Özgürlük Ateşi tarihin karanlık yüzünü aydınlatıyor -I-

Forum Haberleri —

foto: AFP

foto: AFP

  • Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, "Cins Çelişkisi"ni tarihin ilk çelişkisi olarak tanımlarken, uygarlık tarihinin kadını dışlayan ve sadece kölelik statüsü ile yansıtan erkek egemen bakış açısıyla yazıldığı tespitinde bulunur. 

ELİF AKGÜN ATEŞ

Evrende hiçbir şey durağan değildir. Her şey devinim içinde, sürekli değişim ve dönüşüm halindedir. Nasıl ki Evren, Büyük Patlama’yla birlikte evrimleşme süreci geçiriyorsa, tarihin akışı da canlı bir organizma misalı, dinamik şekilde olmuştur.

Doğanın bir parçası olan insan da tarihsel süreç içinde, evrimsel değişim dönüşüm geçirerek, insanlaşma sürecini yaşayarak toplumsallaşmıştır. Ancak toplumsal yapılanmalar da tıpkı atomaltı dünyadaki parçacıkların yapılarında görülebilen, ölçülebilen etkiler gibi, somut olarak tespit edilemeyen ancak hissedilebilen nüveler taşır. 

İnsanlık dünyasının Karanlık yüzü olan ataerkil iktidarcı sistem, kadın erkek arasındaki ilişkiyi kendi doğal işleyişinden kopararak, eşitsizlik üzerinde bir döngüye evriltmiştir. Evrensel işleyiş yasasına ters gelişen bu aykırılık, tarih boyunca tüm iktidarlar tarafından toplumların adete DNA’sına işlenmiştir. Temel çelişkilerden olan cinsler arası eşitsizlik çok boyutlu olarak karanlık alanlara sürüklenerek, çözümsüzleştirilmiştir. 

Tarih boyunca idealist ya da materyalist olsun hiç bir felsefi akım, cinsiyet eşitsizliği sorununa çözüm getirememiştir.

İdealist felsefe özellikle bu eşitsizliği kutsayarak, mitlerini bunun üzerine inşa ederken, kadının insan olup olmadığını öne sürecek kadar ileri gidebilmiştir. Kadın köleliği olgusu, Tanrı emri olarak kanun haline getirilerek, toplumsal düzen anlayışları ve kanunları buna göre şekillenmiştir. Kadına biçilen rol zayıf, tehlikeli, baştan çıkarıcı, güvenilmez olduğu şeklindedir. Dolayısıyla cennette işlediği suçun cezasının hayattayken çekmesi, erkeğin denetiminde olması gerekmektedir.

Fatmagül Berktay, dinin kadınlar özerinde meşrulaştırdığı şiddette değinirken; "Kadınların erkek egemenliğine karşı işledikleri ‘günah’ların cezası kadına ödettirilir. Ataerkil sistem cehennemi büyük ölçüde kadınlara ayırarak, hem de erkeklere itaat zorunluluğunu din ve cehennem korkusuyla birleştirerek, üstelik bütün bunları bizzat kadınların yeniden üretmesini sağlayarak, sistem olarak ayakta kalmayı başardığı gibi, aile içinde kocasına itaat etmeyen kadına kocası tarafından şiddet uygulanmasını meşrulaştırmaktadır" der.

Cins çelişkisi, cins kırımı

Günümüz dünyasında tüm devlet sistemleri ve dini kurumlar tarafından onaylanmış ve kadının köleliğinin üretildiği kurum haline getirilen aile, sömürgeci sistemlerin kendisini gerçekleştirdiği bir kurum olmuştur. Erkek lehine geliştirilen tüm yasalarla, evlilik kurumu korunurken, kadın bedensel, ruhsal ve düşünsel olarak her türlü baskı ve zor yöntemiyle cendere içine alınmıştır. Beşbin yıllık bu mekanizma öylesine etkili işletilmiştir ki, sadece erkek değil, kadında bu rolünü içselleştirmiş, özümsemiş ve doğal ve değişmez olarak kabullenmiştir.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, "Cins Çelişkisi"ni tarihin ilk çelişkisi olarak tanımlarken, uygarlık tarihinin kadını dışlayan ve sadece kölelik statüsü ile yansıtan erkek egemen bakış açısıyla yazıldığı tespitinde bulunur. Bunu kadın şahsında yaşanan cins kırılması olarak tanımlamakta ve bu aşamanın tarihin yönünü değiştirdiğini belirtmektedir. Erkek egemen sistemin temelerinin köklü bir şeklide atılmaya başladığı ve ideolojik bir boyut kazandırıldığı bu süreci şöyle değerlendirmektedir. ’Kadın eksenli yaşamın yok edilmesiyle kadınla ilgili olan her şey değersizleştirilirken, erkekle ilgili her şey yüceltilerek destanlaştırılmıştır.’ 

