Kürtler için yeni tahayyül zamanı
Dosya Haberleri —

Rojhilat direniş
Prof. Dr. Hamit Bozarslan ile yaptığımız söyleşinin ikinci bölümünde Ortadoğu'daki değişen dengelerle birlikte Kürtlerin durumunu konuştuk:
- Türkiye tarihine baktığımız zaman son yüzyılda en önemli mesele Kürt meselesi. İkinci mesele şu, Kürt meselesi emperyalizm veya siyonizmle bağlantılandırılıyor, halbuki Kürt meselesinin emperyalizmle bir ilişkisi yok. Eğer emperyalizmden bahsedeceksek Lozan, emperyalizmle beraber Kürdistan’ın bölünmesi anlamına gelmekte.
- Kürdistan olgusu hem tahayyül düzeyinde hem de gerçek somut düzeyde var. Tahayyül düzeyde Kürtlerin bir bilinci var. Bu bilinç yüz yıllık bir bilinç hatta yüz yıllı da çok çok aşan bir bilinç. Bizim ortak bir coğrafyamız var, bizim tahayyülde kalsa da bir devlete dönüşmese bile bir sınır olgumuz var, Kürdistan’ın sınırlarını biliyoruz.
ÖZGÜR BARIŞ DEMİR/BASEL
Ortadoğu’daki dengelerin değişmesiyle başlayan süreçle beraber gözler bir kez daha Kürtlere çevrildi. Kürtler Ortadoğu'da nerede konumlanıyor? Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın tarihi 27 Şubat çağrısının ardından yaşanan gelişmeler ile birlikte, Kürt halkının Rojava, Güney Kürdistan ve Rojhilat'taki durumları ile yaşanan tarihi dönemeçteki rolü... Prof. Dr. Hamit Bozarslan ile yaptığımız söyleşinin ikinci bölümünde, dört parça Kürdistan’daki gelişmeler ile PJAK’ın açıklamalarını ve daha birçok soruya yanıt aradık.
Türkiye’de son dönemde Kürt meselesine dair bazı adımlar atılıyor. Bu adımlar gerçekten çözüm arayışını mı, yoksa savaş denkleminde iç dengeyi sağlama çabasını mı yansıtıyor? Türkiye’nin iç politikası ile bölgesel stratejisi arasında bir paralellik kurmak mümkün mü?
Dediğim gibi realitelerin ve realitelerin algılanması arasında fark var. Bunu Bahçeli Ekim’den beri ifade ediyor: “İç cephenin güçlendirilmesi. Burada son hedef biz olacağız, İsrail sonunda bizi vuracak. Buna karşı güçlenmemiz gerekiyor.” Yani şu anda bulunan akıl, sözümona stratejik akıl, Kürt meselesinin kabul edilmesi, Kürt meselesinin çözülmesi yönünde bir adım değil. Tabi bu PKK ile müzakereleri gerektiriyor, Öcalan ile müzakereleri gerektiriyor, DEM’le müzakereleri gerektiriyor, belki bazı adımlar da atılabilir. Fakat söylemsel düzeyde yeni bir gelişmenin olmadığını görüyoruz. Çünkü söylemsel düzeyde Kürt meselesinin varlığı kabul edilmiyor. Kürt meselesi bir ‘terör’ olgusu olarak değerlendiriliyor. Ve PKK’nin silah bırakması bu "terör" devrinden çıkma olarak tanımlanıyor. Halbuki Türkiye tarihine baktığımız zaman son yüzyılda en önemli mesele Kürt meselesi. Bugün Şeyh Sait isyanının 100. yıl dönümü. İkinci mesele şu, Kürt meselesi emperyalizm veya siyonizmle bağlantılandırılıyor, halbuki Kürt meselesinin emperyalizmle bir ilişkisi yok. Eğer emperyalizmden bahsedeceksek Lozan, emperyalizmle beraber Kürdistan’ın bölünmesi anlamına gelmekte. Bunlardan dolayı realiteler ve realitelerin algılanması arasına bir fark koymak gerekiyor. Ya da Türk ve rejim söyleminin eleştirilebilmesi zorunlu olarak ortaya çıkıyor. Bölgedeki gelişmelerle ilgili bir paralellik kurmaya çalışıyor ama bunu korku ve paranoyalardan yola çıkarak yapıyor. Bunu Osmanlı’nın son döneminden yola çıkarak yapıyorlar.
Kürt meselesi uzun süredir ulus-devlet sınırlarının kriziyle bağlantılı olarak ele alınıyor. Sizce Kürt hareketi bugün sınırları aşan bir siyasal paradigma mı öneriyor, yoksa ulus-devlet talepleriyle hala iç içe mi?
