bir büyüklüğün içinde görmesin. Dünyada birçok fikir tekrar tekrar işlenmiş, kalıplaşmış, klişeleşmiştir. Evet bunların hepsini kabul ediyorum ama sonuçta yaratıcı faaliyetlerimiz de bunların içinde devinerek oluşuyor. Elimizde kelimeler, notalar, kalıplar var. Ama her zaman yeni bir söz söylemek de mümkün. En azından bu imkanı zorluyoruz. Göç, aşk, ayrılık, savaş… temalar bunlar. Elimizde kelimeler, sesler var ama birbirini baskılayan sesler olduğu gibi tetikleyen sesler de var. Birbirine karışan, birbirini besleyen sesler. Dolayısıyla kültürde bir saflığa inanmıyorum. Böyle saflık arayışlarının er geç ırkçılıkla, faşizmle buluşacağını gözlüyorum. Bir saflıktan ziyade olağan melezliği kabulleniyorum. Kavimler, topluluklar birbirlerinden öğrenirler. Kültürün en belirgin özelliklerinden biridir bu. Hep çatışmazlar, alışveriş edip birbiriyle karışırlar.”
“Geleneksel kültür ürünlerini standardize etmeye kalktığınız anda yok etmiş olursunuz” diyen sanatçı şöyle devam ediyor:
“Ne kadar istense de bu tektipleştirme olmuyor. Eğer yeniden üretiliyorsa o gelenek yaşıyor. Türkü düzenlemeleri, kilamlara yönelik çalışmaları sürdürmeliyiz. Geleneği dondurmamalıyız. Geleneksel halk üretimlerine bakıp hayranlık duyabiliriz. Binyılların birikimidir bunlar. Bunları dondurup hayranlıkla izleyip sıkı takipçisi mi olmayı seçeceğiz ki bu da mümkün. Ama onu dönüştürmek, onu kendinin kılmak üzere dönüştürmek de bir seçenek. Bu şarkıları duyar, bilirdik. Kent ve modernlik bağlamında yeniden üretip daha evrensel bağlamlara taşımak istiyoruz ki bu da bizim neslin rolü olmalı.”

Kürtçe müziğini nerede görüyor?
Tekil bir Kürt müziği kavrayışı içinde olmadığını; Kürt, Arap, İngiliz müziği… böylesi adlandırmaların gerçeği karşılamadığını söylüyor Atlı. “Kürtçe sözlü müzikler var. Kendine alan olarak bunu seçmiş, Kürtçe konuşan insanların müzikleri var. Elimizde tek bir Kürt müziği diyeceğimiz bir fenomen yok. Farklı farklı Kürtler ve onların farklı müzik hayatları var. Tıpkı farklı sosyal tabakalar gibi farklı müzikal tercihlerin de sahibiyiz. Nasıl toplumda bir çeşitlilik varsa müzikte de bu var. Kürtçe konuşan topluluklar, Kürt halkı, Kürt ulusu hangi isimle değerlendirirsek değerlendirelim modern, post modern koşullarda bir dünyada yaşıyoruz, dünyadan ayrı değiliz. Bu toprakların izole kalması asıl büyük yanlış olur. Dünyayla daha açık, daha etkili ilişkiler kurabildiğimiz kadar özgürleşeceğiz, dilimizi, kültürümüzü yaşatabileceğiz. Onu kapatarak, kendimize saklayarak değil, başkalarıyla paylaşma yönünde kullanılmasından yanayım. Kentlileşme de böyle bir bağlama oturuyor. Giderek daha çok kentlileşen, kırlardan kopan, geleneksel bağlarından kopan, dünyanın dört bir yanına yayılan bir Kürt nüfusu var. Haliyle müziğimiz de, edebiyatımız da değişiyor, ben de bunun sıradan bir parçasıyım. Kentlileşmenin, kadınların hamlesinin, sivil toplum faaliyetinin altını çizmek gerekiyor. Düne kadar az sayıda politize insanın, bu konuda ağır bedeller ödeyenlerin meşguliyetiyken bugün milyonların meşguliyeti. Sanatla uğraşmayı kendini ifade etmenin bir parçası ve insan hakkı olarak görüyorum.”
Atlı’nin dili öğrenme süreci ise hala devam ediyor.
“Aile sohbetlerinde kulağım hep açıktır. Bu dili nasıl konuşuyor, bu dille nasıl seviniyor, nasıl tepki gösteriyor, hangi deyim ve atasözlerini kullanıyor. Bunların şarkılarını yapabilmek istedim. Özellikle şarkı sözlerinde bir yenilik ve canlılık aradım. Kuru sözlerle insanlara bir şeyleri dikte etmek yerine hayatın içinden sıcak ifadeler, sözler yakalamaya çalışıyorum. Bu anlamda kendimi doğal bir derlemeci sayarım. Haftanın birkaç günü köyümüze yakın yaşlılar arasında geçiyor günlük hayatım. Bu anlamda dili hala öğrenme süreci içerisindeyim, bir ömür devam edecek bu öğrenme.”