Tarih boyunca toplumları sömüren iktidarcı sistemlere karşı eşitlik, özgürlük mücadelesi ekseninde şekillenen Marksist teori, proletaryanın özgürleşmesiyle birlikte, ulusun ve cinsin de özgürleşebileceği, böylece ataerkil iktidarcı sistemin yıkılabileceği tezini savunur.

Bolşevik Devrimin öncü kadrolarından Alexandra Kolontay ‘Kadın Sorunu’nu şöyle değerlendirir, "Proletarya bir bütündür. Cinsiyetler arasında savaşa yer olmayan ve uzun vadeli hedefleri kadınların kurtuluşunu içeren bir sınıf. Proletarya diktatörlüğüne ve komünist üretime geçişle birlikte, kadın emeği ulusal ekonomide kendini gösterecektir. Üretimi genel emek koşulları altında çözen komünizm, sonunda ‘Kadın Sorunu’nu da çözecektir." Hakeza Clara Zetkin ve Rosa Luxemburg da aynı ideolojik bakış açısını savunmaktaydılar.

Ancak Devrim sonrası kadınların özgürlükleri ellerinden alınacak, sadece yasal anlamda elde ettikleri özlük haklarıyla yetineceklerdi. Böylece kadının ve ulusun kurtuluşunun, sınıfın kurtuluşu çemberine sığdırılması tezi çürütülmüş olacaktı.

Kadın özgürlük direnişinin ilk fitili: Özel Olan Politiktir

1949 tarihinde Feminizm’in filozofu olarak tanımlanan Simone de Beauvoir, "Dünyaya kadın gelinmez kadın olunur" sözüyle, ‘Biyolojik Cinsiyetle’, ‘Sosyal Cinsiyet’ arasındaki farkı ortaya koyarak, biyolojik cinsiyetin doğuştan gelen ve değiştirilemez olduğunu, oysa toplumsal cinsiyetin, binyıllardır toplumun gelenek, inanç ve normlarına göre şekillendirilen ve değişebilir olduğu tezini geliştirdi.

Ona göre, Patriarkal sistemde kadının yaşamı dışarıdan planlanladığı için, kadınların kimliği erkekler tarafından belirlenen norm ve kalıplarla örülüdür. Kadınlar, kendi rollerini benimsemeleri için, sıkı toplumsal normlar tarafından hazır rol modeller benimsetilerek yönlendirilir. Kilit nokta temel özgürlüktür. 

Uluslararası Feminist Hareketin kurucusu olarak bilinen ABD’li Kimberlé Crenshaw, 1989’da Çok Kimlikli, Çok Kültürlü Feminist Hareketi geliştirdi. Crenshaw’a göre, erkek egemen sistemde bütün ezilme türleri iç içe geçerek, kendilerini yeniden üretip toplumu sarmaktadır. Dünyanın her yerinde kadınlar cinsel, ulusal sınıfsal kimliklerinden dolayı ortak sorunlar yaşamaktadırlar.

Kadına yönelik her türlü baskı, şiddet ve sömürü ve ayrımcılık mekanizması, bütün dünya kadınlarının ortak yaşadıkları mekanizmalardır. Ancak Siyahi kadınlar buna ek olarak, Amerikan ırkçılığının ayrımcılığına ve beyaz ırktaki kadınların baskısına maruz kalarak, kimliği sömürülürken, aynı zamanda kendi etnik grubundaki erkeklerin de baskısına maruz kaldıklarını savunarak, kadın özgürlük mücadelesine çok daha geniş bir perspektif getirdi.  

