Rojava kokan kıyafetler ve yeni bir perspektif

Dosya Haberleri —

ROJAVA

ROJAVA

  • Yanımda Rojava kokan kıyafetlerim dışında farklı bir perspektif de getirdim. Gördükleriniz silinemez. Farklı bir bakış açısına sahip olursunuz. Dünyanız değişir. Açıkçası, döndüğümden beri saçmalıklara karşı toleransım azaldı. Rojava daha yalın bir yer ve sorunlar daha gerçek.

SERDA DEMİR

Londra’da yaşayan İzlandalı film yapımcısı ve yönetmeni Katrín Ólafsdóttir iki yıldır Rojava’da belgesel çekimleri yapıyor. Katrín, çektiği kısa filmlerle çeşitli ödüller de aldı; gelecek filmlerinden birini, Charlie Chaplin’in kızıyla birlikte hazırlıyor. Yönetmen için Rojava ise birçok açıdan çarpıcı ve dönüştürücü bir deneyim. Yakın arkadaşı Haukur Hilmarsson’un (Şahin Hüseyni) mücadelede yaşamını yitirmesi ardından yönünü Rojava’ya dönen İzlandalı yönetmen, devrimi neden ve nasıl beyaz perdeye taşımak istediğini ve bu sürecin onda yarattıklarını anlattı.

İlk olarak şunu sormak istiyorum: Savaş alanındaydın, korkmuyor muydun?
Yola çıkmadan önce uzun süre bilgi topladım, güvendiğim insanlarla sohbet ettim ve kaygılar taşımanın hiçbir anlamı olmadığını düşündüm. Elbette savaşın izlerini gördük ama orada onca şey yaşamış insanların yanında ben kimim ki korkayım? Oradaki insanlar bana güç verdi, cesaretleri bulaşıcı hale gelmişti. Ben orada kendimi Avrupa’nın büyük şehirlerindekinden daha güvende hissettim, çünkü Avrupa sokaklarında başıma bir şey gelse kimsenin umrunda olmaz ama Rojava’da insanlar birbirlerini canları pahasına koruyor.
Bir anımı anlatayım: Çok sıcak bir gecede çatıda uyumaya karar vermiştim. Nöbetçi arkadaş bana döşek getirdi. Uyuduktan kısa bir süre sonra kurşun sesleri geldi. Uyanıp kalktığımda nöbetçi arkadaş bana, “Sen uyumaya devam et, ben seni kendi canımla korurur” diyordu. Ona inandım. Bir şey olsaydı beni koruyacağını biliyordum. İçim rahat biçimde uyumaya devam ettim.

Daha önce de çok yolculuk yapmışssın ama ilk kez bir savaş bölgesine gittim. Bu başka bir yolculuk oldu mutlaka…
Tabii. Şimdiye kadar savaş bölgeleriyle ilgili referanslarım belgeseller, filmler, kitaplar ve duyduklarımdı ama bunlar da savaş koşullarını çok farklı resmediyordu, büyük anları öne çıkarıyorlardı. Çatışmalara ve kana odaklanıyorlardı. Savaş bölgesinde hayatın devam ettiğini görmek, benim için en çarpıcısıydı. Düşman iki kilometre ötede bile olsa oturup çay içebiliyorduk. Belgeselde bunu da işledim. İlginç olan şu: Çok kısa sürede buna adapte olabiliyorsun. Benim için zenginleştiren bir deneyimdi. Savaş gerçekten de kendini daha iyi tanımana yardımcı oluyor.

Seni Rojava’da götüren ne oldu?
İyi bir arkadaşım, Haukur Hilmarsson, kod adıyla Şahin Hüseyni, Rojava’ya savaşmaya gitti ve Afrin’de öldürüldü. Haukur’un devrime katılması beni düşündürdü. 21. yüzyılda bir insanı devrime katılmaya iten şey neydi? Çünkü bu düşünce biraz geçmişe ait, romantik bir şey gibiydi. Haukur öldüğünde birçok insan onun neden böyle bir şey yaptığını anlayamadı. Sonra fark ettim ki bizim devrimciler hakkındaki fikirlerimiz çok nostaljik, romantik bir biçim almış. Aklımıza İspanya İç Savaşı geldiğinde enternasyonalistleri kahramanlar olarak görüyoruz ama peki şimdi ne değişti de insanlar devrime katılımı artık bir çılgınlık olarak adlandırıyor? Bununla ilgili daha fazla bilgiye sahip olmak istediğim için Rojava’ya gitme kararı aldım. 

