Qasim Emin, Feminist Bir Düşünür mü?

Dosya Haberleri —

.

.

  • Sadece 20. yüzyılın başlarında Süfrajetlerin şeytanlaştırılması bile, Qasim Emin'in düşündüğünün aksine, Batı’da kadınlar ve erkekler arasındaki "gerçek eşitliğin" elde edilmekten çok uzak olduğunu göstermek için kâfidir.

R. L.*

 

Qasim Emin bugün hâlâ tartışmalı olan Nahda’nın(1) önemli bir figürüdür. Arkadaşlıkları onu Abduh ve Zaglul'a(2) yakınlaştırdı ve düşünceleri İslami reformizmin başlangıcını üstlendi.

Bununla birlikte, entelektüel yörüngesi, laik akım olarak adlandırılacak olanla belirsiz bir yakınlaşma lehine iken kesinlikle reformcu akımdan kademeli bir ayrılma göstermektedir. Zaglul’un aksine, o, bir siyasi kariyere sahip olan Abduh’un takipçilerinden biri olmayacak ama Arap düşüncesinin evriminde önemli bir lider olacaktı. Yazıları ateşli polemikleri tetikledi ve bazı tarihçiler tarafından Nahda’nın ilk gerçek tartışması olarak gösterildi. Yazılarının polemik tarzındaki üslubu, içerisinde kadınların toplumsal hayattaki yeri gibi -kendisinin- gözde konularına olan hassasiyetinden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle, Emin, ilk Arap Feminist düşünürlerden biri olarak kabul edilir. Bu yakıştırmanın hâlâ tartışıldığını göreceğiz.

Aristokrat Kökeni ve Avrupa Eğitimi

İskenderiye’de ikamet eden bir aileden 1865 yılında doğan Qasim Emin’in babası bir Kürt yöneticisiydi; annesi ise Mısırlı bir aristokrat ailenin mensubuydu. Mısır’ın aydın ve entelektüel çevresiyle haşır neşir olmaya başlıyordu. Ülkenin en iyi okullarında okudu ve 17 yaşındayken Montpellier Üniversitesinde eğitim almasını sağlayacak bir burs elde etti. Fransa’da kalmaya başlaması en az iki nedenden dolayı kendisinin entelektüel eğitiminin kurucu anı olacak.

Birincisi, XIX. yüzyılın sonunda rağbet gören Avrupalı düşünürleri keşfetmesiydi. Onu derinden etkileyecek olan Darwin ve Spencer’in teorilerine merak salmıştı. ‘Evrim’ ve ‘seçilim’ Emin’in metinlerini anlamada temel kavramlardı. Çünkü Arap dünyasının ‘zayıflığının’ teorize edilmesini sağlar ve ona göre bu planlanmış bir kaybolma/yok oluştur.

İkincisi ise,bu süre zarfında Avrupa’da yaşamasıydı. Selefleri El-Ezher’de uzun bir eğitim sonrası Paris’i ziyaret eden yolculardan başka bir şey değildiler. Avrupa’nın ahlâkı ile olan ilişkileri -ondan- doğrudan etkilenmelerini sağlamaktan son derece uzaktı. Emin ise birkaç sene boyunca Avrupalı bir öğrenci olarak hayat sürdü ve bu süre zarfında Batı hayatını tanıma fırsatı buldu. Fakat bir gözlemciden çok, o hayatın gerçek bir aktörü oldu. O sırada gözlemlediği kadınların nispi özgürlüğü onun için gerçek bir şoktu ve onu kesinlikle etkileyecekti.

