Orta Anadolu klamları devşiriliyor

Kültür/Sanat Haberleri —

  • “Benden önce Orta Anadolu’daki Kürt köylerini gezip, eserlerini derleyen olmadı. Ankara’dan Çorum’a kadar onlarca köyü gezip, klamları derledim. Aslında Orta Anadolu Kürtleri’nin son 100 yıllık tarihini anlatıyorum. Geleneklerini, kültürünü…”
  • “Kişileri hedef almak istemiyorum, zaten Türkleştirilip yok edilmeye, kaybolmaya yüz tutmuş ezgilerimiz varken Kürtlerin kendi aralarında ezgilerini devşirmesi, izinsiz alması ve yanlış okuyup bir sonraki nesile yanlış aktarması en az o kadar üzücü bir durum.”

DÎLAN KARACADAĞ

Orta Anadolu Kürtleri’nin klamlarını derlemek için bölgenin köylerini dolaşan sanatçı Serbülent Kanat, yöresel Kürt müziği üzerinde büyük emeği olan bir isimdir. 1989’da çıkardığı ilk korsan kasetiyle klamları söyledi, farklı köylerin hikayelerini birleştirdi. Birçok klam, ilk kez onunla duyuldu, onun okumasıyla dağıldı ve derlendi. Bölgenin 90 kuşağından olan birçok müzisyenin 30 yıllık müzik serüvenine katkı sağladı. Bir kaç kez gözaltına alındı, işkence gördü. Buna rağmen albümler çıkarmaya, yöre ağıtlarını, aşk klamlarını derlemeye ve hep Kürtçe söylemeye devam etti. Aynı zamanda Hacettepe Üniversitesi Matematik mevzunu olan Kanat, 30 yılı aşkındır sanat serüvenini anlattı.

Klamlarınla büyüyen biri olarak hep şunu duyardık, “köy köy gezip ağıt ve klamları toplayıp derledi.” En baştan başlamak isterim. Nasıl başladın?

Keşke dediğin gibi köy köy gezip toplayabilseydim o klamları… Gittiğim her köy, konuştuğum her kişi bana sadece bir nebze yardımcı olabildi. Kürtçe şarkı okumanın mümkün olmadığı bir dönemden bahsediyorum. 1980’lerde Türkiye’de sıkıyönetim sonrası Kürtçe konuşmanın hem resmen yasak olduğu hem de tehlikeli olduğu bir dönem. O dönem çok sayıda Kürtçe eserler Türkçe okunarak kaybolmuştur. İnsanlar korkuyordu, okumuyordu. Korkmayanlar da her zaman sözleri doğru bilmezdi. 18-19 yaşlarında ilk “Kamyonê Îzzat” ağıdını duydum. Bunu Xelikanlı arkadaşım Tuncer’e okuduğumda, çok beğenmişti. Ondan sonra başladım klamları araştırmaya. Ve böylece korsan olarak ilk “Lo Şivano – Şîn” albümüm 1989’da çıktı. Bu almündeki “Lo Şivano” klamı, çobana aşık olan bir kızın hikayesidir. 10 kıta olarak çıkan bu parça 20 kıtalık bir parça olmasına rağmen sadece yarısını aldım. Daha sonra çıkanlar da zaten çok kısaltılarak girildi. Sözlerinin tamamını Bîrnebûn dergisinde yayınlandı.

Senden önce bölgede Kürtçe albüm çıkaran oldu mu?

Kürt Remzi vardı. Kendisiyle hayatını kaybetmeden birkaç gün önce tanışma fırsatım oldu. Kürt Remzi Orta Anadolu Kürtleri’nin önde gelen isimleridir. Benden önce yöreyi gezip, eserleri derleyen olmadı. Dediğim gibi, bazen bir klam için birden fazla köy gezer, farklı kişilerle konuşurdum; tek bir klam üzerinde çalışmak haftalarımı, bazen aylarımı alırdı. Böylece 1989’da ben de bu alanda filizlendim ve artık yöresel okumaya başladım.

Bir klam için bu kadar uğraş! Çok zahmetli olmalı…

Elbette. Ruhumu verdim bu klamlara… Sözleri bazen eksik, birbirinden bağımsızdı. Düz bir metni oturtmak, kompozisyonu oluşturmak, eksik olan sözleri eklemek, duyguyu vermek çok zordur. Bazen bir klamın üzerinde öyle çok dururdum ki rüyalarıma girerdi. Özünde ortada bir eser vardı, ayağı kırıktı, protez taktım, böbreği çalışmıyordu, naklini yaptım. Yalnız şunu da belirtmem lazım; bu bana atfedilen bir lütuf değildi. Bu imkan o dönem herkeste vardı.