Şehit Şahin’i biraz anlatabilir misin?
Haukur’la silahlı mücadeleye dair birçok sohbet yürüttük. Bu ona yabancı bir düşünce değildi. Mücadele içinde sadece fikirleriyle dolanan biri değildi, bunları uygulayan da biriydi Haukur. Savaşçı bir devrimciydi. Her durumda nasıl bir çıkış yolu açabileceğini düşünürdü. İzlanda’da mültecilere dair konuştuğumuzda, onları geri yollayamamaları için gizlememiz gerektiğinden bahsederdi. 
Maalesef ailesi ve arkadaş çevresi, Haukur’un bu adımını anlamadı ve kızanlar da oldu. Ona ve kararına saygı duymadılar. Haukur büyük bir karar aldı. Bize kalan bu karara saygı duymak ve onu onore etmektir. İnsanlar olağanüstü şeyler yapıyorsa dostları olarak bize de aynı şeyi yapmak düşüyor.
Koşullara dair hiçbir şey bilmeyen insanlara devrimin aslında günlük hayatın parçası olduğunu anlatmak zor. Bu biraz da kahramanlaştırmaktan kaynaklanıyor. Ben doğru şeyler yapan insanların kahraman olarak adlandırılmasına karşıyım. Haukur’a ve seçimlerine çok saygı duyuyorum ama onun bir kahraman olduğunu düşünmüyorum. Bence sadece doğru olanı yaptı. İnsanlara yardım etti, ezildiklerini gördüğünde yüzünü başka yöne çevirmedi. Bu kahramanlık değil.

Ama “kahramanlık” anlatısının olumlu da olabileceğini düşünmüyor musun?
Herkes kahramanları sever. Ancak kahramanlık imgesi böler ve güçsüzleştirir. İnsanlar kendilerini yetersiz hissederler. Kendilerini yapılması gereken şeyler için yeterince kahraman bulmazlar. Oysa bence kapitalist dünyada yaşayıp akli dengesini yitirmeyen herkes kahramandır! Gülerek söylüyorum ama bu bir gerçek. Veya Orta Doğu’da yaşamlarını sürdürenler...
Bir örnek vereyim: Yugoslavya’da müslümanların katledildiği, komşuların birbirlerini öldürdükleri savaşta bazı insanlar müslüman komşularını bodrum katında gizleyip yardımcı oluyorlar. Bu insanlar savaştan sonra komşularını öldürmeyip gizledikleri için kahraman olarak adlandırılıyor. İnsanların komşularına yardım etmesini kahramanlık olarak görüyorsak bu, ezilmişliği ne kadar derinden yaşadığımızı anlatıyor.

Yani sana göre doğru şeyler yapan insanları kahraman olarak resmetmek, onları ve yaptıklarını “ulaşılmaz” hale getiriyor…
İnsanlar cesaretleri olmadığı için veya ölümden korktukları için okudukları veya izledikleri şeyleri yapamayacaklarını düşünüyorlar ama koşulları işin dışında tutuyorlar. Olması gerekeni yapanları kahramanlaştırmak, yapılan işlere de yabancılaştırır insanları. Batı dünyasında kahramanlar sonunda hep kazanır ama gerçek hayat böyle değil. Japon tarihi başarısız kahramanlarla doludur. Başarısızlığın asaleti deniyor buna. Ütopya gibi. Hiçbir zaman ulaşamayacağını bilsen de onun için mücadele etmeyi sürdürürsün. Sürdürmezsen eğer sabah uyanmanın ne anlamı var ki? Kısacası bir kahramandan bahsettiğimizde o bizden uzaklaşıyor. Bu mesele biraz da hiyerarşiyle alakalı sanki, değil mi?

Nasıl yani?
Birini kahraman olarak adlandırmak, o kişiyi kendinden daha üstün tutmak anlamına geliyor. Yani gerçekliğe ait olmayan bir süper insan gibi. Bizden daha iyi, daha cesur olan sadece küçük bir grup insan varmış gibi. Başka birinin sorunları çözmesini beklemek kendini küçümsemektir. Tarihi hep bu şekilde yazdılar. Bu yüzden ben yazılı tarihler arasında kalan tarihle ilgileniyorum. Devrim, uyanıp spor yapmaktır. Bu gündelik yaşamı yansıtmak istiyorum.

