Nana: Önce, Şimdi ve Sonra

Kültür/Sanat Haberleri —

  • Endonezyalı yönetmen Kamila Indini imzalı Nana: Before, Now & Then ise 1960’larda, ülkedeki anti-komünist militarist rejimin yükselişe geçtiği yıllarda geçiyor.

NİLGÜN YELPAZE/BERLİN

Berlin Film Festivali’nin ana yarışma bölümündeki filmlerin tamamı görücüye çıktı. Toplumsal cinsiyet eşitliğine ağırlık veren festivalde bu yıl kadın filmleri dikkat çekiyor. 

Festivalin her sene yayınlanan toplumsal cinsiyet eşitliği değerlendirme raporuna göre bu yıl katılan 229 yönetmenin 94’ünü kadın yönetmenler oluştururken; 7 “non-binary” (ikili cinsiyet sınıflandırmasının dışında) 8 de cinsiyetini belirtmeyen yönetmen bulunuyor. Festivale 120 erkek yönetmen katılırken neredeyse yüzde 50 kotası tutturulmuş. Yapımcı oranları da yönetmen oranlarına benzer bir şekilde seyrediyor. Festivalde gösterilen filmlerin yüzde 40’ı kadın yapımcılardan geliyor. Öte yandan kadın görüntü yönetmeni oranları ise hala düşük seviyelerde seyrediyor. Ana yarışmada filmlerin sadece yüzde 20’si kamera arkasında kadın yönetmenlerle çalışmış. 

Endonezya’dan Nana

Bu yılki ana yarışma bölümü ünlü yönetmen Français Ozon’un Peter von Kant filmiyle açılış yaptı. Bu bölümde 1986 doğumlu Endonezyalı yönetmen Kamila Andini’nin ‘Nana: Before, Now & Then’ isimli filmi dikkat çekici bir yapım. Nana, yönetmenin beşinci uzun metraj filmi.

Dünyanın en büyük ada ülkesi olan Endonezya yaklaşık 17 bin ada üzerine kurulu bir ülke. Film, baş karakter Nana’nın gençliğinden bir sahne ile açılıyor. Nana’yı kız kardeşi ve çocuğu ile birlikte savaştan kaçarken görüyoruz. Bu sahneler, Endonezya’da Hollanda’nın sömürgeci hükmünün sonlarında, 1945-49 yılları arasında yaşanan bağımsızlık savaşını anlatıyor.

Kitaptan uyarlama 

Film, Batı sinemasının oldukça klasik anlatı biçimiyle Endonezya’nın kültürel detaylarını seyircinin kolaylıkla hazmedebileceği şekilde aktarıyor. Endonezya’da savaşın ve ardından askeri darbenin, ordunun Endonezya Komünist Partisi’ne yönelik başlattığı harekatların tarihi bilinmeden de takip edilebilecek kişisel bir hikaye sunuluyor. Bu hikaye Raden Nana Sunani isimli kadın yazarın kitabından uyarlanmış. 

Gümüş Ayı’ya aday

Filmde oyunculuklar olduğu kadar kostüm ve dekor da  oldukça dikkat çekiyor. Yine bazı eleştirmenler, Nana’yı Gümüş Ayı’nın en güçlü adayı olarak gösteriyor. Filmi en güçlü kılan yanı ise kadınlardan kadınlara aktarılan tarihe yaptığı vurgu. Filmin iki yerinde kadın karakterlerin birbirlerinin kulağına fısıldadıkları ve bizim seyirci olarak duyamadığımız, ancak hayal edebileceğimiz bilgelik, bağımsız bir karakter olan Nana’nın seçimlerinin ve izlediği yolun arka planını oluşturuyor. Nana aslında ailesinin üyelerini kaybettiği savaştan kaçarak güçlü bir konumda bulunan Sundalı (Endonezya’daki etnisitelerden birisi) bir erkekle evleniyor ancak yaşadığı zor durumlarda kendisine hep “su gibi olmalısın, her ortama ayak uydurmalısın” diye tekrar ediyor. Buradan anladığımız, Nana’nın hayatta kalabilmek için kendi benliğini derinlerde bir yere gizlediği ve filmin sonunda da bedeli ne kadar ağır olursa olsun yeniden kendisi olabilmek için bir karar verdiği. Film bu güçlü mesajı; hem dönemi ve kültürü detaylarıyla işleyerek hem de oldukça estetik ve hareketsiz bir görüntü dünyası yaratarak seyirciye dolaysız iletiyor. 

Başka bir kürtaj hikayesi

Ana yarışmada dikkat çeken bir diğer kadın filmi de Amerika yapımı Call Jane oldu. İki sene önce festivale damgasını vuran Never Rarely Sometimes Always filminden devamla başka bir kürtaj hikayesi anlatan film hem beğenilerin hem de eleştirilerin kaynağı oldu. Filmin yönetmen koltuğunda daha evvel Carol filminin senaryosundan tanıdığımız Phyllis Nagy oturuyor. Başrolde Elizabeth Banks oldukça iyi bir iş çıkarıyor. 

1968 Amerika’sında, sokak hareketleri tavan yapmış, hem feministler hem de diğer politik gruplar sokakları doldurmuşken kadınlar hala kürtaj yasağı yüzünden sorunlar yaşamaktadır. Filmin ana karakteri tipik sarışın Amerikalı beyaz ev kadını, orta sınıf kocasını ve tamamı erkeklerden oluşan hastane yönetimini hamileliğini sonlandırmaya ikna etmeye çalışmaktadır: Çünkü sonlandırmazsa kalp hastalığı nedeniyle hayatını kaybetmesi an meselesidir. Ancak bu erkekler bu fikre razı olmaz ve Joy’un yardımına yeraltından kadınlara kürtaj hizmeti sağlamaya çalışan ve gerçekte de var olan Jane’ler isimli bir kadın örgütü yetişir. 

Kadın mücadelesinden bir kesit

Film her ne kadar oldukça güçlendirici ve mutlu bir kürtaj hikayesi anlatsa da, bazı konuları filmin anlatısına uydurmak için yanıltıcı bir şekilde resmettiği söylenebilir. Bunlardan birisi, sırf temsiliyet için eklendiğini düşündüren siyah feminist karakterle beyaz feministlerin arasındaki tartışma. 1968 yılı siyah hareketin çoktan güçlendiği, öz örgütlenmesine sahip olduğu bir noktada ancak bunu filmde göremiyoruz, sadece yüzeysel bir kadın dayanışması ve beyaz feministlerin “aslında ne kadar değişime açık olduklarını” görüyoruz. Gerçekten böyle mi olup olmadığı ise merak uyandırıyor. 

Bir diğer mesele de feministlerin biraz hafife alınması ve feministlerce icra edilen teorik ve pratik mücadelenin tarihinin filme tam olarak yedirilmemiş olması. Sonuç olarak ortaya biraz romantik komedi, biraz melodrama karışımı bir film çıkmış, tek farkla, kadın mücadelesinin tarihinden bir kesiti konu ediniyor. Bu tarihin ana akım haline gelmesi mücadeleden neler getirir, neler götürür ayrı bir tartışmanın konusu.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.