Öyleyse neden bazı klamlar sadece sende var? Onlarca parça biliyorum, senden sonra dahi okunmamış…

Ben yaşlılarla çok görüşürdüm. Onların Türkçe bilmemesi, Kürtçeyi de iyi kullanmaları çok işime yaradı adeta sözlü tarih rölünü oynuyorlardı. Ellerinde bol malzeme olan kişilerdi. Bugünün teknoloji çağına göre, hikaye, ağır ve klamları ezbere bilen yaşlılardan nemalandım. Diyorum, bu imkan herkeste vardı, hala da var, kullanmak isteyene. Özellikle 1991’de Kürtçe yasağı kaldırıldığında Serbülent Kanat’lar çoğalabilirdi. Belki o zaman çok daha zengin bir müzik arşivimiz olurdu.

Yaşlı insanlardan nasıl faydalandığını, bir eserin peşinden nasıl gittiğini anlatır mısın?

Türkçeleştirilmiş klamlar vardı. “Hey Zalım” bizim köye (Bulduq) ait ancak Türkçe okunuyordu. Kürtçe olduğunu anlamıştım, kökünü kazıdım. Kaybolmaya pas tutmuştu, günyüzüne çıkardım…

En çok hangi klamlar çok uğraştırdı?

“Helekçiya (elekçi)” diye bir klam vardır. Kürt kızı, köyüne gelen elekçi bir çingeneye aşık olur. Bunun için Ankara, Konya köylerinden tut Çorum’a kadar köylere gittim. Dinlediğim herkes farklı sözler ekliyordu, bazısı birbirinden kopuktu. Atmonî aşiretinden bir kızın annesiyle olan atışmaları iki farklı tonda okuyarak, kendimi hem şarkıyı söyleyen kızın hem de annesini yerine koyup, sözlerini derledim. Kompozisyonu hazırlarken dik sesle okuduğumu kızın sözleri, pes sesle okuduğum annenin sözünden oluşan bir beste çıktı ortaya.

Sözleri sana aitti yani?

Hayır. Bir özü vardı. Tabanı vardı. Daha önce de belirttiğim gibi eksik taraflarını tamamladım. Hatta bununla ilgili ilginç bir anım var. Meğer bu klam, bölgeye geldiğimiz ilk dönemlerdenmiş. Yaklaşık 250-300 yıllık bir eser. Adıyamanlı bir arkadaş bu ezginin o bölgede de olduğunu söylediğinde anladım. Bizim de kökümüz Adıyaman’dan geldiği için tarihi bir eser olduğu anlaşıldı…

Peki zorlayan, uğraştıran, çok emek isteyen başka eserler var mı?

Yine Xelikan (Karacadağ) köyüne ait “Kevira Mezalê” ağıdı, beni çok uğraştıran klamlardan… Düğün günü damadın babası vefat ediyor. Düğün evi cenaze evi, düğün yemeği yas yemeğine dönüşüyor… Bunun üzerine yakılan bir ağıttı. Ağıt olduğu için doğaçlama sözlerden oluşuyor. O sözleri bir araya getirmek için ne çok zorlanmıştım…

Bir de birçok kişinin bildiği “Oy Atê” var. Hikayesi Xelikan köyüne ait. Çok kopuk ve eksik olduğu için bazı sözlerini ekledim. Aslında nakaratı dışındaki sözler bana ait. Ben 1991’de okudum, Koma Xelikan ise 1998’de albümüne aldı. Ancak benim okuduğum gibi okumadılar; bir süre sonra tutulmadığından olsa gerek, sahnelerde benim okuduğum versiyonuyla okumaya başladılar. Daha sonra bu şekilde dağıldı ve okundu. Genelde okuyanlar söz ve müzik için “anonim” yazıyor, çok zoruma gidiyor; üzerinde emeğim olan bir parça en azından kaynak olarak benden aldıklarını belirtmeleri doğru olurdu. “Aşê Usê” ve “Le Narîne” gibi niceleri daha var…

“Helekçiya” gibi Türkçe kelimeler çok kullanılıyor. Ancak senin şarkılarında yöre ağızından farklı Türkçe’den sakınmışsın…