Klasik Bir Başlangıç Noktası ve Orijinal Bir Cevap

Mısır’a döndükten sonra reformcu çevrelerle ilişkilenmeye başladı ve Zaglul’un yanı sıra öğrencisi olduğu Abduh’la da iyi arkadaş oldu. Onlarla temas halinde, düşüncelerini İslami referanslarla beslerken klasik reformcu bakış açısıyla “İslami toplumların ‘çöküşü’ nasıl açıklanabilir?” sorusuna odaklanır. Bu soru klasiktir çünkü Nahda’nın tüm reformcu düşünürlerinin başlangıç noktası denilebilir. Bununla birlikte Emin’in bu soruya cevabı birçok yönden özgündür. Neredeyse her zamanki gibi konuyu önce Darwinist bir bakış açısıyla ele alır. Bu nedenle ona göre, İslam'ın gerilemesi, İslam cemaatinin yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu, "doğal seçilim" olarak adlandırılan "yasalardan" sağ çıkamadığı yönünde. Çöküş ne doğal ortamda, ne de İslam'ın kendisinde aranmaz (çünkü İslam'ın çöküşü genel çöküşün bir sonucudur). Bu düşüşün gerçek kaynağı sosyal erdemlerin ve ahlaki gücün ortadan kalkmasıdır. Bununla birlikte Emin, bu kayboluşun cehaletin saltanatından, yani insan mutluluğu için bir yön önerebilen modern bilimlerin bilinmezliğinden kaynaklandığını düşünmektedir. Emin’e göre bu cehalet aile içinde başlar ve bu, onun düşüncesinin oldukça önemli bir noktasıdır. Toplumun temelleri aile ilişkilerinde, her şeyden önce kadın-erkek ilişkilerinde, diğer yanda kadın ve çocuklar arasındaki ilişkilerde aranmalıdır. Ulusun erdemleri, kadının sorumlu olduğu aile çerçevesi içinde şekillenir: "Kadınların toplumdaki işi ulusun ahlakını oluşturmaktır”.[3] Emin, Arap toplumlarında kadınların ahlakın garantörü olarak rollerini yerine getirmek için gerekli özgürlüğe sahip olmadığını gözlemlemişti.

'Yeni Kadın'ın 'Kurtuluşu'

Gözlemleri onu çağrıştıran başlıklar ile art arda iki kitap yazmaya yol açtı: sırasıyla 1899 ve 1900 yıllarında yayınlanan Tahrir El-Mar'a (Kadınların Kurtuluşu) ve El-Mar'a El-Cedide (Yeni Kadın). Bu iki kitabın üslubu, vurgulayacağınız nedenlerden dolayı biraz farklıdır, ancak öncelikle her birinin içeriğini sunmalıyız. Bu iki büyük eserden önce, Dük Charles François Marie D'Harcourt'un 1893’te kaleme aldığı Mısır ve Mısırlılar (L’Egypte et les Egyptiens) adlı kitabında yaptığı "ebedi gerikalmışlık" suçlamasına yanıt olan Mısırlılar (Les Egyptiens) başlıklı bir metnin 1894'te yayınlandığını not etmeliyiz. Bu nedenle, Emin'in ilk kitabının, İslam toprağında herhangi bir ilerleme olasılığını reddederek Mısır'ı küçümseyen bir Fransız yazısına doğrudan bir cevap olduğu belirtilmelidir. Emin, yazdığı dönemde toplumun belli bir "geriliğini" kabul eder, ancak kültürelci ve evrenselci paradigmalardan güçlü bir şekilde etkilenen bir argümanda bunun ebedi olduğunu reddeder.

