Rüyadan çıkıp gelecek bir gün

Dosya Haberleri —

  • Dayê Êdê ve Samer 28 yıllık hasret ve özlemle ilk kez anlattılar ‘hikayenin kahramanı’ Evdilmelik Şêxbekir’i. Dayê Êdê’nin dinmeyen özlemi hiçbir söze sığmayacak denli ağır ve hala yoğundu. Onların Melek’i hala yanı başlarında, özledikleri an dokunabilecekleri yakınlıkta; yüreklerinde…
 

ROJBİN EKİN

Yakın dönem Kürt müziğinin en sevilen gruplarından Koma Amed’in ilk albümü Kulîlka Azadî hâlâ dinlenilen ezgileriyle önemli bir yere sahip. Hafızalarda yer edinen bir özelliğe sahip bu albümde 13 şarkı vardır ve birçoğunu Melek okur. Ailesi ve arkadaşlarının Melek’i, yol arkadaşlarının Doktor Cuma’sı, Şengal’i, Koma Amed’in kurucusu ve solisti Evdilmelik Şêxbekir… Kulîlka Azadî’nin ezgilerini her dinlediğimde Melek’in sesini defalarca büyülü bir ormanın mistik havasını soluyormuşçasına içime çektim. Ezgilerini sesinin büyüsü ile kaç kez dinledim bilmiyorum. Sonra geriye kalan ne varsa bulmak, anlamak ve biriktirmek için izini sürdüm.

Hayatın anlamı ve anlatmak istedikleri olsa gerek; tam da güneşli güzel bir Nisan baharında O’nun veda mevsiminden 28 yıl sonraya denk geldi ailesi ile buluştuğum vakit. Sesinin büyüsüne kapıldığım, yol aldığım, hayran olduğum O’ndan bir iz bulmak ve tanıdık birilerinden dinlemekti bütün isteğim.

O’nun gibi doktor olan ablasının Qamişlo’da yaşadığını duyunca hiç zaman kaybetmeden yola koyuldum ve kliniğine gittim. 10-15 dakikalık bir beklemeden sonra, içeri aldı. O bir hasta beklerken, benim onun birikmiş hasreti ile yarasını yeniden deşeceğimden haberi yoktu. Biraz çekingen biraz da merakla “Melek’in ablasısınız. Onu anlatmanız için geldim” dedim… Melek’in adını duyduğunda gözlerinden yaşlar boşalmaya başladı. O an yılların bazı yaraları saramadığını, acının üzerini örtemediğine, hasretin yürekte hiç bitmediğine yakıcı bir şekilde tanık oldum. İlk karşılaşmaydı, ortak bir geçmişin ağırlığıydı gözlerinden dökülen yaşlar. Bu yüzden, ne Samer konuşabildi ne de ben sadece bir sonraki buluşma için sözleştik ve vedalaştık.

‘Bir gün geri gelecek diye…’

“Sürekli rüyama Amûdê’deki evimize geldiğini ve kimseyi bulamadığını görüyorum. Rüyalarım gerçek olur da bir gün geri gelir diye evi boş bırakmadık. Onun da doğup büyüdüğü ve en son ayrıldığı eve akrabalarımızı yerleştirdik. Hala bir gün geri gelecek umudu var içimde…”

İkinci buluşmamızda böyle başlıyor söze ablası Samer… Melek’ten ayrıldığından bu yana belli ki birlikte geçirmiş olduğu zamanın çokça muhasebesini yapmış. “Kaç defa kırdım, incittim, kaç defa doya doya sarıldım, öptüm” sorularını sormuş kendine, eksik kalan, yarım bıraktığı ne varsa içinde bir yaraya dönüşmüş.

“…Melek benden iki yaş küçüktü. Melek de okulunu birincilikle bitirdi. Liseyi bitirdikten sonra Türkiye’ye gitmeye karar verdi. Yüz üzerinden 98 aldı, üniversite sınavını başarıyla geçti. Hacettepe Tıp Fakültesi’ne kayıt yaptırdı ve onunla ilk ve en uzun ayrılığımız oldu bu. Gidip gelme olanağımız pek yoktu, oradaki akrabalarımız yoluyla ondan haber almaya çalışıyorduk. Bir gün akrabalarımız babamı arıyor ve haber alamadıklarını söylüyor. Bir süre sordurduk ve izine nihayet rastladık; İstanbul Çapa Tıp Fakültesi’ne geçiş yaptığını öğrendik. Orada hem okuyor hem de çalışıyordu.”