“Nexweşhane” kelimesi benim söylediğim bir klamdan sonra ortaya çıktı. Hastane (Xestaxane) deniliyordu; çok tartıştım bu ve benzeri kelimeler üzerine. Özellikle yeni nesiller bunu daha sık yapar oldu. Ancak ben de Türkçe bıraktığım oluyor; özellikle özel isimlere dokunmadım. “Helekçiya” şarkısındaki gibi. Elekçiye aşık olan bir kız, aşkını “Helekçiye (elekçi)” diye seslendirmesini değiştiremezdim. Okuduğumuz Kürtçe klamların dilin sadeleşmesi için çok üstüne düşerdim. Kürt Remzi de Kürtçe okuyordu ama çok fazla Türkçe kelimeler kullanırdı. Sırf şarkılarımız devşirilmesin diye özellikle Türkçe kelimeler üzerinde çok çabaladım.

Kürtçe’nin yasak olduğu bir dönemde Kürtçe albümler çıkardın, peş peşe… Hiç bunun için zorluk çekmedin mi?

Baskı gördüm desem, gerçekten baskı görenlere haksızlık olur. Anca şöyle bir örnek verebilirim, birkaç kez gözaltına alındım, faili meçhullerin dönemi olan 1994’te Ankara’da Newroz’a katıldım. 20-30 bin kişi katılmıştı. HADEP dönemiydi ve sahneye çıkıp Kürtçe okumam çok büyük çoşkuyla karşılandı. Program sonrası gözaltına alındım. Dört gün boyunca gözlerim bağlı, copla bilindik işkenceler gördüm…

Sebep sadece Kürtçe miydi?

Kürtçe yasağı kaldırılmıştı aslında. Benim klamlarım siyasi değildir. Konusu ağırlıklı aşktır, ölümdür… Newroz ortamının verdiği heyecan ve benim Kürtçe söylemem insanları çok coşturduğu için bana “Madem siyasi parçalar okumuyorsun, insanlar ne diye o kadar çoştu” diye sordular. Olsun, yılmadım. Devam ettim, ediyorum da.

Feyiz aldığın, sana bu serüvende destek olan biri oldu mu?

Ali Çakmak’tan etkilendim. Bana desteği çoktur. Ağıt okumazdı, “benim felsefemde ağıt yok” derdi. Çok yardımsever ve çıkarsızdı. Bir gün bana, 20’li yaşlarındayım, “Orta Anadolu’nun starı olacaksın” demişti. Çok nasihatını almışlığım oldu. Oğlu Savaş Çakmak bağlama çalıyordu. Babasının vesilesiyle uzun birlikte çalıştık. Bir de tabii bizim Bulduq köyümüzden bazı isimlerden de etkinlendim; Alo vardı, kimlik adı Ali Kemal Gür; ağırlıklı halay ve aşk ezgileri okurdu. Bir de Mihemedê Alo, kimlik adı Mehmet Tükenmez. Ondan da ağıtları esinlenirdim. Gençlik dönemimde klamlar onlardan duyulurdu.

İlk döneme geri dönecek olursak… 1989’da ilk albümün çıktı. Nasıl tepkiler aldın?

Ankara’da gizlice ilk korsan kasetimi çıkardım. Daha sonra köyler arası çoğaltıldığını fark ettim. Geri dönüşler olduğunda, insanların kendi köylerine ait olan klamlardan benimle haberi olduklarını öğrendim. Örneğin “Bertî Bertî” Gördoğlu köyüne aitti ve birçoğu ilk benim albümümle tanıdı. Sanırım sesimden çok klamların sözlerinden etkilendiler. Birçok kişi kendini okuduğum klamlarda buldu. Çok iyi olmayan stüdyo kayıt kaliteye rağmen insanlar benimsedi. Kaybolmakta olan eserleri canlandırmak istedim. Öyle günü birlik değil, edebi ve ölümsüz olacaktı o klamlar… Ben emek verdim, bu da olumlu karşılandı.

Bugün Orta Anadolu Kürtleri’ne ait eserler okunduğunda neredeyse çoğu hatalı okunuyor. Onlarca eser olmasına rağmen genelde hep aynı klam üzerinde devam ediyor. Bu konuda ne söylemek istersin?

