Öyle bir ders verdiler ki

Dosya Haberleri —

.

.

  • 14 Mart günü öğlen saatlerinde son yasağın haberi geldi. Ortalık fırtına öncesi sessizliği anımsatıyordu. Gece 12’de İpek Yolu’dan gelen tankların palet sesleri ile fırtına öncesi sessizlik sona ermişti. Bülent Pekdemir İlkokulu’nun yanındaki barikata yapılan ilk tank atışı ile savaş başlamıştı. 
  • Düşman saldırısını kırmak için etkili eylemler yapmış, düşmanı adeta bozguna uğratmış olan Heval Xebatkar, ‘Belki buradan çıkamayacağız ama onlara öyle bir ders vereceğiz ki hayatları boyunca unutmayacaklar’ diyordu.

MELTEM OKTAY 

Nusaybin’de doğup büyüyüp de yaşanan zulümlerden bihaber olmak mümkün değildir. Özellikle 90’lardan itibaren doğan her çocuk, zulmün ortasına doğdu. O çocuklar Türk devletinin zulmünü o günlerden bugüne kadar yaşadı ya da her zaman yaşanan vahşetin hikayesiyle büyüdü. Bu yüzden Nusaybin’de her dönem haklı bir öfkeyi de beraberinde taşıyan politik bakışlı çocuklar yetişti. 
Bu nedenledir ki, Nusaybin’de ilan edilen özyönetimi en güçlü sahiplenenler hep bu gerçeklerle büyüyen gençlerdi. Devletin zulmüne öfkesi büyük olan o gençlerdi. 92 Newroz’unda yaşanan vahşi saldırıda belki de daha annesinin karnında olan o gençlerdi. Kürt halkına yapılan saldırıda her zaman sokaklarda olan, Kobanê saldırısı yaşandığında sınır tellerini parçalayan yine o gençlerdi. Her defasında yaşlarından daha büyük vahşete, zulme tanık olan o gençler son olarak mahallelerinde, doğup büyüdükleri sokaklarda ölüm kalım savaşı yaşanırken, devletin belki de en kanlı yüzüne karşı kafa tuttular. 

Neredeyse 9 aylık kesintisiz direniş
2015 yılı Ağustos ayında hendekler ve barikatlar ile başlayan, şiddetli çatışmalar ile devam eden ve savaşa dönüşen neredeyse 9 aylık bir direniş süreci, Kürt mücadele tarihinin Kuzey şehirlerindeki belki de en büyük direnişiydi. Halkın özyönetim talebine karşılık şiddetli saldırılar devreye konulurken, gençler doğup büyüdükleri sokakları, mahalleleri bu saldırılara karşı korumaya başladı. Adı "Nusaybin Sendromu" olarak tarihe geçecek bir direnişin sahibi olan, devletin tüm üstün tekniğine karşı irade ile direnen o gençlerden bugün çok azı hayatta. 

Nesiller boyu zulüm
2015 Ağustos ayından, 2016’da YPS’nin son geri çekilme talimatına kadar direniş içinde yer alan ve orada yaşananların tanıklardan biri de Akif Bagok. Akif, 90’lı yıllardaki devlet zulmü nedeniyle köylerini terk edip Nusaybin’e göç eden yurtsever bir ailenin çocuğu. Köylerini devletin koruculuk dayatmalarından, şiddetinden ve evlerini yakıp yıkmasından dolayı bırakıp göç etmişlerdi. Ancak göç ettikleri Nusaybin’de de pek bir şey değişmemişti. Akif, savaşın yine kızgın olduğu, Kürt halkının zulüm gördüğü 90’lı yıllarda bizim Koçera dediğimiz, Türkçe ismiyle Fırat Mahallesi’nde doğmuştu. Daha çok küçükken, babası JİTEM tarafından kaçırılmış, günlerce işkence görmüştü. 

