Parçaları birleştirmek mümkün mü?

Kadın Haberleri —

.

.

  • Parçalanmış bir ülke, parçalanmış aileler, bir kişinin yaşamının bölündüğü parçalar… İşte Global Kürt Filmleri Festivali de sanki bütün bu parçaların yan yana getirilmesinden oluşuyor. Yine de klişe bir şekilde soracak olursak; kırılmış bir eşyanın parçalarını yan yana koyduğumuzda o eşyanın kendisini geri getirmemiz mümkün olur mu? 

NİLGÜN YELPAZE

Bu yıl ilk defa bu kadar çok filmi bir araya getiren ve internet üzerinden ücretsiz olarak gösterime giren Global Kürt Filmleri Festivali büyük heyecan yarattı. Her kesimden izleyicinin klasik filmlerden son yıllarda üretilmiş kısa filmlere kadar geniş bir skalada Kürt sinemasının önemli örnekleriyle buluştuğu festival, 28 Nisan Çarşamba akşamına kadar devam edecek. 

Belgesel seçkisi

Festivalin belgesel seçkisi de birbirinden değerli filmlere ev sahipliği yapıyor. Bu belgeseller aracılığıyla hem yönetmenlerin kişisel tarihleri hem de arşiv görüntülerinin yer aldığı yöntemlerle özellikle yakın tarihe bir ayna tutmak mümkün.

Bütün bu filmleri yan yana koyduğumuzda ortaya çıkan anlatı, aslında bizlere tarihin lineer değil döngüsel olduğunu da açıkça gösteriyor. Dersim’den Halepçe’ye soykırım ve katliam tanıklıklarında yüzler, sözler sanki birbirinin devamı gibi birbirine uzanıyor. Bütün bu belgesellerin önemi kuşkusuz yaşananları belgeleme, arşivleme, tarihe bir not düşme ve bu tanıklıkları bilmeyenlere aktarma işlevi görmesinden kaynaklanıyor. 

'Parçalar'

Kürt sinemasının ve özellikle Kürt belgesel sinemasının en sık görülen örneklerinden biri olan kişisel ve aile tarihleri içerisinde kamera ile bir yolculuğa ve bir arayışa çıkma yönteminin yer aldığı ve kesinlikle gölgede kalmaması gereken filmlerden bir tanesine Rojda Akbayır’ın 2018 yapımı ‘Parçalar’ filmi ile örnek verebiliriz. Savaş, darbe, soykırım, yıkım ve işgal gibi nedenlerle Kürdistan’ın neresinde olursa olsun her ailenin yolu parçalanmak, bir ya da birden fazla üyesini kaybetmek, farklı farklı yerlere dağılmak, sürgüne gitmek, göç etmekten geçmiştir.

Ve 2000’li yılların başından itibaren gelişen belgesel sinemacılık da bu saydığımız olaylara tanık olan ikinci jenerasyonun belli şeyleri sorgulaması, bir arayışa girmesi, çocukların kaybolan babalarını araması gibi yaygın temalara sahne olmuştur. Aile travmalarıyla, acılarla ve aile içerisinde çok da konuşulmayan büyük sorularla kamerayı doğrultarak bu sorularla uğraşmayı daha kolay ve sağlıklı hale getirmeye çalışmak, aslında Kürt sinemasına da özgü değildir sadece.

Rojda Akbayır’ın büyük bir samimiyet, özen ve sevgi ile yaptığı her halinden belli olan Parçalar filmi de işte aslında derinden derine kaynağını buradan almaktadır. Rojda’nın ailesinin payına 12 Eylül darbesi ile sürgüne giden ve ortadan kaybolan bir baba düşmüştür. Ve yönetmen film aracılığıyla sağalma ve izleyiciyi sağaltma işini öyle bir özenle gerçekleştirmiştir ki ortadan kaybolmasının tek nedeni siyasi olmasa da izleyiciyi babaya karşı bir öfke ile doldurmaz. Başımızı başka bir yöne çevirir ve bize tarihin biraz önce bahsettiğimiz döngüselliğini gösterir, 12 Eylül’ü 15 Temmuz ‘darbe girişimi’ne bağlar, yaşananların arasında pırıl pırıl dimdik duran direniş sahnelerini hızlıca hatırlatır. 

