Rejim, sistem ve seçim

Sezai TEMELLİ yazdı —

  • Yeni bir anayasa ve seçim üzerine yine de konuşacaksak, öncelikle kurucu meclisi ortaya çıkaracak bir seçim sürecinden mutlaka konuşmalıyız. Kurucu süreçte yasama gücü, meclis bir temsil organı olmak yerine toplumsal yaşamı ve politik karar alma süreçlerini yönetme konusunda herkesin katılımını sağlamaya yönelik bir inşayı öncelemelidir. Kurucu gücün yasama yüzü Ankara’ya, meclise sıkışmamalı, toplumsal hareketlerin çoğulculuğunu yansıtabilmelidir.

Bugün Türkiye’de bir kez daha yoğun bir rejim krizi yaşanmakta. Krizden çıkışa yönelik sistem tartışmaları ise seçim odaklı perspektifle sınırlı bir siyasi ‘sığlık’ içinde sürdürülmekte. İktidar toplum ilişkilerinin düzenlenmesine yönelik sistem tartışmalarında iktidarın nasıl yapılanması gerektiği üzerinden farklı toplum mühendisliklerinin karşı karşıya geldiğini ve bunun da sadece seçim odaklı bir zeminde sürdürüldüğünü görüyoruz.

Siyasi muhalefetin bugünkü Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine olan itirazları gerçek anlamda rejime karşı bir itirazı içinde barındırmıyor. Şefçi otoriter rejimle şefçi olmayan otoriter rejim arasına sıkışan bu tartışmalar tüm tarihselliğiyle aslında toplumsal krizin de kaynağını oluşturmakta. Bununla birlikte yeni faşizmin kurumsallaşma dinamiği enerjisinin önemli bir kısmını rejim sorunundan yalıtılmış bu tartışmaların içinden almakta.

Kurucu aklın sınırlarında biçimlenen farklı hükümet sistemleriyle aşılamayacak olan bu rejim yapılanması çoklu krizlerin sürekliliğini de besleyen en önemli unsur. Otoriterizmin kaynağını oluşturan yapı taşları sökülüp atılmadan kronikleşmiş rejim krizini aşmak mümkün gözükmüyor. Bu mesele Türkiye’deki devlet yapılanmasının, kurumsallaşmasının ve devlet toplum ilişkilerinin nasıl biçimlendiği ile doğrudan alakalı. Türkiye demokrasisinin en gelişmiş döneminin bile bu hastalıktan fazlasıyla nasiplenmiş olduğunu biliyoruz. Örtülü faşizmin biçimlendirdiği kusurlu demokrasiyi güçlendirilmiş parlamenter sistem veya açık ifadesiyle merkezi vesayet sistemi adıyla seçenek olarak sunmak belki de sözün özeti…

Kurucu bir süreçte miyiz yoksa restorasyon sürecinde miyiz? Siyasi muhalefet kurucu bir süreci başlatma konusuna oldukça uzak. Restorasyonla sınırlı bir muhalif yaklaşım bugün için oldukça popüler. Hatta çoğu muhalif bu restorasyonu yeni bir kurucu süreç olarak düşünüyor! İlginç ve ironik biçimde bugünkü iktidar bile restorasyon çabası içinde. Oysa kurucu bir süreç için politik iklim hem bölgesel hem de küresel anlamda olabildiğince elverişli koşullara sahip. Buna karşılık yeni anayasa tartışmaları ve seçim aritmetikleri yeni bir rejimin inşasına yönelik potansiyel umutvar gelişmeleri maalesef sönümlendirmeye devam ediyor.

Mevcut yapının çoklu krizini belirleyen Türkiye kapitalizminin koşulları ve ulus devlet mekaniğidir. Her iki dinamiğin birbiriyle olan bağımlılığı sermaye birikiminin ve rejim süreçlerinin gelişimini belirlemekte. Devlet jeostratejik konumunun yarattığı küresel avantajlar ve militarist gücüyle bölgesel ve küresel gelişmeleri iç dinamiğe uyumlu hale getirmeye devam ediyor. Savaş politikalarında ısrar ve militarist sermaye yapılanmasındaki gelişmeler bu politik anlayışla uyumlu gelişimini sürdürüyor.

Rejime karşı muhalefetin de bu dinamikleri dikkate almaksızın siyaset yapma çabası aslında rejimin yeniden üretimine olanak sağlıyor. Rejimle barışık sistem arayışlarının bu anlamda toplumsal izdüşümünün özgürlük ve demokrasi açısından anlamlı bir karşılık üretemeyeceğini söyleyebiliriz. Bu anlayışa üretilecek anayasaların da tekrarlanan seçimlerin de hiçbir derde deva olamayacağını biliyoruz. Toplumun özgürleşmesi, seküler bir yaşamın var edilmesi, çoğulcu bir demokratik cumhuriyetin inşası, yerel demokrasinin öncelenmesi her şeyden önce rejime karşı bir mücadelenin örgütlenmesini ve kurucu bir siyasetin var edilmesini gerekli ve kaçınılmaz kılıyor.

Yeni bir anayasa ve seçim üzerine yine de konuşacaksak, öncelikle kurucu meclisi ortaya çıkaracak bir seçim sürecinden mutlaka konuşmalıyız. Kurucu süreçte yasama gücü, meclis bir temsil organı olmak yerine toplumsal yaşamı ve politik karar alma süreçlerini yönetme konusunda herkesin katılımını sağlamaya yönelik bir inşayı öncelemelidir. Kurucu gücün yasama yüzü Ankara’ya, meclise sıkışmamalı, toplumsal hareketlerin çoğulculuğunu yansıtabilmelidir. Bu anlamda kurucu yasama gücünün temel ilkesi yerinden yönetimi ve katılımı esas alan federalizm olmak zorundadır. Avrupa yerel yönetimler özerklik şartının bile dile getirilemediği bir konjonktürde siyasi muhalefet ulus devlet çıkmazına karşı demokratik ulusu ve anti kapitalist bir yeni kamusallığı konuşabilecek mi yoksa rejimin değirmenine su taşımaya devam mı edecek? Ne yapmalı sorununun yanıtlarından biri de burada saklı olsa gerek…

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.