Kürtçe söylemek bir tercih
Müzik kariyerinin başından itibaren aldığı kararla Kürtçe müzik yapmayı tercih eden Atlı, zaman zaman Türkçe eserler de okuyor. “Benim Türkçem pek çok Türk asıllı olanlara göre daha iyi olduğu halde Kürtçe söylemeyi seçtim ve böyle kabul görmek istiyorum. Konserlerde mutlaka Türkçe söylemem istendiğinde bozuluyorum. Neden olağanlığı içerisinde bir dili kabullenemiyorsunuz. Gittiğiniz her konserde Türkçeyi duymak, Türklüğünüzü doğrulamak, yeniden hatırlamak zorunda mısınız? Bir konseri baştan sona Kürtçe dinlemek tahammülünü neden gösteremiyorsunuz? Aynı tahammülü İspanyolca, Arapça, İngilizceye gösterebiliyorken Kürtçeye neden gösteremiyorsunuz.? Bu rahatsızlıktan ötürü bilinçli bir tercihti benimkisi. Çok sonra ilk olarak Birîn albümünde Türkçe bir Diyarbakır türküsünü seslendirdim. Türkçeyle bir sorunum yok. Ben bildiğim tüm dilleri seviyorum, benimsemiş durumdayım, onların lezzetlerini keşfetmeyi, edebiyatlarını okumayı, müziklerini, manilerini, şiirlerini, masallarını dinlemeyi, izlemeyi seviyorum. Hiçbir dille olmadığı gibi Türkçeyle de bir sorunum yok ama Türkçenin Kürtleri ve etnik kökeni farklı olan halkları asimile etmek üzere kullanılmasına karşıyım. Türkçeye böyle bir rol biçilmiş olmasına, resmi dilin bu biçimde bir baskı aracına dönüşmüş olmasına sonuna kadar karşıyım. Müzikal kariyerim sonuna kadar buna direniş üzerine kurulu ve öyle de gidiyor.
“Ben günlük hayatımda, arkadaşlar arasında Türkçe şarkılar söylerdim. Dünyanın bütün dillerini ve müziklerini kabul ediyor ve benimsiyorum. Kültüre, tarihe böyle bir evrensel perspektiften bakmayı tercih ediyorum. Kendimi bir insanlık ailesinin parçası olarak görüyorum ama herhangi bir dilin de bu şekilde baskı altına alınması ve hakir görülmesine karşı direnme hakkımız var ben de bu hakkımı savunuyorum. Türkçe şarkılara karşı herhangi bir kompleksim ve olumsuz bir yaklaşımımın olmadığını örneklemek üzere sevdiğim bazı türküleri yorumladım. Artık kayıt altına da alıyorum.”

Çocukların da sevgilisi
Çocuklar da yetişkinler gibi Mehmet Atlı’nın müziğine ilgi duyuyor ve bazı tekerleme gibi olan şarkılarına eşlik ediyor.
“Çocuklar da büyükler gibi müziğimi seviyorlar. Çünkü müziği ciddiye alıyorlar. Ciddi bir şey duydukları zaman seviyorlar. Öğrencilerle de öyle bir ilişki kurmayı denedim. Gençler ve çocuklarla buluşmanın farklı yolları var. Ben çocuksu bir heyecanla bazı dil sorunsallarına yaklaşıyorum ki bu da sanırım hissediliyor. Mesela şino nino böyle yazılmış bir şarkı. Zazaca’nın tekerleme gibi bazı imkanlarını denedim. Evin içinde dolaşarak böyle mırıldanarak Mirady’nin yaptığı müziğe sözler arıyordum. Öyle çıkmış bir şarkı. Siz o duyguları yaşarsanız karşıdakine hissettirebiliyorsunuz. Müzik bir özdeşleşme hikayesi. Kendini bulma, yansıtma. Müziğin toplumsallığı üzerinde çalıştığımda fark ettiğim gördüğüm şeyler. Bir salondasınız, salon toplumun bir kesiti. Her yaştan, her politik görüşten insanlar olabilir ama nihayetinde müzik düzleminde buluşmuşsunuz. Sanatçının kendisine, bireyselliğine aşırı vurgu yapan, onu bir dahi gibi gören söyleme karşıyım. Sanatsal yetenekler hepimizin öğrenebileceği, eğitim yoluyla kazanabileceği şeylerdir. Nasıl bir toplumsal, siyasal düzen, eğitim hayatı, aile hayatı kurduğunuz orada nasıl bir sanat hayatının olduğunu da belirliyor. Bunların tanrı vergisi yetenekler olmadığını görmek gerekiyor.”