1899'da yayınladığı Tahrir El-Mar'a'da (Kadınların Kurtuluşu) Emin, şeriatın kadın ve erkek arasında eşitliği tesis eden ilk yasa olduğunu iddia etti. Bu nedenle, onun argümanı, Kur'an metni ile Mısır toplumunun durumu arasındaki herhangi bir bağlantıyı inkar etmek için Kur’an'dan çıkarılan önerilerle güçlü bir şekilde işlenecekti. Ona göre, sorunun kökü dini değil, sosyaldir ve bu sorunun tek çözümü kadınların eğitiminde yatmaktaydı. Emin, bu tür ilerlemeciliğe karşı hazırlıksız bir görüşü rencide etme korkusuyla üslubunu korudu ve eğitim alanında kadın ve erkek arasında mükemmel eşitliği savunmadı. Kadınlara düzgünce bir ev geçindirme olanağı sağlayacak asgari ve temel bir eğitim çağrısında bulundu. Ona göre bu tür eğitim, okuma ve yazmanın yanı sıra doğa ve ahlaki bilimler, tarih, coğrafya, din eğitimi ile birlikte sanatsal zevkin uyanışını da içermeliydi. Emin, kendi "üslubuna" gösterdiği öneme rağmen, kadınların eğitiminin daha da önemli bir role sahip olduğu iddiası için (teyit etmek için); başlangıçta oldukça ihtiyatlı karşıladığı önerilerin ötesine geçiyordu. Nitekim, kadınları evlerini düzgün bir şekilde idame ettirmeye hazırlamak yeterli değildi, onlara aynı zamanda hayatlarının maddi koşullarını kazanmaları için gerekli araçlar verilmeliydi. -Kadınların- sadece kişisel ekonomik kazançlar yoluyla erkek hükümdarlığından azade olacağına inanıyordu. Eğitim bu nedenle -erkek- hükümdarlığına karşı bir mücadele aracı olmalıydı; ve bunun doğal sonucu olarak kadınların tecrit ve örtünme -peçe- yükümlülüğünün son bulmasına yönelik olmalıydı. Bu çalışmada üslubu hâlâ temkinli olan Emin, bu arzusunun kendi başına tecridin sonu değil, Kur'an metnindeki gerçeğin restorasyonu olduğu konusunda ısrar ediyordu. Bununla birlikte, ikincisinin kadınların yüzlerini göstermesini hiçbir şekilde yasaklamadığını, bunun bir alışkanlık ve gelenek meselesi olduğunu belirtiyordu. Buna ek olarak Emin, örtünmenin -peçenin-kadının namusunu korumayı sağlamadığını, ona göre, muhtemelen bazı durumlarda cinsel arzuyu daha da körükleyebileceğini ekliyordu. Konuyla ilgili hiçbir metin net olmadığı sürece Emin, burada Abduh için çok değerli olan, metnin önerdiği net bir pozisyonun yokluğunda, çağdaş sosyal faydanın prizmasıyla yorumlanması gereken bir pozisyona katıldı. Ancak Emin'e göre, kadınların "tam varlıklar" olmasını yasakladığı için tecridin toplumsal olarak olumsuz olduğu aşikardır. Erkeklerin kadına olan güvensizlik ve saygı eksikliğine dayandığı için ahlaki açıdan da olumsuzdur.

Qasim Emin'in teorileri ilerici olsalar da, bu ilk eserinde ustası Abduh'un ardında kaldığı için muhkem bir Kur’an geleneğine dayanmaktadır. Kendisine göre eleştirdiği geleneklerin dini olmadığı ve bu nedenle kutsal olması gerekmediği sürece bunların değişmesinden yanadır. Bunlar, ona göre dini cilalarla kaplı geleneklerdir. Temkinli yazmasına rağmen, Emin’in pozisyonlarını kınayan her türden broşürler ve yazılar da dahil olmak üzere bir protesto fırtınası başlamıştır.

Buna tepki olarak 1900'de ikinci kitabı El Mar’a El Cedide veya La Femme Nouvelle (Yeni Kadın) yayınladı. Analizinin özü değişmedi, ancak üslubu çok farklıydı. Emin protestoları başlatan eleştirileri yanıtladığı süre boyunca doğal olarak daha polemik bir üslup benimsedi.Ancak, her şeyden önce, eleştirmenler, paradoksal olarak, kendisine daha öncesine oranla daha az özgürlük sağladığından, onu bir disinhibitör (kısıtlayıcı) güç olarak gördüler. Albert Hourani, ilk eserin İslami cilanın kabuğunu söktüğünü, kendi başına bir düşünce sistemi ortaya çıkarmak ve Kur'an metnine herhangi bir referanstan bağımsız olarak döküldüğünü not eder. Bu nedenle, argümanının temelleri daha seküler bir perspektifte kaymış oluyor ki bu, Emin'in İslami reformizmden sekülerizme aşamalı olarak geçtiğini gösteriyor.

