Nefret söylemini, ırkçı saldırı izliyor

  • Türkiye’de nefret söylemi/suçu her geçen gün artmakta. TCK’da nefret suçuna dair ciddi eksikliklerin olduğunu söyleyen Eşit Haklar için İzleme Derneği’nden Avukat Esma Yaşar, nefret suçlarının görünmez kılındığını vurguladı. 

MASİS HESKİF/ANKARA

Türkiye’de nefret söylemi ve suçları her dönem belli bir konu (etnik, kültürel kimlik, cinsel yönelim vs.) üzerinden ortaya çıkabilmekte. Çoğunluklu olarak iktidar ve mensupları tarafından üretilen nefret dili topluma hızlı bir şekilde aktarılırken ardından linç devreye sokuluyor. Nefret dilinin en hızlı yayıldığı alanlardan biri olan medya da yaygınlaşmasına öncülük ediyor. Özellikle son yıllardan mültecilere yönelik yaygınlaştırılan nefret söylemi, ırkçı saldırılara sebep olmakta. Mültecilere dönük ırkçı saldırının son örneğine Ankara Altındağ’da şahit olundu

Eşit Haklar için İzleme Derneği’nden (ESHİD) Avukat Esma Yaşar ile nefret söylemi/suçlarını ve Türkiye’deki boyutunu konuştuk.  “Nefret söylemi; ırk, etnik köken, dini-inanç, cinsel yönelim, cinsiyet kimliği, engellilik vb. nedenlerden dolayı veya kişilere atfedilen özellikler nedeniyle bir grup insanı aşağılamak, korkutmak, bunlara karşı şiddete başvurmayı tahrik etmek veya ön yargı oluşturmak amacıyla gerçekleştirilen yazılı veya sözlü ifadelerdir” diyen Av. Yaşar, nefret söyleminin, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyeceğinin altını çizdi. 

TCK suç saymıyor

Nefret söyleminin Türk Ceza Kanunu’nda (TCK) doğrudan bir suç olarak düzenlenmediğini vurgulayan Yaşar, “Nefret söylemine ilişkin savcılıkların re’sen harekete geçtiği, mahkemeler tarafından yargılamaların etkili bir şekilde yürütüldüğü söylenemez. Nefret söylemi, zarar verici ve şiddeti teşvik edici olup nefret suçlarına zemin hazırlamaktadır” dedi.

Ciddi eksiklik mevcut

Nefret suçlarıyla ilgili Türkiye hukuk sisteminde TCK madde 122’de “Nefret ve Ayrımcılık” başlığı altında çok sınırlı ve dar bir düzenleme yapıldığını söyleyen Yaşar, “Bu madde dışında nefret saikinin yaşam hakkı, vücut bütünlüğü, mal varlığına karşı gerçekleşen suçlarda nitelikli bir hal olarak veya ceza artırıcı bir neden olarak başkaca kanun maddelerinde yer almaması ciddi bir eksikliktir” şeklinde konuştu.

Cezasızlık politikası

Avukat Yaşar, Türkiye hukuk sisteminde bu derece sınırlı şekilde tanımlanan nefret ve ayrımcılık maddesinin bulunmasının, diğer suçlarla birlikte ortaya çıkan nefret suçlarının manevi unsuru olan önyargı ve nefret saikini gizlediğini ve nefret suçlarını görünmez kıldığını kaydetti. Yasal düzenlemelerin eksikliğinin faillerin başka maddelere atıfta bulunularak cezalandırılmasına ve nefret saikinin göz ardı edilmesine sebep olduğunu ifade eden Yaşar, şöyle devam etti: “Bu yönde yapılan yargılamalar, nefret suçlarına karşı bir cezasızlık politikası doğurmakta ve bir grubu hedef alan önyargıyı ve o önyargının toplumda yarattığı etkiyi derinleştirmektedir. Ortaya çıkan cezasızlık politikası, demokratik hukuk devletlerinde ırkçılık ve nefret suçlarına karşı mücadele etmenin önünde engel teşkil etmektedir. Ayrıca nefret suçlarının cezasız kalmasının bir diğer tehlikesi de bu suçları işleyen kişilerin, yaptıkları eylemin toplum ve devlet tarafından haklı ve doğru olarak algılandığı sonucunu ortaya çıkararak şiddetin artma riskini de beraberinde getirmektedir.”