Türkiye’de 1980 sonrası, özellikle akademik kadın çevrelerinde tartışılmaya başlanan Feminist Akımların şekilenişinin kısa sürede tüm ülkede yaygınlaştığını görüyoruz. De Brogli’nin Toplumsal Cinsiyet felsefesinden etkilenen bu akımlar, büyük bir mücadele dalgası yükseltmeye başladılar.

Kadınlar Feminist Hareketin çıkış sloganı olan, ‘Özel Olan Politiktir’ ve bütün dünya kadınlarının erkek egemenliğinden kaynaklanan sorunlarının ortaklaşmasını ifade eden ‘Kızkardeşlik’ söylemiyle yaygın bir şekilde örgütlendiler.

Özel ve kamusal alanda, aile, çalışma yaşamından siyasete, sivil toplum örgütlenmesinden eğitime kadar, yaşamın tüm alanlarında cinsiyet eşitsizliğinin örülmesi ve benimsetilmesini içeren bir zihniyete karşı savaş açarak, kadına yönelik her türlü şiddete karşı büyük mücadele yürüttüler.

Ulusal ve uluslararası düzeyde Kadın Harekeleri arasında kurdukları dayanışma ağları paraleline yükselttikleri mücadeleleri sonucu, yasal anlamda azımsanmayacak düzeyde kazanımlar elde ettiler. Bu dönemde aynı zamanda cinsel eğilimlerinde dolayı ayrımcılığa uğrayan LGBT bireylerinin örgütlüğünün yükseldiğini görüyoruz.

2000’li yıllarda Kimberlé Crenshaw, Çok Kimlikli, Çok Kültürlü Feminist perspektifi ışığında kadın hareketlerinin bir kısımı mücadelelerini bu rotaya evrilttiler. Bu dönem emek alanından doğru yükselen toplusal cinsiyet eşitlikçi paradigma, ‘Cinsel Ulusal Sınıfsal Sömürüye Son’ sloganıyla kadın mücadelesi yeni bir perspektifle dalgalancaktı. Bu süreçte Kürt kadınları yeni rotanın şekillenişinde belireyici rol oynayacaktı.

Sonuç olarak, 20.yy.’da yükselen Feminist Hareketler insanlığın varoluş tarihi içinde, Quantum düzeyinde bir atomaltı parçacığının ömrüyle kıyaslanabilecek kadar, 200 yıllık bir mücadele süreçlerinde, sistemin köklü değişiminden ziyade, kadınların yasal çerçevede ekonomik, özlük, siyasal, sosyal, kültürel ve kimliksel hak ve özgürlükleri için, kadına yönelik her türlü şiddete karşı mücadele etmekteydiler. Ancak Sitemsel bir değişim amaç, hedef ve stratejilerini henüz aşamadıkları için, mevcut sistem içinde reform düzeyinde hak elde etme mücadeleleri dünya çapında her geçen gün daha büyük bir dalga şeklinde yaygınlaşmaktadır. 

Kadın kurtuluş ideolojisi     

20. yüzyılda Einstein’in Özel ve Genel Görelilik Teorileri, Quantum Kuramı, evrenin onun bir bileşeni olan toplumsal sistemlerin yeniden yorumlanmasını zorunlu kılıyordu. Quantum dünyasında yaşanan o gizemli devinim, özgür tercihin, renkliliğin, bol seçenekliliğin ve özgür iradenin tartışıldığı bir toplumsal düşünce sürecini doğuruyordu.

Makro düzeyde Evreni donatan Yıldızları, Gezegenleri, Galaksileri birbirlerine bağlayan kuvvetlerin onların özgünlüklerini koruyarak, ahenk içinde olağanüstü bir dengeyle devinişleri, atomaltı dünyadaki devinimle paslaşmasını tartışıyordu Astrofizikçiler. 

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, çağın bilimsel gelişmeleri ışığında geliştirdiği felsefik bakış açısıyla, toplumsal kurtuluşun Demokratik, Ekolojik ve Kadın Özgürlükçü bir toplumsal sistemin yaşamsallaştırılmasıyla mümkün olabileceğinin çözümlemesini geliştirdi.

Bu bilimsel düşünüş ekseninde çok boyutlu evren sistemlerini yaşamın rotasına oturttu. Dolaysıyla Devrimin temel ayaklarından biri olan Cinsiyet Özgürlükçü paradigmayı, bu felsefik bakış açısı doğrultusunda şekillendirecekti. 