Birincisi eğer Kürtler yarın bir devlet kurmak isterlerse bu onların en meşru hakkı hiç kimse o hakkı kendilerinden alamaz. İkincisi şu an da Irak Kürdistan’ı dışında bir yerde bağımsız bir Kürdistan talebi Kürdistan’ın hemen hemen bir yerinde yok. Örneğin Türkiye Kürdistan’ın da bağımsızlık isteyenler son derece sınırlı sayıda. Suriye’de böyle bir talep kesinlikle söz konusu değil. İran’daki talep federal bir İran talebi. Yani devlet olarak bir Kürdistan projesinin olduğunu söylemek çok zor. Üçüncüsü Kürdistan dört ülke arasında bölünmüş bunu hepimiz söylüyoruz. Bu bölünmüşlük şu anlama geliyor: Bir yandan Kürtler kendilerini dört mekanda kendilerini konumlandırıyor ki bu mekanlar sınırlarla belirlenen mekanlar. Bu mekanlar her seferinde bir başkentin olduğu mekanlar Ankara, Şam, Tahran ve Bağdat ile müzakere etmek zorunda kalıyorlar. Bu mekanlar aynı zamanda otonominin de oluşturulabileceği mekanlar. Yani tüm eksiklerine rağmen bir Rojava olgusu var. Bir Başur olgusu var ve yarın bunlara bir Rojhilat olgusu da eklenebilir ya da bir Bakur olgusu eklenebilir. Yani bu dört mekan devlet sınırları ile belirlenen mekanlar. Ama aynı zamanda bu devletlerin ve sınırların olması, bir Kürdistan olgusunun olmadığı anlamına gelmemekte. Ve bu Kürdistan olgusu hem tahayyül düzeyinde hem de gerçek somut düzeyde var. Tahayyül düzeyde Kürtlerin bir bilinci var. Bu bilinç yüz yıllık bir bilinç hatta yüz yıllı da çok çok aşan bir bilinç. Biz ezilmiş, bölünmüş bir toplumuz, bizim ortak bir tarihimiz, referanslarımız var diyorlar. Bizim ortak bir coğrafyamız var, bizim tahayyülde kalsa da bir devlete dönüşmese bile bir sınır olgumuz var, Kürdistan’ın sınırlarını biliyoruz. Bizim bir panteonumuz var, toplumun önemli isimlerinin yer aldığı bir panteon. Bu panteonda hem Ehmedê Xanî var hem Mustafa Barzani var hem Abdurrahman Qasımlo var hem Musa Anter var bu panteon Kürtlüğün ortak panteonu. O yüzden bu bölünmüşlük ve bütünlük olgusunu bir arada almak gerekiyor. Burada diyalektik bir ilişki ile ele almak gerekiyor. Bir ulus devletin olmaması bir Kürdistan’ın olmaması anlamına gelmiyor. Kürdistan’ın olması ille de devlet sınırlanın sorgulanmasını beraberinde getirmiyor. Yani burada yepyeni bir tahayyüle ihtiyacımız var. Sorun sadece devlet ve ulus devlet karşıtı söylemler değil, bu iki olgunun bir arada yaşaması.
Bu büyük krizlerin yaşandığı ortamda, dört parça Kürdistan’daki Kürtlerin ortak refleks gösterebilme, birlikte hareket etme kapasitesi nedir?