Peki, senin yolculuğuna geri dönelim… Arkadaşın Haukur Hilmarsson’un mücadelede yaşamını yitirmesi ardından sen de yönünü Rojava’ya çevirdin ve devrimi kameranla görmeye başladın. Dikkatini ilk çeken şey ne oldu?
Dikkatimi çeken ilk şey insanlardı. Daha doğrusu insanların kamera karşısındaki duruşları. Batı dünyasında çekim yapmaya başladığında, insanlar kamerayla diyalog kurmaya başlıyor. Kamerada nasıl göründüklerini düşünmeye başlıyorlar. Ancak Rojava’da insanlar kamerayı tutan kişiyi de merak ediyorlar. Eşit biçimde, karşılıklı merak oluşuyordu. 
İlk zamanlar çekim yaparken insanların yaşamına izinsiz giriyormuşum gibi hissettim, çünkü normalde kurgu filmler çekiyorum. Belgesel çekimi yaptığım için her şeyin olduğu gibi yansıması önemliydi ama onları davetsiz bir şekilde çekiyormuşum hissine kapıldım. İnsanlarla sohbet ettikten sonra bu durum değişti. Bir arkadaşın da ifade ettiği gibi: Ben de hikayede bir rol oynuyordum. Elinde kamerayla çekim yapan bir kadın olarak ben de burası için birçok şeye yapabilirdim. Böylece kendimi daha çok sorumlu hissettim ve daha fazla güven kazanmaya başladım.

Çektiğin filmden, yaptığın işten beklentin ne?
Filmin farklı bir dünyaya, farklı bir yaşam ve düşünme biçimine pencere açabileceğine çok inanıyorum. Beni bu işi yapmaya iten şey de budur. Sanat gerici değildir. Sanattan beklenti devrimci olmasıdır. Duvarları yıkmak, değerleri incelemek, dünyaya bambaşka bir bakış açısıyla bakmaya çalışmak zorundadır sanat. Bir sanatçı olarak işiniz budur ve bu bir ayrıcalıktır. Ticari çıkarlarla çalışan sanatçıların bile kalıpların dışına çıkması gerekiyor. Başkalarının yaptığından tamamen farklı bir şey yapmalısınız. Başarılı olmak istiyorsanız bunu yapmanız lazım. Bu nedenle sanat, gerici olmayan da ender alanlardandır. 

Batı dünyasına yabancı olan bir “şehitlik” kavramı da var Rojava’da. Buna yönelik yaklaşımın nedir?
Şehitlik konusunda ilk başta tereddütteydim. Haukur'un şehit olduğunu duyduğumda benim için çok garipti. Saygı duyuyordum elbette ama bağlantı kuramıyordum. Bunun bir ölüm kültürü olup olmadığını düşündüm. Konuya yabancı olduğunda ilk başta bir ölüm hayranlığı gibi yansıyor insana. Biraz ürkütücüydü benim için. Bir gün Qamislo’da komşular bizi çay içmeye davet etmişlerdi. Evdeki kadın bize şehit düşen oğlunun fotoğrafını gösterdi. Orada onlarla sohbet ettikten sonra şehitlik kavramını daha iyi anladım. Bu biraz da ölümle baş etmenin yoluydu. O kadar çok insan ölüyor ki o bölgede, kaybettiklerini yanlarında tutmak için de bir yöntemdi bu aslında. O genç insanların ölümleri, yaptıkları tercihlerin sonucuydu ve bunun ölüm dışında farklı bir anlamı vardı. Bir bedeldi. Bu tanınmalı ve saygı duyulmalı. Şehitler ölümsüzdür sloganı da bu pencereden anlamlıdır. Haukur’u düşündüğümde de aynı şey geçerli. Arkadaşım öldü ama yürüttüğü mücadele sürüyor. Şimdi o bağı kurabiliyorum.
 