Kırık parçalar

Bu savaş öyle bir savaş ki, çocuklara kaybolan babalarını aratırken 100 yaşını geçmiş analara da kaybolan çocuklarını aratıyor. Bu bağlamda Veysi Altay’ın 33 Yıllık Direniş: Berfo Ana filmi ile Berfo Ana’nın inanılmaz iradesini, kararlılığını, oğluna bağlılığını; onun ve onun gibi birçok annenin acıları ve emekleri ile Cumartesi Anneleri mücadelesinin nasıl büyüdüğünü hatırlıyoruz. Yine Selim Yıldız’ın Diyalog filminde de Besna ananın oğluna doğru uzanan yolculuğunu görüyoruz. Bütün bunlar aslında Rojda Akbayır’ın filmi için seçtiği isme ‘Parçalar’a yeni yeni anlamlar yüklememizi sağlıyor: Parçalanmış bir ülke, parçalanmış aileler, bir kişinin yaşamının bölündüğü parçalar…

İşte Global Kürt Filmleri Festivali de sanki bütün bu parçaların yan yana getirilmesinden oluşuyor. Yine de klişe bir şekilde soracak olursak; kırılmış bir eşyanın parçalarını yan yana koyduğumuzda o eşyanın kendisini geri getirmemiz mümkün olur mu? 

Yeni bir estetik

Holokost’un sinemada temsil edilip edilemeyeceği üzerinden Avrupa film tarihinde büyük bir tartışma sürer. Bu tartışma, yaşananların korkunçluğu, büyüklüğü ve hayal edilemeyecek kadar kan dondurucu olması nedeniyle bu yaşananların bir kısmını dahi görüntüye hapsetmenin deyimi yerindeyse ‘bir haksızlık’ olacağını, çünkü yaşananların tamamen temsil etmenin imkânsız olacağını söyler. Dolayısıyla her temsil eksiktir, bu da temsil edilemeyenler ve çerçeveye sığmayanların unutturulması ve göz ardı edilmesi demek olacaktır. Üstelik bunların geçmişte kaldığı izlenimi yaratacak ve bugünle bağını koparacaktır. Bu argümana rağmen, yaşananların çerçeveye sığanlardan ibaret olmadığını da filmin yetersiz bir metot olduğunu da belirterek konuyu bugüne ve bizim sorumluluğumuza bağlayan filmler yapılmaya devam edilmiş ve yeni bir estetik doğmuştur bu tartışmadan. Aslında festivaldeki sözünü ettiğimiz filmlerde de bu estetiğin izlerini görebiliriz: Çerçeve oradadır, ancak çerçevenin dışına taşanlar da oradadır. Anlatmanın sorumluluğu ile her şeyi anlatamayacak olmanın bilinci vurur bu estetiğe. 

Batılı bir gözle, yaşananları biraz çarpıtarak, acıları tekilleştiren ve sınırlayan, kolektif bir tarihten beslenmeyen bu filmler, Kürtlerin kendilerine dair yazdıkları ve anlattıkları tarihi susturarak onların adına konuşurlar. Öyle ki filmdeki şarkılar bile gerçek şarkılar değildir, uydurmadır. 

Kolektif tarihten beslenmeyen filmler

Öte yandan, özellikle konunun öznesi olmayanlar tarafından ve çoğunlukla ticari amaçlarla yapılan filmler tam da korkulanı gerçekleştirmiş ve Holokost’un iyi ve kötüler arasında çoktan yaşanıp bittiği, iyilerin öldüğü kötülerinse kaybettiği, izleyicilerin özdeşleşmesi için kötülerin arasında da ‘iyi Almanların’ yerleştirildiği ve bugünü Holokost’un sorumluluğundan tamamen arındıran filmler yapılmıştır. Kürtlerin başlarına gelen felaketler ve direnişleri dünyaya yayılınca Kürt sinemasına da böyle bir anlayışın musallat olduğu söylenebilir. İşte bu noktada ‘Sisters in Arms’ gibi savaş dramaları ortaya çıkmıştır. Batılı bir gözle, yaşananları biraz çarpıtarak, acıları tekilleştiren ve sınırlayan, kolektif bir tarihten beslenmeyen bu filmler, yukarıda bahsettiğimiz filmlerin tam aksi bir yönde çalışırlar ve Kürtlerin kendilerine dair yazdıkları ve anlattıkları tarihi susturarak onların adına konuşurlar. Öyle ki filmdeki şarkılar bile gerçek şarkılar değildir, uydurmadır. Dramatik tecavüz sahneleri ve bireysel intikam motivasyonları filme ana akım bir çatışma ve ardından çözüm yapısı verirken, Kürt savaşçı kadınların aileye ve toplumsal cinsiyet sistemine getirdiği binlerce sayfalık eleştiri külliyatı yok sayılarak ‘bir öpücük’le batılılaşmaya, modernleşmeye ‘hak kazandırılırlar’.

Kürt kadınlara kendi tarihlerinde var olmayan şarkılar söyleten bu filmlerin yanı sıra festivaldeki filmlerin arasında kültür ve sanatla ilgili ‘parçalar’ da bulmak mümkün ve kadınların kendi şarkılarını duymak isteyenler mesela, ‘Mara’ filmini izleyerek, üç kadından oluşan Trio Mara grubu hakkında bilgi edinebilir ve kulaklarının pasını silebilir. 

 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.