Bu ikinci eserde, Emin'in referansları artık Kur’an veya Şeriat değil, modern bilimsel teoriler ve eski felsefi gelenek oldu. Platon, Herodot ve ayrıca Darwin veya Spencer'ın isimleri eserde yer alıyordu. Bir toplum hakkında hüküm verilmesi gereken kriterler artık temel İslami kavramlarda değil, on dokuzuncu yüzyılın ürettiği kavramlarda bulunur: özgürlük, ilerleme, medeniyet. Emin daha sonra kadının özgürlüğünü "siyasi özgürlüğün" kriteri olarak belirler. Çünkü kadın özgür olduğunda yurttaş da özgürdür.

Emin, aydınlanma felsefesinin geleneksel bir türü olan açıklayıcı kurguyla dört temelden oluşan aşamalı bir insanlık tarihini oluşturur:

(I) İlkel devlet/toplum: Kadın bu toplumda özgürdür;

(II) Aile devleti/toplumu: Ailenin oluşumuyla kadının boyunduruk altına alınmaya başlanmıştır;

(III) Sivil toplum -devleti-: Kadına bazı haklar tanınmasına rağmen erkeğin hükümdarlığı devam etmektedir;

(IV) Gerçek uygarlık toplumu/devleti: Kadınlar erkeklerle eşit statüye sahiptir.

Emin, tarihi bir hiyerarşik devletler dizisi olarak ve bu nedenle tarihi, ilerlemeye doğru doğrusal bir hareket olarak görüyordu, böylece liberal on dokuzuncu yüzyıla özgü, hem ilerici hem de pozitivist bir yaklaşım benimsiyordu. Doğu ülkeleri ona göre üçüncü aşamada, Batı ülkeleri ise dördüncü ve son aşamaya gelmiş olacaktı. Bu tarih anlayışı, Nahda'nın Arap düşüncesi için temel sonuçlara sahipti. Emin ile birlikte kaybolan altın çağı aramanın anlamı kalmamıştı. Düşüşün cevabı sözde görkemli geçmişte değil, tam tersine uzak gelecekte bulunacaktı. Arap ülkelerinin gerilemesine çözüm olacak İslam'ın değil, modern bilimin yoluydu. Böylece ikinci eseri, varsayılan bir bilim adamı ilerlemeciliği lehine, belirli bir gelenekten bir anlamda koptu. Emin’e göre tüm ahlakın garantörü olarak bilime olan bu inanç, bilim kadar canlıydı. Burada, Avrupa'nın teknik ve bilimsel olarak daha ilerlemiş, ancak ahlaki olarak geride olduğunu ileri süren döneminin geleneksel İslami konumunu eleştiriyordu. Emin, bu görüşün savunucularına karşı Avrupalıların ahlaki açıdan daha ileri düzeyde olduklarını ve medeniyeti garanti eden sosyal erdemlerin Batı'da daha gelişmiş olduğunu öne sürdü. Emin, bu nedenle Abduh'un medeniyet ve İslam arasında kurduğu ilişkiyi çözdü ve onu etki alanları ayrılığıyla değiştirdi. İslam'a büyük saygı ve hayranlığını sürdürüyor, ancak medeniyetin İslami çerçeve dışında gelişebileceğini ve gelişmesi gerektiğini ve kendi standartlarını geliştirebileceğini düşünüyordu. İslam gerçek din olsa da, İslam medeniyeti kuşkusuz en iyi medeniyet değildir: Qasim Emin'in ulaştığı sonuç böyledir.

Qasım Emin Analizinin Karanlık Noktaları

Çağdaş okur, ancak 19. yüzyılın sonlarına kadar uzanan yazılarda bulunan bu tür ilerlemeciliğe şaşırabilir, ki bu da genellikle, yanlış bir şekilde, ilerlemeciliğin terk ettiği bir toprak olarak algılanan bir Arap- Müslüman düşünce sistemine ait bir yazarın kalemindendir.

Bu metinler bizi bugün şaşırtıyor çünkü Arap-Müslüman düşüncesineilişkin tarihsel ve geleneksel olarak oluşturulmuş algı kategorilerimizi rahatsız ediyor ama bu tek sebebi de değil.