Ortak refleks gösterebilmenin önemi çok büyük, Kürtlerin kolektif bir özne olarak var olmaları için beraber bu refleksleri gösterebilmeleri gerekiyor. Tabi bunun tarihsel olarak gösterildiğini biliyoruz. 1961 Barzani hareketini ele alınız, bu Irak Kürdistan’ını ilgilendiren bir hareketti ama zamanla bütün Kürdistan’da yankıları olan bir hareket oldu. Halepçe katliamlarını ele alınız ya da Enfal operasyonlarını, burada da aynı şey ile karşı karşıyayız. Qasımlo’nun öldürülmesi 1989’da Kürdistani bir olay, sadece İran Kürdistanı ile ilgili bir olay değil. Öcalan’ın 1999’da tutuklanması Kürdistani bir olay. Sadece Türkiye Kürdistanı ile bağlantılı bir olay değil. Bugün PKK yanlısı bir parti Başur’da ancak yüzde 1 oy alabilir çünkü sosyoloji değişik bir sosyoloji. Ama Irak köylülerinin büyük bir kısmı PKK’yi destekliyor. Çünkü burada da Kürdistani bir olgu oldu. Bu refleksler zaman içerisinde bazen olumsuz bazen de olumlu bir şekilde ortaya çıkabilir. 1980’lerde İran ve Irak Kürtleri arasında bir çatışma yaşandı buna birakujî deniyor. Aynı zamanda Irak Kürdistanı içerisinde çatışmaların olduğunu biliyoruz. Buna da birakujî olayları deniyor. Ama diğer bazı dönemlerde, Kürtler bu bölünmüşlüğe, kriz anlarında birleşik bir cevap da verebildiler. Mesela 1989 Uluslararası Paris Kürt Konferansı, Kürtler açısından son derece önemli bir aşamaydı çünkü bu aşama sayesinde ABD’nin Kürdistan olgusunun tanımasının yolu açıldı ve ondan sonra özerk bir Kürdistan’ın 1991’de oluşmasının önü açıldı. Ya da bugün Mazlum Ebdî’nin Barzani ile temas kurması, bunun çok açık bir şekilde yapması bu görüşmelerin kamudan gizlenerek değil ama Türkiye’nin baskılarına rağmen çok açık bir şekilde dile getirilmesi Kürtler arasında bu reflekslerin olduğunu göstermekte. Yarın Rojhilat’ta ne olacak bilmiyoruz, çünkü İran’da iki ana halka var Bellucistan ve Kürdistan. Kürdistan’ın coğrafi nedenlerle ve tarihsel bilinç nedeniyle daha önde olduğunu görmekteyiz yarın Rojhilat’taki aktörler diğer Kürt aktörler ile beraber temas içerisinde olacaklar. Ya da bu temasların şimdiden kurulduğunu bilmekteyiz. Yani İran Kürdistanı ve Irak Kürdistanı arasında bir geçişkenlik var İran Kürdistanı'nın gerillalarının önemli bir kısmı şimdi Irak Kürdistanı'nda. Aynı şekilde PJAK ve Rojava arasında sembolik düzeyde, ideolojik düzeyde ilişkilerinin olduğunu görmekteyiz. Bütün bu refleksler, bu bölünmüşlük maalesef bazı zamanlarda bir bölünmüşlük olarak ortaya çıkmakta ama bazı dönemlerde ise Kürtler arasında bir devamlılık, ortak tutum koyma şeklinde ortaya çıkabilmekte.
PJAK’ın açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
PJAK’da diğer Kürt hareketleri gibi bir bekleme aşamasında. Gerçekten durum çok zor, çünkü ne olacağını bilemiyoruz ve hemen hemen hepsi olumsuz olan alternatiflerle karşı karşıya kalabiliriz. Rejimin ayakta kalması son derece olumsuz bir gelişme olabilir. Çünkü ayakta kalan bir rejimin çok daha saldırgan bir hale geleceğini bilmekteyiz. İkinci alternatif rejimin çökmesi ancak kaos şartlarında çökmesi bunun getireceği sarsıntılar ne olacak, bunu diğer aktörler nasıl değerlendirecek, bunu bilmemiz mümkün değil. Bir darbe ihtimalinden bahsedilmekte, ancak bu darbe milliyetçi bir Fars darbesi olarak da ortaya çıkabilir. Bu nedenle aktörler beklenti içerisinde. Fakat PJAK’ın söylemi ne Netenyahu ne de Hamaney’den yana. Aynı zamanda Hamaney rejiminin İran’ı buraya getirdiğini, bu çöküşün temel nedeninin İslami Cumhuriyet olduğunu dile getirilmesi bence önemli.
İsrail-İran geriliminin ve olası bölgesel savaşın Rojava üzerindeki etkileri neler olabilir? Bu sürecin Suriye iç savaşı üzerindeki muhtemel yansımaları nedir?
