Rojava'nın İsrail'i Türkiye'dir

Dosya Haberleri —

Hamit Bozarslan

Hamit Bozarslan

Prof. Dr. Hamit Bozarslan ile söyleşimizin ikinci bölümünde Türkiye’nin İsrail-Filistin politikasını değerlendirdi:

  • Her halükârda, Türkiye’nin Rojava’da yaptığı, İsrail’in Gazze’de yaptığından pek bir farkı yok. Rojava’yı bir kenarda bırakalım, Erdoğan iktidarının Sur ’da, Cizre’de yaptığı katliamlar ya da yıkımlar aynı prensibe uygun bir politika. Buna bir de Karabağ’ı eklemek gerekiyor, Karabağ saldırısı, 120 bin kişinin etnik temizliğe uğraması anlamına geliyor.

ÖZGÜR BARIŞ DEMİR

Filistin-İsrail arasında 7 Ekim 2023 tarihinde başlayan savaş binlerce kişinin yaşamını yitirmesine rağmen devam ediyor. İsrail savaşta sınır tanımayarak hastane, okul, demeden bombardımanını sürdürüyor. Önceki gün İsrail, Gazze’nin doğusundaki Eş-Şucaiyye Mahallesine düzenlediği hava saldırısında çok sayıda ev yerle bir oldu. Filistin Sivil Savunma Servisi'nden yapılan yazılı açıklamaya göre, enkaz altından en az 300 kişi ölü ve yaralı olarak çıkarıldı. Gazze'deki Hükümet Basın Ofisinden yapılan yazılı açıklamaya göre; İsrail uçakları, onlarca füze ve bombayla Şucaiyye'de en az 50 ev ve binayı yıktı. Sivil halka yönelik saldırılar bu şekilde devam ediyor.

İki bölümden oluşan Prof. Dr. Hamit Bozarslan ile Filistin ve İsrail savaşını konuştuk. Prof. Dr. Bozarslan ile söyleşimizin ikinci bölümünde Türkiye’nin İsrail-Filistin politikasını değerlendirdi.

İsrail’in siyasi konjonktürü açısından değerlendirmek gerekirse, Netanyahu iktidarının en zor döneminde olduğu söyleniyor, rutinleşen eylemleri vardı. Böyle bir liderin savaş kararına ABD, İngiltere gibi ülkeler nasıl onay veriyor? Yoksa bu kararı tek başına Netanyahu iktidarı vermiyor mu?

Netanyahu düşme düzeyinde mi bilmiyorum, yarın iktidarını koruyabilecek mi onu da bilmiyorum. Fakat görüyoruz ki İzak Rabin’in 1995’te öldürülmesinden sonra İsrail’de hem siyasi sınıf hem de toplum giderek sağa kaydı. Askeri çözüm toplumu diye bir kavram ortaya atıldı. Askeri çözüm toplumunun kazanması, bu toplumun Filistin davasını reddetmesi barış hareketinin ya çökmesi ya da çok zayıflaması gibi olgularla karşı karşıyayız. İsrail’deki söylem son 10 yılda milli güvenlik temelinde gelişen bir söylem, burada hegemonik bir bloğun oluştuğunu görmekteyiz. Bu hegemonik bloğun değişik bileşenleri var. Mücadeleler olabiliyor, fakat söz konusu olan “İsrail’in bekası” ya da Filistin davası olduğunda bu hegemonik bloğun yeniden oluştuğunu görebiliyoruz. O yüzden söz konusu olan sadece Netanyahu değil. Netanyahu’nun yarın devrilmesi, bu hegemonik bloğun sona erdiği anlamına gelmemekte. Söz konusu olan İsrail demokrasisinin krizi ve İsrail demokrasisinin krizinin temelinde yatan İsrail demokrasisinin bir etnokrasi olması, etnik grubun demokrasisi. Etnik bir gurubun demokrasisinin demokratik bir nitelik kazanabilmesi. Eğer eşitlikçi bir toplum değilseniz, siyasi sisteminiz eşitlikçi değilse, burada etnik demokrasinin de sürdürülmesi söz konusu olamaz. Son tahlilde etnik demokrasi bile tehdit altına girebilmekte. Şu an İsrail’e baktığınız zaman savaş karşıtı mitinglerin yasaklanması, savaş karşıtlarının hedef olarak gösterilmesi, bu demokrasinin sınırlarına varıldığının da çok açık bir şekilde göstermekte. Marks’ın söylemini birkaç yerde de söylemiştim hem Türkiye için hem de İsrail için. Başka bir halkı ezen, bir halkın kendisi de özgür olmaz.