19. yüzyılın sonunda Emin'in kadınların kurtuluşu için Paris'te yaptığı ısrar Kahire'den daha olumlu yanıt alamazdı. Aslında Camille Séé'nin 1880'de Fransa'da genç kızlar için okullar kurarken karşılaştığı zorluklar Emin'in yazılarındaki bu düşük derecedeki ilericiliğe tanıklık ediyordu. Aynı şekilde Fransa'da 1907 yılına kadar, Qasim Emin'in ölümünden bir yıl önce, ilk kez Léon Blum evlilikte boşanma hakkı olan bir kadının savunmasını okudu.

Esasında birçok örnek var, sadece 20. yüzyılın başlarında Süfrajetlerin şeytanlaştırılması bile, Qasim Emin'in düşündüğünün aksine, Batı’da kadınlar ve erkekler arasındaki "gerçek eşitliğin" elde edilmekten çok uzak olduğunu göstermek için kâfidir.

Burada Leila Ahmed'e (İslam'da Kadın ve Cinsiyet, Leila Ahmed)(4) Qasim Emin'in argümanının bir dizi önyargı içerdiğini söyleten Batı'nın belirli bir idealizasyonu vardır. Ona göre Arap-Müslüman ülkelerinin ilerlemesine giden yol olarak gördüğü batı kolonizasyonunun savunucu haline gelmişti. Ahmed’e göre 19. yüzyılın sonlarında "gerçek eşitliğin" hâlâ çok uzakta olduğu Batı medeniyetini idealize ederken sömürgeleştirme sürecinde neyin şiddetli ve aşağılayıcı olduğunu göremeyecekti. Ahmed için bu pozisyon hem Avrupa'da hem de Mısır'da yalnızca aristokrat kadınlarla tanışan Emin'in mesafeli olmamasından kaynaklanıyordu.

Bu yüzden Leila Ahmed'e göre Batı'da ve Arap ülkelerinde kadınların sosyo-ekonomik durumunun gerçekliğinden bihaberdi ve bu da onu bazı yorumlama hatalarına düşürecekti.

Qasim Emin 1908'de öldü, savaşı ve arkadaşı Zaglul'un milliyetçi hareketlerini göremedi; bundan ötürü sömürgeciye ve bağımsızlık yanlısı hareketlere ilişkin alacağı tavırlar/tutacağı pozisyonlar hakkında yorum yapmak çok zor. Arap ülkelerinde kadınların yeri ve rolünün bu kadar hassas olduğu bir dönemde Qasim Emin'in düşünceleri tartışılmaya devam ediliyor.

Emin, Abduh'un İslam ve medeniyet arasında kurduğu bazı bağları kopararak bir anlamda İslami reformizmden ayrılıyordu ve ilerlemeciliği 20. yüzyılın ilk yarısının bir çok Avrupalı lidere çığlık attıracak bir radikal düşünceye "girmek için" Nahda'nın bazı özelliklerinden uzaklaşıyordu.

Emin'in İngiliz sömürgeciliği ile oluşan ittifaka dair olumlu veya olumsuz bir hükme varmak yazılarıyla ilgilenen hiç kimsenin odak noktası olmamalıdır. Güzelliğini yitirmemiş olan bu yakıcı işin bugün konuşmasına izin vermek çok daha ilginç olacaktır.

 

*Fransızcadan Çeviren: Ohan Baki

 

([1]) Nahda, 19. Yy ortaları ile 20. Yy başları arasında Mısır, Lübnan ve Suriye’de gelişen Arap aydınlanması olarak da adlandırılan bir kültür hareketidir.

(2) Muhammed Abduh için bknz; https://g.co/kgs/ATkC68 , Saad Zağlul için bknz ; https://g.co/kgs/e9Uc7e

(3) Q. Amin, cité par A. Hourani, in Arabicthought in the liberal age, p. 164

(4) Womenandgender in islam : Historicalroots of a modern debate, Yale University Press, 1993.

 

Orijinal metin : https://www.lesclesdumoyenorient.com/Qasim-Amin-un-penseur-feministe.html

 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.