Kaset devri insanıyım
Kendimi kaset devri insanı olarak sayan Atlı, hala onun kodlarıyla modlarıyla düşünüp hissediyor.
“Kaset devri çocukları şöyleydi. Kaset çıkar, heyecanla alırsın, kapağını okursun, evirip çevirirsin, başa sarar, ileri sarar, elden ele çoğaltırsın. Benim tüm çocukluk ve gençliğim özellikle Kürtçe müziklerin, protest müziklerin elden ele dolaşmasıyla geçti. Elimize belki kırkıncı kayıt geçmiştir. Artık o kayıt olmaktan çıkan, kötü soundlardan dinleye dinleye buralara geldik. Dijital bir devrim yaşandı dünyada. Ama bazı alışkanlıklarımız hala sürüyor. Ben mesela albüm olarak görmek istiyorum. Bir bütünlük inşa etmeye çalışıyorum. Başaramayabiliriz ama kapağıyla, içeriğiyle, şarkıların birbiriyle ilişkisi, sıralanışıyla bir bütünlük, bir kompozisyon sunma gayreti var hala”
Albümü sunarken de bir müzik grubu gibi görme çabası var. Hiçbir zaman kendini arkasında orkestranın bulunduğu bir solist gibi hayal etmeyen Atlı enstrüman çalarak, grubun bir üyesi gibi durmaya çalışarak üretimin bizzat içerisinde yer alıyor.
“Bu anlamda assolistlikten çok bir müzik emekçisi olarak görüyorum kendimi ama şarkı da söylüyorum. Bireylerin ön plana çıktığı bir müzik ortamı var ve bundan rahatsızım. Starlığın dayatıldığı bir müzik ortamı var. Sadece müzikte değil birçok alanda starlık sistemi belirleyici. Bir star etrafında kurulmuş rant ilişkileri, üretim ve tüketim ilişkileri söz konusu. Bu starı da hasta eden ve star olmayanları da görünmez kılan bir şey. Bir toplumun sanatla ilgili hayatında bence kaçınılması gereken bir şey bu starlık sistemi. Tüm sanatları bu cendereden kurtarmak lazım.”

Xatirê te: Vedalaşmak istiyorum


Bu sıralar doktoralı bir işsiz statüsünde olan sanatçı aktif sahne hayatının kendisini yorup yıprattığını ve artık sahneyle vedalaşmak istediğini söylüyor.
“Albümde xatirê te adlı bir şarkım var. Vedalaşmayı defalarca denedim. Kendi kendime, yakınlarıma müziği bırakacağımı birçok kez söyledim. Bu defa hatta yazdım da. Sadece birine, bir zamana, ömrümüzün bir dönemine veda etmek gibi değil de bir tür kendine de veda etmek gibi hissettiğim oldu. Değişiyoruz. Her albüm hayatımızın bir döneminin hikayesi gibi. Birçok müzisyene aslında çekilmesini öneririm. Aşırı profesyonelleşmekten hep çekinirim. Bu hiç istemediğim bir şey oldu. Tek bir işe robot gibi indirgenmiş modern dünya insanları yaratıldı. Bunun mutsuzluk ürettiğini de görüyoruz. Bundan hep kaçındım. Çok yönlü bir kültür insanı olmaya gayret ettim. Uğraştığım şeyleri amatör ruhla sürdürebilmeyi önemsedim. Yapılacak başka şeyler de var. Mümkünse mimarlık tarihi sanat tarihi çalışmalarıma geri dönmek o konuda yazarlığımı geliştirmek istiyorum. Aktif sahne hayatımdan biraz uzak kalmayı istiyor ve zorluyorum ama henüz bunun koşulları oluşmuş değil. Müzikten asla insan tabi ki büsbütün kopamaz, ben zaten içinde yaşıyorum. Ama müzikle ilişkimi yeniden düşünebilirim. Müziği öğretmek de, bunun üzerine yazmak, söyleşiler gerçekleştirmek, araştırma yapmak, öğrencilerle buluşmak da bir seçenek. Bizde akademik çalışma yapan insan sayısı az. Belki bu yönlere de ağırlık verebilmeliyiz. Müziğin içinde olmanın farklı yolları var, aktif sahne hayatı bunlardan bir tanesi sadece. Biraz yorulduğumu, yıprandığımı hissediyorum. Psikolojik olarak çok gayret sarf ettim. Çok serzenişte bulunmak istemem. Çok daha feci şeyler yaşayan arkadaşlarımın yanında belki bir şey değil ama zorlu bir yol tutturduğumu ve zorlandığımı söyleyebilirim. Maddi olarak da böylesi bir yaşamı sürdüremediğimi söyleyebilirim. Herkesin sanatsal faaliyetlerle uğraşabildiği bir ortam olmalı ama iş hayatı, ülke ekonomisi, eğitimi böyle kurulmamışsa olmuyor”
Mehmet Atlı her ne kadar aktif sahne hayatıyla vedalaşmak istese de dinleyicileri olarak kendini var ettiği ‘mekânı‘ terk etmemesi dileği ve yeni şarkılarıyla buluşma arzusuyla yolu açık olsun diyoruz.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.