Dejenerasyon had safada. Bu beni çok üzüyor. Teknolojinin bu kadar gelişmesine rağmen, kaynak bulmak için emek sarf etmeyen onlarca müzisyen. Eskiden bir klamın kaynağına ulaşmak daha zor olmasına rağmen bugün imkanlar dahilinde adeta bir önce okuyanın merhametine bırakılmış. Biri bir kelimeyi veya klamın genelini yanlış mı okudu, artık ondan sonra okuyan herkes yanlış okur. Çoğu popülizm peşinde. Tutulan bir eseri ard arda okurlar. Duygudan arındırılmış, hakkını veremeyen klamlar dejenere oluyor. Örneğin sesi çok güzeldir ama eseri bozmuş, sırf “tıklanma” oranı artsın diye, koca bir kültür harap ediliyor. Halbuki bir eser kalıcı olmalı, geleceğe arşiv olmalı. Neredeyse hepsi aynı tarz. Sanki klamlarımızın hepsi uzun havaymış gibi. Oysa gerçekte öyle değil. Düğünlerde sırf görüntü vermek için yörenin müziği dışında, Serhat yöresine benzer bir tarz ile Orta Anadolu klamları devşiriliyor.

Bu durum benim çok canımı sıkar oldu. Sırf dejenere olmasın diye ilk kez sözleri veya derlemesi bana ait klamlara telif atacağım. Kontrol altına alınması şart oldu.

Yeni nesil eski klamlarda kendini bulamıyor olabilir mi? Kürdistani bir gençlik doğdu, her yöreyi benimsemiş olamazlar mı?

Serhat yöresi de olsun Botan da; her bölgeden… ama birbiriyle harmanlamak sadece özünden koparır; yöresel ezgilerimizi söylerken özü kaybolmamalı. Yeni nesil bu şekilde sevmiş de olabilir; ben sadelikten yanayım, doğallık olması gerekir ve umuyorum ki ileride geriye dönüş olacak.

Dejenere olmuş dediğin veya verilen emeğin görülmediği klamlar hangileri?

Örneğin “Dîsa Dîsa” klamı benim derlediğim bir parça. Söz ve müziği de benim üzerime kayıtlı. Halbuki ne çok emek vermiştim o besteye. Köydeydim o dönem, köyün havasından, dağından, taşından esinlenerek, ruhumu katarak yazdım o sözleri. Halk ozanı tabiri buradan gelir. Halktan, topraktan olan. Türküler de bu şekilde yazılır ve bestelenir. Orada benim duygularım var. Bu yüzden “anonim” denilmesi zoruma gidiyor. Ayrıca bandroldan geçirebilmek için klamın sözleri “Lo Lo Dilo” olarak değiştirip telif hakkından muhaf kalmak pek iyi niyetli bir davranış değil, hoş da değil.

Bakın, burada birşey iyi anlaşılsın istiyorum: Para kazanmak için değil; dejenere olmaması için bu klamların sözleri doğru okunmalı, özünden uzaklaşmamalı. Ben zaten matematik özel ders veriyorum, geçimimi oradan sağlıyorum. Buradaki amaç, ki bana göre ortak amacımız olmalı, kültürümüzü, dilimizi ayakta tutabilmek. Kaybolmaya hazır o kadar çok eser var ki…

Bu konuda hiç bir girişimin oldu mu?

Ancak yıllar sonra bunu yetkili yerlere bildirdim. İsim değişikliği ile sözü de müziği de bana ait eserlerin üzerinde hak sahibi oldum. Bundan sonra telif haklarımı muhafaza edeceğim. Klamlar muvafakatnamesiz okunmasın ki bozulmasın, kaybolmasın. Kimseyi de kırmak ya da lekelemek istemiyorum…

Konu gelmişken… Senin okuduğun ve derlediğin çok sayıda ezgiler var, onları nasıl değerlendiriyorsun. Mesela Adem Tepe, Cejno ve Fırat Başkale gibi Kürt müzisyenler okudu…

Bunu hatırlatmanız iyi oldu. Fırat Başkale, benim 1997’de derlediğim, okuduğum ve yüzde 90 sözü-müziği bana ait olan “Dert Giranim” ezgisini okumak için Kültür Bakanlığı üzerinden bana ulaşıp izin alıp okumuştu. İyi de okudu. Ancak aynı ezgiyi okuyanlar; örneğin Kemalê Amed, müziğini benzetip birkaç kelimeyi alarak klamı devşirip sözü müziği kendine aitmiş gibi telifsiz okuyor. Bu çok sıkıntılı bir durum. Esinlenmeyi de geçen bir durum. Kişileri hedef almak istemiyorum, ancak zaten Türkleştirilip yok edilmeye, kaybolmaya yüz tutmuş ezgilerimiz varken Kürtlerin kendi aralarında ezgilerini devşirmesi, izinsiz alması ve yanlış okuyup bir sonraki nesile yanlış aktarması en az o kadar üzücü bir durum.