Saldırılara kayıtsız kalmadı
Devletin zulmü hiçbir dönem bitmiyordu. Daha sonra ağabeyi gözaltına alınıp tutuklanmış ve MİT elemanları tarafından aileye ajanlık dayatmalarında bulunulmuştu. Türk devletinin saldırıları nesilleri hiç atlamıyordu. Sıra Akif’e gelmişti. Akif tüm yaşananların öfkesi ile büyümüştü. Doğup büyüdüğü Koçera Mahallesi’ne saldırılar yaşanırken buna kayıtsız kalmadı. Diğer tüm gençler gibi o da doğup büyüdüğü mahallesini, oyun oynadığı sokağı, mücadele ettikleri alanları Türk devletinin saldırılarına karşı korumaya geçmişti. 

Büyük bir özgürlük fırsatıydı
"Seni etkileyen şey neydi" diye sorduğumda, “Ben savaşın içinde büyüdüm. Bunun kendisi insanda ister istemez bir öfke yaratıyor. Düşman da bellidir; sömüren, öldüren, zindana atan, zulüm yapan Türk devletidir” diye cevap veriyor. "Özyönetim direnişinde neden yer aldın" diye sorduğumdaysa düşüncelerini, “Başlayan bu sürecin, halkımız için büyük bir özgürlük fırsatı olduğunu düşündüm” diye ifade ediyor. 

Devlet şiddetine karşı direndi
Akif, Koçera Mahallesi’nde aylarca direniş içinde yer aldı. Her 7 sokağa çıkma yasağı zamanında da Türk devlet şiddetine karşı arkadaşları ile birlikte direndi. 14 Mart’ta ilan edilen ve devletin vahşice saldırdığı uzun sokağa çıkma yasağında yine direnişteydi. Son olarak YPS Genel Koordinasyonu’nun geri çekilme açıklaması üzerine 26 Mayıs’tan sonra kademeli olarak özel bir yöntemle Nusaybin’den geri çekilen gruplar arasında yer aldı.

Nusaybin ilk serhildan şehirlerinden
Akif, o dönemde yaşananları bilinmeyenleri ile birlikte bize anlatıyor: "Nusaybin ilk serhildan şehirlerindendir. Çoğunluğu yurtsever halktan oluşuyor. 90’lı yıllarda faili meçhul cinayetlerde birçok evladını kaybetmişti. Birçoğu da devletin koruculuk dayatmalarını kabul etmemiş, köylerinden göç ederek şehre yerleşmişlerdir. Nusaybin halkı devletin faşizan ve vahşi saldırılarını çok iyi bilmektedir ve her zaman bunlara karşı direnmiştir. 

Halk bir an olsun yalnız bırakmadı
Özyönetim talebi halkın isteğiydi. Halk olarak devletin saldırılarına karşı özsavunma temelinde kendimizi korumak için barikatlar kurduk. Halk bu konuda gönüllü ve içtendi. Çünkü hendek ve barikat olmayan yerlerde polis ve askerler evlere baskın yapıyor, işkence, darp, gözaltı yaparak terör estiriyordu. Veya halkın evini tarıyordu. Bu nedenle Fırat, Abdulkadirpaşa, Yenişehir ve Dicle mahalleleri barikatlarla korumaya alındı. Direniş mevzilerinde halk bir an olsun bizi yalnız bırakmadı. Çünkü biz bu halkın evlatlarıydık. Birçok mevzide iki kardeş, baba evlat omuz omuza direniyordu. Halk, çocuklarıyla birlikte direnişteydi. 

Şehri harabeye çevirdiler
Türk devleti birçok kez sokağa çıkma yasağı ilan etti. Buna rağmen YPS ve YPS JIN öncülüğündeki halkın direnişini kırıp mahallelere giremedi. Onun için de evleri tanklarla, ağır silahlarla harabeye çeviriyor, kepçelerle yıkıyorlardı. 90’lı yıllarda olduğu gibi yakıp, yıkıp halkı göçe zorluyordu. Evlerini terk etmeyen halka vahşice saldırıp, şehri insansızlaştırmak ve evleri işgal ederek ilerlemek istiyordu. Bu anlamda Nusaybin’in sokaklarını, evlerini ve yaşam alanlarını yok etmek için şehri fiziksel olarak harabeye çevirdiler.