Çekimlerinde yer alan İtalyan savaşçı Tekoşer Pilîng de geçen yıl şehit düştü. Nasıl işledin bunu belgeselinde?
Bu gerçeklik orada nasıl yaşanıyorsa o şekilde yaklaşıp saygıyla işlemeye çalıştım. İnsanlar ölüyorlar, geride kalanlar bunun acısını yaşıyorlar ama hayat devam ediyor. Bu durumu bir melodramla ve sansasyonel bir şekilde ifade etmek istemedim. Savaşı aşırı şekilde dramatize etmek istemiyorum. Savaş ve ölüm gibi olağanüstü şeyler, olağan hale geliyor. İnsan her şeye adapte olabilir. 

Rojava’dan sonra Batı dünyasına geri dönen Katrín, yanında neler getirdi? 
Yanımda Rojava kokan kıyafetlerim dışında farklı bir perspektif de getirdim. Ortalama gerçekliğin dışında olan şeyleri gördüğünüzde elbette değişirsiniz ve eskisi gibi olmazsınız. Gördükleriniz silinemez. Farklı bir bakış açısına sahip olursunuz. Dünyanız değişir. Açıkçası, döndüğümden beri saçmalıklara karşı toleransım azaldı. Rojava daha yalın bir yer ve sorunlar daha gerçek. 

Sadece film değil, fotoğraf da çektin ve Londra’da sergisini yaptın. Fotoğraflarında savaşçılar yüzlerini her defasında farklı bir nesneyle kapatıyorlar. Bunu neden yaptın?
Fotoğraflarda polaroid kamera kullandım, çünkü teknolojik açıdan bölgeyle uyumluydu. Birçok savaşçının kimliğini açıklayamadığını biliyordum, bu nedenle yüzünü kefiye ile kapatan savaşçılar vardı. Devrimciler terörist olarak sınıflandırılıyorlar ve teröristlerin yüzünü kefiyeyle kapattığı bir klişe imaj var. Bu klişeye karşı farklı fotoğraflar çekmeye başladım. Tarihin görmediğimiz sayfalarını yazan ve oluşturan insanların fotoğraflarını çekmek istedim. Yüzlerini kapatmaları için günlük yaşamlarında kullandıkları nesneleri kullandım, keza devrimin insanları gündelik yaşamdan kopuk değiller.

Rojava’daki insanları ve olup biteni dünyanın başka yerlerindeki insanlarla tanıştırmayı neden bu kadar istiyorsun?
Bir sanatçı olarak bir şeyi anlamlı kılmanın yolu kendinize ve çevrenize karşı dürüst olmaktır. Çok çalışıp güvenli bölgenizden çıkmanız gerekiyor. Ticari hedefleri olanlar belirli bir kitleyi hedefler ama ben ihtiyaçlara göre çalışıyorum. Her filmin izleyicisi vardır. Değerli bir şey yaparsanız, insanlar bunu görecektir. Çektiklerim her insan tarafından görülmeyi hak ediyor. Pek çok insanın bilmediği bir dünya bu. Kendimizi korumak için hangi araçlara sahip olmamız gerektiğini gösterecek bu film. Rojava hem tarihten hem de gelecekten gelen bir yer gibi. Yani sadece devrim hakkında bilgilenmek değil, devrimden bir şeyler öğrenilmesini de istiyorum.

Çekimlere 2018 yılında başladın ve birkaç kez gidip geldin. Bu süre içinde savaş devam etti ve yeni saldırılar, işgaller gerçekleşti. Bu süreç nasıl yansıdı belgeseline?
Genel olarak ciddi bir planlama yapamadım. Film çekmek planlamaktır ama benim sürecim daha çok dinleyip takip etmek oldu. Benim en başından beri ilgi duyduğum şey bölgedeki yıkım ve inşaydı. Bu döngü, çekimler boyunca doğal bir şekilde belgeselde yer aldı. Yıllarca süren savaştan sonra evlerini yeniden inşa eden insanları çektim. Aylar sonra geri döndüğümde evleri Türk devleti tarafından tekrar yıkılmıştı. Mülteci kamplarında gönüllü yardım edenlerin bir süre sonra kendileri mülteci oldu. Evlerini, hayatlarını yeniden kurmaya çalışan insanların yaşadıklarını yakından takip etmek gerçekten kahredici ve üzücüydü.