“Gul Hayate”

Kendi derlediğim ve bestelediğim birden fazla klam var bendeki yeri özel olan ama örnek vermek gerekirse; “Gul Hayate” ağıdını 1994’te okudum. 1995’te Ankara’da Kürtçe radyo vardı; daha çok Alevi ezgileri çalan Radyo İmaj’da çok sık çalıyordu. Bu ezgiye dair bir anım da var; 10 yıl önce Urfa’ya gitmiştim. Dolmuşla Birecik’e giderken “Gul Hayate” çalmaya başladı. Dolmuş şoförüne sordum, “Bu parçayı söyleyen kim” bana “Adıyamanlı biri” dedi “Yok bu benim, Konyalıyım” deyince çok eğlenceli bir durum oluştu.

“Kurdê Heme”

“Kurdê Heme” parçası var bir de… Ben 2000 yılında okudum. Babama bir gün yaşlı bir amca, “Oğlun bu parçayı nerden buldu. Yaşlılarımız bile unuttu bu parçayı” dedi. en az 150 yıllık bir ezgi. Xelikan (Gölyazı) köyüne ait.

“Îbramo”

Yine Îbramo diye bir parça var. En az 250-300 yıllık bir parça. Bir ara TRT’de Hacı Tavşan diye birinin çıkıp “Le Le İbrame” diye okudu bu parçayı ve sözü müziği kendine ait olduğunu söyledi. 20 kıtalık bir ezgi, Orta Anadolu Kürtleri’nin düğünlerinde okunan bir parça. Bildiğim kadarıyla Hacı Tavşan bir gün Ankara Keskinli’de (bugün Kırıkkale) bir Kürt düğününde bu parçayı duyuyor ve Türkçeleştirip kendi parçasıymış gibi TRT’de okuyor. Hiçbir hak iddia edemiyorum. Kimi kime şikayet edeceksin ki?

“Eyşa Min”

Yine “Eyşa Min” çok eski bir ezgimizdir. Bir ara TRT 6 veya TRT Kurdî, hatırlayamadım, Aydın Aydın çıkıp müziğini aynı farklı sözlerle okudu ve “benim bestem” dedi. Sırf bağlanmamak için karşı çıkmadım. Öyle bir platfomumuz olsaydı kalkıp tüm emek hırsızlığı söylerdim. Bunlar sadece aklıma gelenler, daha niceleri var. Belki bu röportaj vesilesiyle duyurmuş olurum…


Son 100 yıllık tarih

Emek veren, hazıra konmayan, bir klamın hikayesini ve her kelimesini anlayan herkesi severek dinliyorum. Aramızdan ayrılan Kürt Remzi gibi Dedo Turan, Fahri Dağ, Memo Gelo, Piço, Mişo Koma Surgun ve Koma Xelikan da değer verdiğim bir isimdir. Orta Anadolu Kürtleri’nin son 100 yıllık tarihini anlatıyorum. Gelenekleri, kültürü, bazı bilinen isimleri anlatıyorum. Dikkatinizi çekmek isterim; fonda çalan kaval sesi Omeran (eskiden: Tavşançalı) köyüne ait Miçe Alê Pitê’nin 1963’de çaldığı bir kayıttan.


Serbülent Kanat kimdir?

1969 Konya’nın Cihanbeyli ilçesine bağlı Bulduk köyünde dünyaya geldi; ilk ve orta öğrenimi köyünde tamamladı. Lise öğrenimini Konya Gazi Lisesinde yatılı okuyarak tamamladı. 1986’da Hacettepe Üniversitesi Maden Mühendisliğini kazandı. Daha sonra Matematik bölümüne geçiş yaptı. 1989’da “Lo Şivano – Şîn” isimli ilk korsan albümü çıkardı. 1991’de ilk resmi bandrollü albümü olan “Lo Berti”yi çıkardı. 1992’de üniversiteden mezun olmasıyla üçüncü albümü “Gundê di korte da” albümünü çıkardı. 1995’te “Dîsa Dîsa”, 1997’de “Lele Şemê”, 1999’da ise kızının adını verdiği “Şîlan” albümünü çıkardı. 18 yıl aradan sonra 2017’de “Dema Berê” albümünü çıkardı. 1993’ten bu yana Ankara’da kendisine ait özel ders bürosunda üniversiteye hazırlık için matematik dersi veren  Serbülent Kanat’ın üç çocuğu var; kızı Şîlan 24 yaşında, oğlu Mîr Bilal 3 yaşında ve kızı Newal Mayıs 2020’de doğdu.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.