Fırtına öncesi sessizlik!
14 Mart günü öğlen saatlerinde son yasağın haberi geldi. Yasak gece 12’de başlayacaktı. Haber gelir gelmez hepimiz hemen hazırlıklara başlamış, mevzilere yerleşmiştik. Saat 21.00 gibi mevzime gittim. Ben ve 3 kadın arkadaş Koçera Mahallesi’nde İpek Yolu’na yakın bir yerde mevzilendik. Ortalık fırtına öncesi sessizliği anımsatır bir biçimdeydi. Gece 12’de İpek Yolu’dan gelen tankların palet sesleri ile fırtına öncesi sessizlik sona ermişti. Bülent Pekdemir İlkokulu’nun yanındaki barikata ilk tank atışının yapılmasıyla savaş başlamıştı. 
İlk olarak bizim bulunduğumuz cepheye yoğun saldırı başladı. Gece boyunca uzaktan tanklar ve diğer zırhlı araçlarla saldırdılar. Sokaklardaki barikatları yıkmaya çalışıyorlardı ama başaramıyorlardı. Bu hesap tutmayınca kepçeler ve etrafında onlarca asker ile sızma yapmaya başladılar. Saldırılara karşı ilk andan itibaren güçlü bir direniş sergiledik. Arkadaşlar her zaman coşku içinde avazları çıkıncaya kadar slogan atıyor, kadın arkadaşlar zılgıt çekiyordu. Hepimizin morali çok yüksekti. 

Zerdeşt son yasağın ilk şehidi
20 bin kişilik ordu ile üzerimize gelen güç ilerleyemeyince yoğun tekniğe başvurmuştu. Havanlarla, tank ve toplarla bulunduğumuz yerleri rastgele yoğun bombardımana tuttular. Havan ve top saldırıları saatlerce sürüyordu. Durduğu zaman biz de harekete geçiyorduk, onları takip ediyorduk. Türk ordusu yaklaşamayacağını anlayınca, cepheyi komple imhaya yönelik gece gündüz aralıksız bombardıman yapıyordu. Her yeri harabeye çevirmişti. Bombalama sonucu Zerdeşt Botan (Nesim Atabey) arkadaş ağır yaralandı. Bulunduğu mevzi Türk ordusuna ağır darbe vurmuştu. Bu nedenle orayı daha yoğun vuruyorlardı. Bir arkadaş Zerdeşt arkadaşı sırtına almış koşuyordu. Omuzundan ve karnından yaralanmıştı. Zerdeşt arkadaş yaralı haliyle arkadaşlara son olarak, “Biz kazanacağız” demişti. Zerdeşt arkadaş, son yasağın ilk şehidi olmuştu. 

DAİŞ’li çetelerini de getirdi
Türk devleti Nusaybin’e 20 bine yakın asker, yüzlerce zırhlı araç, tank, top, uçaksavarlar, korucu ve çete yığmıştı. NATO’nun 4. büyük ordusu bir avuç gence karşı tüm gücüyle saldırıyordu. Bütün imkanlarını, sözde en seçkin asker, polis, PÖH, JÖH, bordo bereli, SAT komandolarından oluşan ekipleri ile saldırıyor ancak direnişimiz karşısında bir adım dahi ilerleyemiyordu. Psikolojileri bozuluyor, kaçıyorlardı. Birkaç defa şahit olduk. Birbirleri ile kavga ediyor, çatışıyorlardı. Birçoğu da dayanamıyor kendilerini bilerek yaralayarak savaş alanından kaçmaya çalışıyorlardı. Bulundukları yerden kafalarını dahi çıkaramıyorlardı. Arkadaşlar sürekli mevzilerine sızıyor, baskın yapıyordu. Türk ordusunun kendi mevzisini, kendi cenazelerini bombaladığına şahit olduk. AKP-MHP faşist iktidarı kendi askerlerinin yanı sıra DAİŞ çetelerini de getirmişti. Ölen askerlerinin arasında DAİŞ kamuflajlı uzun sakallı çeteleri gördük. Bazı siyah giyimli kişilerin Arapça konuştuklarına da şahit olduk.
 