İsrail’in canını yakabilecek tek aktör Hizbullah, İsrail’in Mısır, Ürdün ve Lübnan gibi ülkeleri birkaç gün içerisinde ezmesi mümkün askeri açıdan. Ama Hizbullah klasik bir devlet olmadığı için hem gerilla savaşını hem de düzenli ordu mekanizmasını beraberinde getirebildiği için Hizbullah daha stratejik bir akla sahip. Fakat Hizbullah’ın böyle bir savaşa girebileceğini tahmin etmiyorum, yanılabilirim tabi ki de. Çünkü böyle bir savaşa giriş aynı zamanda Lübnan’ı da yok etmesi anlamına gelir. Ve bunu İsrail yetkilileri de söyledi. Lübnan’ı yerle bir ederiz dediler. Sadece Hizbullah’ı değil ya da Hizbullah’ın bazılarını değil Lübnan’ı yerle bir ederiz. Ve şu anda Lübnan’ın içerisinde bulunduğu ekonomik koşullara baktığınız zaman siyasi koşullara baktığınız zaman, Lübnan’ın böyle bir savaşın fiyatını ödeyebilmesi, bana çok zor geliyor. İran’da bu savaşı çok yüksek bir düzeye tırmandırmak istemiyor ve anlayabildiğim kadarıyla, 7 Ekim’den önce gerçekten İran’a danışılmamış durumda. İran’ın kendisine danışılmadan yapılan bir eylemin bedelini ödemeye hazır olduğundan emin değilim. Ondan sonra işgal nereye kadar gider. Bu konuda İsrail’in bir stratejisi var mı? Bunları bilemiyorum.

Filistinlilerin İsrail’den sürülüp Sina çölüne yerleştirilme projesi bana kesinlikle mümkün gözükmüyor. Çünkü Mısır’ın bunu kabul etmesi söz konusu değil. Ya da çok önemli tavizlerin verilmesi gerekiyor Mısır’a, -ki Mısır bu konuda bir adım atsın. Mısır’ın şu ana kadar görebildiğim kırmızı çizgisi savaş değil sürgünü kabul etmemesi. Bu 2 milyon 500 bin Gazzeli ne olacak, yarın Gazze kimin tarafından yönetilecek, alt yapılar nasıl kurulacak. Gazze’ye yeni bir yönetim yeni bir umut nasıl verilecek. Bütün bu sorular konusunda şu anda öngöreceğim hiçbir şey yok. Ama Amerikalılar, Gazellilerin sürgün edilmemesi konusunda baskı yapıyor ve Gazze yönetiminin Filistin Yönetimi’ne devredilmesi bu konuda Amerikalılar ağır bir baskı uygulayacak mı uygulayabilecekler mi? Madem böyle bir beklenti var Avrupa bu konuda belirleyici bir rol oynayabilecek mi? Bunları bilemiyoruz. Baskın güçler önemli bir baskı kullanmama noktasındalar. Avrupa’nın bir tesiri yok, bunun nedenlerinden birinin Avrupa’nın bölünmüş olması, Avrupa Birliği’nin bir dış siyasetinin olmaması.

Örneğin Almanya ve İngiltere ABD’nin çizgisine daha çok yakın. Fransa ve İspanya kesinlikle ateşkes istemekteler, Filistin davasının meşrutiyetini kabul etmekteler ve Arap alemi ile ilişkilerinin bozulmamasını istemekteler. Onun için bütüncül bir tablo yok, fakat şey kesin ABD gerçekten ağırlığını Gazze yönetiminin Filistin hükümetine devretmesi senaryosuna yaklaşırsa bu senaryonun gerçekleşmesi mümkün olabilir. Sanırım İsrail’de hegemonik blok, İsrail’in Gazze’yi işgal etmesini mantıklı olmadığını düşünmekte. Onlar açısından söz konusu olan Gazze’nin işgali ya da Filistin hükümeti tarafından yönetilmesi değil Hamas’ın ve İslami Cihat hareketinin yerle bir edilmesidir. Ve yeni yönetimin kontrol edilebilir bir yönetim olması yani askeri bir tehdit oluşturmayan, hiçbir askeri güce sahip olmayan bir yönetimin oluşması, dediğim gibi İsrail’de de nasıl senaryolar tartışılıyor bilmiyorum bunlar için bir şey söylemek kesinlikle mümkün değil.