‘Son kartpostal…’

Bir soluk alıyor Samer ve Melek’i anlatmak istiyor, herkes bilsin, herkes tanısın istiyor. O yüzden bir telaş, hüzün ve hafızanın geride bıraktıklarıyla devam ediyor: “1991 yaz aylarıydı, son kez geldi, bir daha geri gelmedi, biz de haber alamadık. Aramızda yaş farkı azdı, aile içinde en yakın olduğu bendim. 10-15 günde bir mektup yazardı, hala göndermiş olduğu tüm mektupları saklıyorum. Son defasında deniz kenarında ağlayan bir kadın fotoğrafının olduğu bir kartpostal göndermişti. Kartı görünce çok duygulanmıştım. O gece uyuyamadım sabaha kadar, bir saniye bile aklımdan çıkmadı. Sabah uyandığımda, aileye onu aramaya gideceğimi söyledim. Melek’in peşinden gittim, Ankara ve İstanbul’daki tüm tanıdık arkadaşlarına ulaştım. Eylül başında iki sınava katılmış ve bir daha hiç kimse onu görmemişti. Bana dağa gittiğini söylediler. En son bir arkadaşını gördüm, bana ‘Ona söyledik, gelecek’ dedi. Ben de bir umutla gelir diye günlerce bekledim, ama gelmedi. Şehit ilan edildi, ama biz bir türlü inanmadık şehit düştüğüne. Hala da kendimizi ikna etmiş değiliz.”

Samer’in dileği

Samer’in Melek’e dair hatırladıkları içinde en belirgin olan ülke sevgisi. “Kürt ve Kürdistan’a çok bağlıydı. Canını verirdi Kürdistan için” diyor ve devam ediyor: “Haksızlığı hiç kabul etmezdi. Buradayken de Baas rejimine karşı çok tepkiliydi. Türkiye’ye gittiği dönemde burada Suriye rejimi onun arkadaşlarının birçoğunu yakaladı. Gelip kısa kısa kalıyordu, o yüzden onu yakalayamadılar. Gittiği yıl ben yeni klinik açmıştım. Gelip benden bir çanta istedi. Ben de ona ‘çantan yeni, başka bir taneye ihtiyacın yok’ dedim. Giderken öptü beni, sarıldı, ama ben her nedense bana küstüğünü hissettim. İçimde kaldı. Hala neden o zaman almadığımı düşününce büyük bir pişmanlık duyuyorum. Ondan sonra çocuklar benden ne istediyse, gerekli ya da gereksiz kırılmasınlar diye alıyorum…’’

Ve bir isteği var Samer’in: “Kulîlka Azadî ve Newroz parçalarını çok severim, sürekli dinlerim. Okuduğu şarkıların yeni kayıtlarının yapılmasını ve dağıtılmasını çok isterdim…”

Melek’in Dayê Êdê’ye en değerli yadigari

“Dağ dağa kavuşmaz insan insana kavuşur derler. Hep bu umutla bekledim Melek’i, ama gelmedi… Hala bekliyorum…”

Samer’e Melek’in anne ve babasını görmek istediğimi söylediğimde birlikte yola koyulduk. Bizi karşılayan Dayê Êdê oldu. Melek’in annesi 85 yaşında. Babası alzheimer hastası ve Dayê Êdê bir çocuk gibi bakıyor hayat arkadaşına. Baba geçmişe dair birçok şeyi unutmuş, belleğinde sadece Melek kalmış. Sevginin, özlemin bilince baskın gelmesi bu olsa gerek. Akıl silse bile kalbin silemediği birileri hep vardır. Fotoğraflarını alıp sokaktan geçen herkese “Bu benim oğlum, gördünüz mü?” diyor.