Nusaybin Sendromu’na yakalandılar
Besledikleri vahşi çeteleri üstümüze göndermişlerdi ama onlar da fayda etmemişti. Askeri yönden kırılıp, çökmüşlerdi. Çeteleri artık savaşamıyordu. Bunun için psikolojik harekata yöneldiler getirdikleri özel elemanlarıyla telsiz üzeri bizimle konuşmaya çalışıyorlardı. Anonslar yapıyor, teslim olmaya yönelik ahlaksız teklifler yapıyorlardı. Biz de onlara cevap olarak sadece “Biji Serok Apo” diyorduk. Bir süre sonra kendi üstlerine karşı çıkmaya başladılar, savaş alanında kalmak istemiyorlardı. Direnişin 30’uncu günlerine geldiğimizde çok kayıp vermelerinden dolayı dönemin Genelkurmay Başkanı, Valisi, Kaymakamı sözde moral vermek için çetelerini ziyarete gelmişti. Ardından yaşadıkları sendrom ve korku, moralsizlik, psikoloji bozukluğu yüzünden psikiyatrist ve doktorları göndermişlerdi. Bunların hepsini radyodan dinliyorduk. 

Nusaybin’de hesapları tutmadı
YPS ve YPS JIN direnişi karşısında ne kadar aciz durumuna düştüklerini arkadaşlar arasında şakalaşarak tartışıyorduk. AKP-MHP faşist iktidarı devasa savaş gücünün verdiği güvenle Nusaybin’i kısa bir sürede düşürebileceklerini zannetmişlerdi. Ancak Nusaybin Sendromu’na yakalanmışlardı. Bize karşı kullanmadıkları silah ve teknik kalmamıştı. Oysa bizim sayımız çok azdı. Bulunduğum cephede 3 mevzi vardı. Ve her birinde en fazla 3 arkadaş kalıyorduk. Çoğu arkadaş ilk defa savaşa girmişti ve fazla tecrübeleri yoktu. Ama inançları, moralleri yüksekti. Ve her biri savaş ustası gibi direniyordu. Elimizde ferdi silahlar, bir miktar patlayıcı ile saldırılara karşı koyuyorduk. Tıpkı 300 Spartalı savaşçısının devasa Pers Ordularına karşı ateş geçitlerinde yaşanan eşitsiz savaş gibi. Ki biz 300 kişi bile değildik. Sadece bir avuç Kürt yurtsever genci olarak toprağımızı, evimizi, sokağımızı, mahallemizi ve halkımızı korumaya çalışıyorduk. Ve buna inancımız, yüreğimiz sonuna kadardı. 

Son çare savaş uçakları ile bombaladılar
Çetebaşı Erdoğan durumun farkına varmış, Saray çetelerine bulunduğumuz mahalleleri evlerle birlikte imha emrini vermişti. Daha öncesinde de MHP faşizminin çete lideri de aynı sözleri söylemişti. Sonrasında Gurinê Tepesi’nden ve çevrede konumlanan obüslerle, aralıksız bir biçimde bombalamaya başladılar. Bizim bulunmadığımız alakasız evleri yıkıyorlardı. Her santimetrekareye bomba düşüyordu. Artık her yer vurulmuş ve tanınmaz hale gelmişti. Tabi bizim de tedbirlerimiz vardı. Kendimize göre geliştirdiğimiz tedbir ve yöntemlerle korunabiliyorduk. Bu şekilde vahşi ve ahlaksız yöntemlere başvuruyorlardı. Böyle bir süre daha devam ettikten sonra yine sonuç alamadılar. Direniş ve eylemler karşısında tıkandılar. Kullanılan her türlü savaş tekniği, sayısal üstünlük ve her türlü taktik yönetim değişikliğine rağmen bir başarı elde edemediler ve savaş uçakları ile bombalamaya başladılar. Şirin Sokağı ve Alika Mahallesi’nden birkaç noktayı vurdular. Bu da başarısızlıkla sonuçlandı. Türk devletinin yaşadığı büyük bir yenilgiye sebep olan direnişimiz tarihe Nusaybin Sendromu olarak geçti. 