Türkiye’nin İsrail-Filistin politikasını konuşmak gerekirse, bu meselede AKP döneminde her zaman perde önünde İsrail’e karşı sert söylemler, perde arkasında büyük ticari anlaşmalar ve bazen de perde önündeki diplomatik ilişleler oldu. Bu sefer perdenin önü ve arkasında neler var?

Perdenin önünde Türkiye’deki sağın komplo teorilerinden antisemitizme varan siyasi sentaksı, siyasi söylemi var. Bunlar 60’lı yıllara kadar uzanmaktalar. Burada bir de Batı düşmanlığı ile bir eklemlenmeler var. İsrail olgusunun Erdoğan’da sürekli dile getirildiği, bir hilal ve haç çatışması olarak görülmesi var. Medeniyetler savaşını savunan sadece Huntington değildi, Erdoğan tamamen medeniyetler savaşı mantığı içerisinde olan birisi, perdenin hem arkasında hem de önünde bu olgu var. Fakat bu olgu aynı zamanda önemli ticari antlaşmaların olmaması anlamına gelmemekte. İsrail’le ilişkilerin kopması anlamına gelmemekte. Söylemsel düzeyde son derece radikal bir boyut, fakat sahada gerçekleri değiştirmeyen bir siyaset. Bu nereye kadar devam edebilir. Bunu da bilemiyorum. Fakat dediğim gibi İslam aleminde, Arap aleminde, İsrail’e karşı çok yoğun bir tepki olsaydı belki Türkiye’de de bu tepki yoğunlaşabilirdi, fakat bugün kendi başına tepki gösteren birisi son derece marjinal bir konuma sahip olacak.

Türkiye’nin Avrupa’daki, Amerika’daki imajı gerçekten çok kötü. Türkiye gerçekten bu bozulan imajı daha da kötüleştirmek ister mi? Bütün bu sorular cevap vermek mümkün değil. Fakat şu açık, dengeleri değiştiren bir adım atılmadı. Türkiye’de söylemsel radikalizm ne olursa olsun, dengeleri değiştiren bir adım atılmadı. Ve anladığım kadarıyla son cuma gününde gördüğüm kadarıyla büyük bir miting olmadı.

7 Ekim’den sonra Ortadoğu’yu değiştireceğiz dedi Netanyahu, sizce bu söyleminden kastettiği şey neydi?

Aslında bu söylemine önem vermemek gerekiyor. Yani bunu Amerikalılar onlarca kez söylediler ve hiçbir şey değişmedi. “Ortadoğu’yu değiştireceğim” bu nasıl olacak tabi bunu bilemiyorum o biliyor mu onu da bilemiyorum. Fakat onun söylediği şey şu Gazze’de artık Hamas olmayacak Gazze’de artık İslami Cihad hareketi olmayacak. Ve genel olarak Hamas ve İslami Cihad grubu ortadan kaldırılacak. Yani söz konusu olan sadece bu örgütlerin yok edilmesi değil tümüyle ortadan kaldırılması. Ve satır aralarında mı diyelim dipnotlarda mı diyelim bunun ikinci bölümü gerekirse Hizbullah’a da saldırırız. Ve Hizbullah’ı da yok ederiz. Sanıyorum Ortadoğu’yu değiştireceğiz söylemini açmak istersek bu iki nokta.

Filistin davası devam eder mi? Eski söylem devam edecek mi 1960’ların ve bugünün arasındaki farkları konuştuk. Filistin davasında Hamas hangi boşluğu yarattı? Eski Filistin davasından koparak bir boşluk yaratmış oldu. Takip ettiğiniz seküler Filistin davasını canlı tutan var mı? Bunlar ne kadar güçlü Batı Şeria, Filistin Diasporası arasında bu davaya sahip çıkacak seküler kesimler var mı?