Rojava’daki savaşla ilgili bugüne kadar birçok film çekildi, bunlardan bazıları tartışma da yarattı. Eleştirilerden biri mesela, Batı’dan devrimin kadın yönünün “moda dergisi” gibi ele alınması, kadın savaşçıların “havalı güzel savaşçılar” gibi görülmesiydi. Bu konuda ne düşünüyorsun?
Bahsettiğin filmlerde savaş imajını satmak için yarattıkları kadın imajlarına elbette karşıyım. Silah taşıyan güzel kadın imajıyla filmini satmak ile bir reklamda kadını kullanıp araba satmak arasında fark yok. Kadınlara karşı ciddi bir saygısızlıktır bu. Yani ürünlerde yapıldığı gibi, devrimleri ve fikirleri satmak için kadın görüntüleri kullanılmasına da karşıyım. 
Çok değerli kadınlarla karşılaştım orada. Filmde de görülen yaşlı, köylü bir kadın var. Ona baktıklarında insanlar belki “ezilen, gariban” bir kadın gözüyle yaklaşacaklar ama o kadın konuşmaya başladığı an gerçekliği görecekler. Çok zeki, güçlü, militan ve cesur bir kadın. Adaletsizliklerin tamamen farkında, sorgulayıcı ve onurlu bir kadın. İşte oradaki kadınlar böyle. Gösterilmesi gereken budur. O kadınlardan çok şey öğrenebiliriz.

Orada bir de yıkım ve inşa döngüsü, dolayısıyla sürekli bir umut var. Sen o umudu nasıl gördün, hissettin?
Umut sözünü çok tercih etmiyorum çünkü umut etmek hareketin zıddıdır. Rojava’da insanlar, oturup her şeyin iyi olacağını umut etmekle sınırlı kalmadı. Mücadele etmekten başka bir seçeneğin olmadığına inanıyorlar. Savaşmayı kaybetme ihtimali olduğunu bilsen de sürdürmelisin, vazgeçmek bir seçenek değil. Devrimin temelinde tarihten bugüne dek paylaşılan, aktarılan bilgiler var. Yıllarca süren devrimde toplanılan ve elde edilen bu bilgiler, öğretiler asla kaybolmaz. 

Gerçek tarihimiz cümle aralarında

Kafanda nereye gideceğini, nerelerde çekim yapacağını tasarlayarak mı gittin? Nasıl gelişti belgeselin içeriği?
Rojava’nın birçok şehrine ve köylerine gittim. Ağırlıkla kırsal bölgelerdeydim. Mülteci kampları, sivil yerleşim alanları, taburlar ve askeri noktaları gezdim. İlk başta devrim ve yerinden edilme hakkında daha fazla bilgi edinmek istedim. Esasen yıkım ve inşa döngüsünü anlamaktı hedefim. İnternette yaptığım sınırlı araştırmalar ve gerçekleştirdiğim sohbetlerle bazı fikirler oluştu ancak yine de gittiğim yer hakkında hiçbir şey bilmediğimi biliyordum. İlk ziyaretimde neyin önemli olduğunu, neye odaklanmam gerektiğini anlamaya çalıştım ve en ilginç bulduğum şey devrimin günlük hayatı oldu. Tarih hep vurgularla, öne çıkarılan noktalarla yazıldı ancak halklar olarak gerçek tarihimiz, cümle aralarındadır. Benim ilgilendiğim ve çekmek istediğim şey tam da bu.

‘Bir mücadeleyi ana unsurlarını çıkarıp anlatamazsın’

“Ticari amaçla çekilmiş filmler, örgüt isimlerini kullanırlarsa para kazanamazlar. Ben işin maddi boyutuyla ilgilenmeyen bir belgesel çekiyorum. Bir mücadelenin ana unsurlarını çıkarıp da o mücadeleye dair film yapamazsın. Rojava Devrimi’ni eşsiz yapan şeylerden biri de budur. Birçok farklı taburun olduğu bir yerden bahsediyoruz. Çeşitli halkarın katıldığı bir devrim. Tarihte bu ne zaman oldu ki? Êzidîler, Ermeniler, Süryaniler, Türkler, Araplar, anarşistler, maoistler, marksist-leninistler birleşti... Bu olağanüstü bir şey. Hepsi Suriye Demokratik Güçleri (SDG) çatısında birlikte mücadele ediyor. Yaratmak istedikleri toplum için verdikleri mücadelede bir araya gelerek başarılı oldular.”

 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.