Pes etmedi
4’üncü denemesinde başardı

Şehit düşen her arkadaşımız bizim için etkileyici ve büyük bir kayıp oluyordu. O arkadaşlarla her an yan yana beraber emek veriyor, bir parça ekmeği paylaşıyor, omuz omuza direnerek, şakalaşarak en kötü anlarda bile birbirimize destek çıkarak moral oluyorduk. Bu anlamda her yoldaşımız etkileyici oluyordu. Şehit Mizgîn Gever (Kübra Aba) Heval, her şeyden önce çok gençti. Aslen Geverli olup Mersin’den gelmişti. Daha önce 3 defa katılmayı denemiş, her seferinde aksilikler çıkmıştı. Mizgîn heval çok inatçı ve inançlı biriydi. Bundan dolayı pes etmemiş 4’üncü denemesinde Nusaybin’e gelerek direniş saflarında yerini almıştı. Mizgîn, sade ve doğaldı. Saflığı ve utangaçlığı ilk göze çarpandı. Bu yüzden her arkadaş onu çok severdi. Onunla birlikte mevzide 5 arkadaştık. İçimizde sadece o kadındı. Daha çok genç olduğu için fazla yorulmasını istemiyorduk. Fakat o güçlü irade ve fiziğiyle çok çalışkan, her şeye emek harcayan biriydi. 


Savaşın dâhi komutanları

Bulunduğumuz mevziden düşmana kadar olan mesafede aramızda sadece bir ev vardı. Bazen tek başına düşmana tarama yapar tilili çekerdi. Ve seslenir düşmana korku salardı. Mizgîn heval savaş pratiği yok denecek kadar azdı ama bir usta savaşçı gibi hareket ederdi. Çok atik ve cesaretliydi. Düşmanın havan saldırısında ağır yaralandı ve sonrasında şehit düştü. 
Şehit Xebatkar (Zamani Çamak), Kawa Çekdar (Vakkas Tümen) ve  Şehit Evin Sozdar (Emine Yapacak) Nusaybin direnişinin öncü komutanlarıydı. NATO’nun 4. ordusuna ve binlerce askere, polise karşı aylarca direnişi yöneten, düşmanın kendi güçlerini ve komutasını defalarca değiştirmesine sebep olan dâhi savaş komutanlarıydılar. 


Öyle bir ders vereceğiz ki 
UNUTAMAYACAKLAR

Şehit Xebatkar, şahadetine kadar duruşu, komutanlığı, sıcak yaklaşımı, verdiği güven ve cesaret, profesyonelliği, ilmi ve öğretmenliği ile onu tanıyan yoldaşlarının gönüllerini fethetmişti. Bunun için bulunduğu yerde büyük direniş ve büyük başarı, güven yaratıyordu. Şehit Xebatkar Kürt özgürlük mücadelesinde uzun yıllar çalışma yürütmüş, büyük emek sahibi biriydi. Yasak ilan edildikten sonra bir aya yakın onu görmedim. Alika Mahallesi’nde kalıyordu. İlk sıralar benim bulunduğum Fırat Mahallesi’ndeydi. Düşman bütün yoğunluğunu buraya vermişti. Bunu anlayan Heval Xebatkar kaldığı Alika Mahallesi’nde komutasındaki arkadaşlarla bizim cepheye yönelik düşman saldırısını kırmak için etkili eylemler yapmış, düşman adeta bozguna uğramış, nereye saldıracağını şaşırtmıştı. “Heval belki buradan çıkamayacağız ama onlara öyle bir ders vereceğiz ki hayatları boyunca unutmayacaklar” diyordu. Düşmana Nusaybin Sendromu yaşatmanın gizemi, Heval Xebatkar’ın bu söyleminde saklıydı.
 