Buna da cevap vermek çok zor, şu an herkes Filistin davasını konuşuyor, Gazze meselesini konuşuyor. Ama bu meseleyi 3 ay sonra konuşacak mıyız pek emin değilim. Yani son 40-50 yıla baktığımız zaman. 10 yılda bir bu Filistin davası yoğun bir biçimde tartışılıyor. Ondan sonra unutuluyor, yeni bir olay oluyor yeniden tartışılıyor. Ondan sonra unutuluyor. Yani 1982 Lübnan İşgali’ni alalım, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün Lübnan’dan çıkması 7-8 yıl sonra intifada olgusu, ondan sonra Oslo, ondan sonra yeniden bir intifada sonra gene bir Lübnan savaşı yani periyodik olarak bu sorun ortaya çıkıyor. Çözülmediği için ortaya çıkıyor bu sorun çözülmediği müddetçe periyodik olarak ortaya çıkmaya devam edecek. Konuşulduktan sonra tekrardan unutuluyor. Sorunuza gelecek olursak, Filistin toplumu gerçekten yorgun bir toplum, melankolik bir toplum ve alternatifsiz bir toplum aynı zamanda entelektüel olarak Arap aleminin en canlı toplumu. Çok büyük bir potansiyele sahip bir toplum. Şu an Filistin entelektüelleri sivil toplum kuruluşları arasında neler konuşuluyor bunları bilemiyoruz. Fakat şuan hiçbir alternatif yok şuan alternatifler arasındakiler ya güçsüz ya tümüyle çürümüş, artık bir inandırıcılık gücüne sahip olmayan aktörler ama eğer potansiyel üzerinden bahsedersek. Çok ciddi bir potansiyelin olduğunu söyleyebilirim.

Türkiye, Ortadoğu’nun bu karışık gündeminden faydalanıp Rojava politikasında hangi boyuta geçebilir? Böyle bir ortam da bir de Erdoğan 17 Kasım’da Almanya’ya geldi, İsrail’e ateşkes çağrısı yapıp, kendisi için savaş uçağı istedi. Rojava politikaları nasıl etkilenir?

Her halükârda, Türkiye’nin Rojava’da yaptığı, İsrail’in Gazze’de yaptığından pek bir farkı yok. Rojava’yı bir kenarda bırakalım, Erdoğan iktidarının Sur’da, Cizre’de yaptığı katliamlar ya da yıkımlar aynı prensibe uygun bir politika. Buna bir de Karabağ’ı eklemek gerekiyor, Karabağ saldırısı, 120 bin kişinin etnik temizliğe uğraması anlamına geliyor. Yani orada Erdoğan iktidarı mı diyelim İslam milliyetçiliği mi diyelim, pek değişmiyor. Türklük ideolojisi var bu ideoloji ya da Türklüğü bir ideolojik olgu olarak görenler var. Bu ideolojiyi biyolojik olarak görenler var. Bu biyolojik olguya tehdit olarak görenler var. Türklüğün egemenlik hakkına saldırı olarak algılayıp buna bunun meşru olduğunu savunanlar var. Türklük ideolojisi değişmiyor ve Erdoğan da bunu değiştirmiyor. Bundan sonra Rojava ne olacak bunu bilemiyoruz, 2019’dan bu yana Türkiye’nin bütün saldırılarına rağmen bir statüko devam etmekte. Bu statükonun devam etme nedenlerinden birisi de Biden iktidarı. Bu iktidar böyle bir savaşın olmasını istemiyor. Bu yarın devam edebilir mi bundan emin değiliz tabii ki bunu Trump döneminde gördük.

İkincisi, Kobanê üzerinden konuşayım. Hem Rusya hem de İran, Türkiye’nin Kobanê’yi ele geçirmesini istemiyorlar. Yani ikili bir çizgi ile karşı karşıyayız. Bir yandan Amerika’nın kırmızı çizgisi, bir de İran ve Rusya’nın kırmızı çizgisi. Bu kırmızı çizgiler devam ettikçe Rojava’nın devam etmesi mümkün. Bu aynı zamanda alt yapılara bir saldırı düzenlense bile. Rojava’daki eğitim sisteminin belediye sisteminin devam etmesini sağlayabilmekte. Fakat dediğim gibi şu anda bu bir statüko dönemi devam edecek mi nasıl devam edecek bunları bilemiyoruz. Yarının Ortadoğusu’nda Suriye’nin konumu ne olacak. İran’ın konumu ne olacak bunlar için bir cevap verebilmemiz mümkün değil. Şimdilik statüko devam ediyor demekle yetinelim.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.