Böylece, tarihsel süreçte yükselen kadın özgürlükçü mücadele perspektiflerini sentezleyerek, daha ileri bir paradigmasal dönüşüme taşıdı. Kadına kölelik statüsünü dayatan erkek egemen zihniyetin köklü sorgulanması, cinsiyetler arası eşitlik temelinde değişim dönüşümün yaratılması yönünde, yeni bir paradigma geliştirdi. Tarihsel sürece kapsamlı yaklaşımla, tahakkümü, iktidarı dönüştürmek, yeni bir dünya yaratmanın ideolojik ve pratik mücadele stratejisini geliştirdi. 

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a göre, Kadın cinsi en fazla ezilen kesim olduğu için, kurtuluş kadından başlamalıydı. Çünkü eşitlik ve özgürlüğe dayalı demokratik bir sistemin, böylesi bir ideoloji olmadan kurtulması mümkün değildi. Dolayısıyla mücadele tarzını ideolojik, felsefik yapısını bu temele oturttu.

Bununla birlikte, hedeflenen özgürlükçü sisteme ulaşma mücadelesinin taktik, yöntem ve stratejisini, hedeflenen toplum modelini somut bir şekilde ortaya koydu. Böylece var olan erkek egemenlikli sistemin köklü değişim dönüşümünü hedefleyen bir paradigma geliştirdi. Bunu, Demokratik, Ekolojik, Cinsiyet Özgürlükçü paradigma şeklinde formüle edecekti.

Böylece Kadın Özgürlük mücadelesini dar bir kadın erkek çatışmasından ve dar bir sınıf çıkmazından çıkarıp, sosyolojik olarak toplumsal boyut kazandırdı. Egemenlikli sisteme karşı mücadele ederken, çok boyutlu bir mücadele perspektifinin geliştirilmesi gerektiği gerçekliğinden hareketle, tarihsel ve toplumsal evrim süreçlerinde gelişen sınıf çelişkisinin cins ve ulus çelişkisinden bağımsız ele alınamayacağını ortaya koydu.

Bu bağlamda toplumsal cinsiyetçi ideolojiyi çözümleyerek, patriarkal zihniyetin şekillenişini ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel, dinsel ögelerle nasıl beslenerek günümüze kadar katı bir şekilde taşırıldığının çok boyutlu olarak irdelenmesi gerektiğini ve bu doğrultuda Kadın Kurtuluş mücadelesinin örülmesinin kaçınılmaz olduğunu ortaya koydu. 

Tarihsel olarak iktidar güçleri tarafıdan şekillendirilen erkek egemenlikli ideolojinin köklü sorgulanması ve yıkımı hedeflenmeden, toplumsal devrimden bahsetmek mümkün değildi. Dolayısıyla bütün kötülüklerin bileşkesi olan bu sistemin, o kara delik misali, tüm güzellikleri yutan karanlık boyutlarının çözümlenip bilince çıkarılması, buna karşı güçlü, radikal bir mücadale geliştirilmesi gerekiyordu.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, öncelikli olarak doğa bilimi ile toplumbilim arasındaki diyalektik bağlantıyı felsefik eksene oturttu. Evrenin işleyişine ilişkin bilim dünyasının katettiği olağanüstü keşiflerin, insan yaşamına yön verişini anlamadan, insan doğasının çözümlemenin mümkün olmadığı belirlemesinde bulundu. 

İşte böylesi bir kaotik sistem içinde, alternatif bir toplum modeli üzerinde yoğunlaşan Kürt Halk Önderi Öcalan, Kürt Özgürlük Hareketi’nin felsefik temelini şekillendirirken, Cinsiyet Özgürlükçü Paradigma ekseninde, Kadın Kurtuluş İdeolojisini (KKİ) geliştirdi. Bu Quantum, Özel ve Genel Görelilik kuramlarının, sınırsız ve her türlü olasılığın mümkün olduğu bir evren anlayışı temelinde toplumsal olgu, doğayı bütün yönleriyle saptaması ışığında kadın özgürlüğü temelinde yeni bir paradigmasal çıkış olacaktı. 

Devam edecek…

 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.