Etkisi uzun soluklu ve çok boyutlu

Türkiye’de nefret söyleminin, nefret suçları ile ayrımcılığın, toplum ve kamuda yerleşik bir olgu olduğunu söylemenin mümkün olduğunu ifade eden Yaşar, önceki yıl hazırladıkları “Irkçı Saldırılar ve Nefret Suçları Özel Bülteni” raporlarını hatırlattı. Yaşar şu detayları paylaştı: “Raporda, başta Kürtler ve Suriyeliler olmak üzere, farklı etnik köken ve inanca sahip gruplara yönelik ırkçı söylemler, uygulamalar ve saldırılarda çarpıcı bir artış gözlemledik. Ayrımcı söylemler bir yana, bahse konu saldırılar kişilerin evlerinin işaretlenmesi, mal ve işyerlerine zarar verilmesi hatta vücut bütünlüğünü ve yaşam hakkına yönelik saldırılara varacak şekilde geniş bir yelpazede çeşitlilik arz etmektedir. Şüphesiz ki ayrımcılığın, yaşamın bir parçası olarak kabul edilmesi ve bu nedenle görünmezliği olgunun adını koymayı zorlaştırmaktadır. Bu atmosferde nefret saikiyle işlenen uygulama ve saldırıların basına yansımaları önünde de bir engel olmaktadır. Nefret saikiyle işlenen suçlar, sadece ihlale konu kişiyi değil, mensubu olduğu ya da mensubu olduğu addedilen kimliğe sahip toplulukların tümünü etkiler. Bu bağlamda nefret suçunun toplumdaki etkisi uzun soluklu ve çok boyutludur.”

Derneklerinin 2020 yılında ayrımcılık algısına yönelik yaptığı “Türkiye’de Ayrımcılık Algısı ve Hak Arama Mekanizmalarına Başvuru Sürecinde Karşılaşılan Engeller’’ isimli saha araştırması verilerinden de söz eden Yaşar, Türkiye’de algılanan ayrımcılığın son yıllarda ciddi boyutlara ulaştığını gördüklerini belirtti. 

Nasıl mücadele edilir?

Son olarak nefret söylemi ve suçuyla nasıl mücadele edileceği sorusuna yanıt evren Yaşar, nefret saiki barındıran şiddet olaylarının öncelikle uluslararası hukuk standartlarına uygun düzenlenmesi ve demokratik hukuk devleti ilkesi ışığında soruşturma ve kovuşturma gerekliliğinin altını çizdi. Yaşar, nasıl bir yol izlenmesi gerektiğini şöyle özetledi: “İşlenen suçlarda mağdurun etnik kimlik, dini, inanç, mezhep, cinsel yönelim, cinsiyet kimlik, engellilik vb. temelde toplum içerisinde daha dezavantajlı bir gruba mensup olduğu belirlendiğinde mutlaka failin önyargı veya nefret saikiyle mi suçu işlediğinin araştırılması gerekir. Ancak yapılan yargılamalarda bu yönde araştırmalar, hukuki tartışmaların yapılmasından kaçınılmakta ve olaylar ‘adli vaka’ düzlemine çekilmektedir. Nefret suçuna ve ırkçılığa karşı uluslararası hukuk standartlarında ayrıntılı mevzuat düzenlemelerinin yapılması, sadece ceza hukuku açısından değil, medeni ve idari hukuku da kapsayacak caydırıcı düzenlemelerin yapılması, Türkiye gibi birçok etnik, dini, inanç, dilsel, ulusal, kültürel grubu bünyesinde barındıran ülkeler için elzem bir nitelik taşımaktadır. Nefret suçlarının ceza hukuku tarafından diğer suçlar gibi ayrıntılı biçimde düzenlenmesi ve yaptırıma tabi tutulması ceza hukukunun temel ilkelerinden biri olan ve Anayasa’nın 38. Maddesi’nde de yer alan suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin de bir gereğidir.”

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.