Kendini feda etti
Bir süre sonra Gelhat Mahallesi’ne geçti. Onu son kez Gelhat’a geçmeden önce gördüm. Kürt tarihi ve mücadelesinde Heval Xebatkar ve onun gibi komutanlar sürekli askerleri ile yoldaşları ile ön cephede yer aldı. Hep omuz omuza direndik. Heval Xebatkar, Gelhat Mahallesi’nde ön cephedeyken düşmanın rastgele attığı havanlar yüzünden ayaklarından yaralanmıştı. YPS Koordinasyonu’nun 25 Mayıs’ta aldığı geri çekilme kararından sonra Heval Xebatkar saldırılara karşı kendini feda etti.
 


Soğukkanlı bir komutan:
Kawa Çekdar 

Heval Kawa’da direnişin neredeyse başından beri Nusaybin’deydi. Çok zeki, çalışkan, bir an olsun durmayan, yorulmayan, adeta hiperaktif mücadele enerjisine sahipti. Bir savaş komutanı olarak hep ön cephede, pratiğin içinde yer alırdı. Koşullar, zorluklar, imkansızlıklar onu yormuyordu. Yorgunluk, yetersizlik onun felsefesinde yoktu. O inandığı amaç uğrunda sürekli beslediği heyecan, tutku, sevinç ve mücadele enerjisine sahipti. Sürekli mevzi mevzi gezer, her an düşmanın hareketini takip eden, onu darbeyi vuracak taktik üreten eylemler geliştiren komutandı. Her an pratiğin içindeydi. Savaş koşullarında yoldaşlarına her an yardımcı olur ve paylaşırdı. Bir komutan olarak asla kendini yoldaşlarından ayrı görmezdi. O Nusaybin’e girdiği günden beri düşmana rahat yoktu. Heval Kawa gibi bir komutan müthiş güven veriyordu.
Heval Kawa savaşın içinde de oldukça soğukkanlıydı. Havanları veya deşifre olmuş geçitlerimize rağmen sokak sokak, mevzi mevzi gezerdi. O yiğit bir komutandı. Hep en önde yürür en büyük riskleri göze alırdı. Onu en son şehit olmadan bir hafta önce görmüştüm. Heval Kawa maalesef bir kaza sonucu mayına basarak şehit oldu.
 


Gençlerin cesaret kaynağı: 
Evin Sozdar

Şehit Evin Sozdar arkadaş da çok fedakar ve cesurdu. Evin arkadaşın bulunduğu ortamda moral ve coşku eksilmezdi. Sürekli hedefinde, zorlanan yoldaşları güçlendirmek vardı. O arkadaşların motivasyon ve cesaret aldığı bir komutandı. Ağır hastalığına rağmen hiçbir çalışmadan geri durmaz, her savaşçı gibi çalışır emek harcardı. Çatışmaların en yoğun olduğu cepheye gelir, mevziye girer, düşmanla çatışırdı. Evin arkadaş hiçbir zaman boş durmaz, sürekli bir şeyler yapmak için arayış içerisinde olurdu. Savaşın yoğunluğuna aldırmaz, arkadaşlara yemek yapar çevresindeki bütün mevzilere dağıtırdı. 12 Ağustos 2016’da bir grup arkadaşla birlikte Nusaybin’den çıkmak istedikleri zaman düşman fark etmiş ve pusuya girmişlerdi. Pusudan çatışarak çıkmışlardı. Düşman takibi sonucu bir evde çembere alınan Evin yoldaş ve beraberindeki 4 arkadaş düşmanın 'teslim ol' çağrılarına cevaben kendi bombalarının pimini çekerek şehit olmuşlardı. 

 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.