Öncelikle şunu hatırlayalım; Aralık’ta Türk AKP rejimi ve AKP’yi destekleyen milisler Rojava’nın ortadan kaldırılacağını hatta saldırılarının başladığını HTŞ’nin de saldırmaya başladığını dile getirmişlerdi. Altı ay sonunda Rojava hala var. Ve nispeten güçlü bir şekilde var. Merkezi iktidarla sürekli görüşen, antlaşmalar imzalayan bir kuvvet olarak var. Rojava’nın temsil ettiği bölge -ki şu anda Rojava’yı aşan bir bölge. Suriye’nin yüzde 30’unu kapsayan bir bölge. Suriye beş güvenlik bölgesine ayrıldı bu güvenlik bölgelerine yeni sorumlular atandı ancak Rojava özerk bölgesine atanmadı. Yani askeri sorumluluğun atanmaması bölgeyi şu ya da bu şekilde kabul ettiği anlamına geliyor. Aynı şekilde müfredat birleştirildi, Kürt eğitim sisteminin verdiği diplomalar kabul edildi, Rojava ile neredeyse iki ayrı devlet gibiymiş gibi petrol antlaşması imzalandı. Rojava’nın varlığı şu anda korunabildi, bunun güçlendirilmesi gerekiyor. Bu güçlenmenin sağlanmasında şu anda ABD’nin vereceği destek söz konusu olabilir. Suriye İsrail’in bir arka bahçesine dönüştürüldü. Kürt hareketinin bugünkü koşullarda İsrail’e karşı çıkabilmesi bu koşullarda Suriye’de söz konusu olamaz. Bu, Kürt hareketinin Filistin davasını desteklememesi anlamına gelmemekte. Bu Kürt hareketinin kendisine uygun yeni bir strateji oluşturmaması anlamına da gelmemekte. Fakat şimdiki sahadaki koşullar, İsrail’in bulunduğu, İsrail’in hükmettiği koşullar. Bu koşullarda İsrail’in kabul edilmesi gerekiyor, Kürtler açısından belki bir garanti olabilir. Fakat dediğim gibi şu anda belirleyici olan aktör ABD.
Bu çatışmada bölgedeki üçüncü aktörler -Kürt hareketleri, Lübnan’daki Şii gruplar, Irak’taki milis yapılar- nasıl bir pozisyon alabilir?
Bunlar arasında önemli farklar var. Şii aktörler çok büyük ölçüde İran’a bağlı, büyük sorumluluk olgusu var ama bir çöküş olgusu da var. Yani şu anda Hizbullah Lübnan’da çökmedi ama askeri bir güç olmaktan çıktı. Ya da Lübnan siyasetini belirleyen temel bir aktör olmaktan çıktı. Lübnan’da Hizbullah diğer siyasi aktörlerin meşruiyetini kabul etmek zorunda kaldı ve şu ya da bu şekilde güneydeki silahlarını teslim etmek zorunda kalacaklar. Irak’taki Şii milislere baktığımız zaman yüksek perdeden konuşuyorlar ama bunların kalkıp faaliyete geçmesi bana son derece zor gelmekte. En azında Suriye rejimini savunmaları mümkün olmadı. Şu an da ABD ve Irak arasında yakın ilişkiler var. Hatta Irak, Britanya ile çok uzun erimli bir askeri antlaşma imzaladı. Yani bu neredeyse eksi kolonyal iktidarın gücüne yeniden dönmesi anlamına geliyor. Kürt meselesi çok daha ayrı bir mesele. Çünkü Kürtlerin kendi davaları var, kendi milli bilinçleri var, kendi tarih okumaları var. Kendi iradelerini geliştirme kapasiteleri var. Ki bu Kürtler açısından çok önemli. Yani Kürt güçleri ve Şii güçleri karşılaştırmak bana zor gelmekte. Kaldı ki Şii grupları Ortadoğu’nun mezhepleştirilmesinin bir ürünü. Kürt hareketleri içerisinde mezhep meselesi hemen hemen hiç rol oynamamakta. Bunun nedeni Kürt direnişinin daha değişik eksenlerde ortaya çıkması.
***
ABD-İran görüşmeleri hızlanarak sürecek
Ateşkes ilan edilmiş olsa da sahada somut bir karşılık bulmaması, bu sürecin geleceğine dair ne tür olasılıkları gündeme getiriyor; sizce kısa vadede bir çözüme mi yoksa zamana yayılan, şiddetli ve parçalı çatışmalara mı tanıklık etmemiz daha olası?
Mülakatımız bittikten sonra başlayan ateşkes, bölgede ne kadar devam edebileceği belli olmayan yeni bir statükonun oluşmasını da beraberinde getirecek. ABD-İran görüşmelerinin hızlanarak devam edebilmesi mümkün. Trump’un söylemlerinde İran’da kaosun önlenmesinin önemine özellikle değinilmekte. ABD başkanının bir fırıldak siyaseti izlediğini biliyoruz, ama istikrar üzerinde bu kadar durması İran’daki mevcut rejime bir güvenlik rantı, bir “life-line” da sağlıyor. Panik halinde evlerini barklarını terk eden milyonların da rejimi bir süre için ehven-i şer olarak görebilmeleri mümkün. Bu gelişmeler, İran teokrasine en ufak bir meşruiyet kazanmadan bir süre daha devam etme imkanını sağlayabilir. BİTTİ