“Kadın hafızadır, tarihtir, birikimdir” denilir ya Dayê Êdê de hafızayı koruyan olarak orada karşımızda duruyor. Melek’e ait ne varsa hepsini özenle bir sandıkta biriktirmiş. Koma Amed’in ‘Kulîlka Azadî’ kasedi, fotoğraf albümünü, kitapları, dergileri… Melek’in elinin değdiği, gözünün baktığı ve o büyülü sesinden kalan ne varsa Dayê Êdê’nin kıymetli emaneti.

‘Bir gün kuş olup rüyama geldi…’

Fotoğraf albümünü özenle çıkarıp bizimle birlikte bakmak için getirdiğinde gözlerindeki dinmeyen yaşlarla her bir ayrıntısını anlatıyor Meleği’nin: “Çocukken başı ağrısa alıp Qamişlo’ya doktora getiriyordum. Dört kız çocuğumdan sonra doğdu, o yüzden çok severdim. Nazlıydı, herkesin üstünde tutardım. 7 yaşına kadar da gece yanımda yatardı. Evimiz iki katlıydı, üst katta ona bir oda vermiştik. Arkadaşları gelip aşağıdan pencereye taş atarlardı o da aşağı inerdi. Onlara dergi verirdi. Bir seferinde bana denk geldi, yukarı odasına gittim, merak ettiğim ne yaptığını, kontrol etmek istedim. Gittiğimde ders kitapları önündeydi, ders kitabının arasına dergi koymuş, onu okuyordu. Ben hep ‘içinizde doktorlar azdır, okulunu bitir, ondan sonra ne yapıyorsan yap’ derdim. O da bana ‘Biz şehit vermezsek Kürdistan’ı nasıl özgürleşecek’ derdi.

Bir gün bir kuş olup rüyama geldi, ben hep peşinden gidiyorum, yakalamaya çalışıyorum, ama bir türlü yakalayamıyorum. Uçup gitti…”

‘Ta ki ben ölüp toprağın altına girene dek’

Dayê Êdê ve Samer 28 yıllık hasret ve özlemle ilk kez anlattılar ‘hikayenin kahramanı’ Evdilmelik Şêxbekir’i. Dayê Êdê’nin dinmeyen özlemi hiçbir söze sığmayacak denli ağır ve hala yoğundu. Onların Melek’i hala yanı başlarında, özledikleri an dokunabilecekleri yakınlıkta; yüreklerinde… Dayê Êdê kilometrelerce mesafeye sinen bir ax çekiyor, Melek’i gittiğinden bu yana üzerine çektiği yas mevsiminden sıyrılan bir keder ile bitiriyor sözünü ve “acısı dinmez, ta ki ben ölüp toprağın altına girene dek acısı dinmez” diyor…

Evdilmelik Şêxbekir’in sesinin büyüsüne kapılan, o sesle yolunu bulan herkes adına, onu anlatmayı bir borç bilerek yazdım. Ve bitirirken ‘Kulîlka Azadî’ çalmaya devam ediyor, Evdilmelik Şexbêkir’in güzel bir özgürlük esintisi gibi olan sesiyle yürümeye devam ediyorum…   


Evdilmelik Şêxbekir kimdir?

1968 yılında Rojava’nın Amûdê kentinde dünyaya gelir. Orta halli bir ailede büyür. 1987 yılında Hacettepe Tıp Fakültesi’ni kazanır ve Amêdê’den Ankara’ya gider. Müzik, resim ve şiir ile de ilgili olan Evdilmelik Şêxbekir, 1988 yılında çoğunluğu tıp öğrencisi olan bir grup arkadaşıyla Koma Amed’i kurar. 1990 yılında İstanbul Çapa Tıp’a geçiş yapar ve aynı yıl Koma Amed ile ‘Kulîlka Azadî’ albümünü çıkarır. Siyaset ve sanata ilgili olan Melek, Kürt dili ve kültürünün gelişmesi için dönemin baskıcı politikalarına rağmen sanat alanında ilerleme yönünde kararlılığını korur ve İstanbul merkezli kurulan MKM’nin temellerinin atılmasına büyük katkı sunar. 1991 Eylül ayında Kürt özgürlük mücadelesine, gerilla saflarına katılır. 1992 yılının Nisan ayında Engizek dağlarında şehit düşer.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.