Sandık başına

Veysi SARISÖZEN yazdı —

  • Yeşil Sol Parti ve HDP’nin, “kayyum provokasyonuna” rağmen ilkesel tutumunda ısrar etmesi, basit bir seçim taktiği değildir. Derme çatma “seçim ittifaklarından”, gerçek ittifaka yani halklar arasında ittifaka doğru stratejik bir adımdır.

Kılıçdaroğlu ile Özdağ arasında imzalanan “Kürt halk iradesini kayyum politikasıyla gasp etmeye devam” protokolü demokratik kamuoyunda derin bir kaygıya yol açmıştı. Yeşil Sol Parti ve HDP’nin bu provokatif protokole seçimlerden “çekilme”, bir bakıma seçimi “boykot” etme yoluyla cevap verme ihtimali, milyonların yüreğini ağzına getirmişti. Binlerce Saray trolünün sahte adreslerle “boykota” çağrıları, savaşın sonuçlarından, enflasyondan, adaletsizlikten, vurgunculuk ve hırsızlıklardan, her ihaleden yüzde yirmilik rüşvet alan Tayyip Erdoğan adlı mafya oligarkından kurtulma umutlarını neredeyse kırmak üzereydi.

Yeşil Sol Parti ve HDP halkların değişim umudunu kırmadı. Her iki partinin eşbaşkanları seçimin “iki aday” arasında olmadığını, diktatörlük ile demokrasi arasında bir referandum olduğunu ve referandumda seçmenlerini diktatöre karşı oy vermeye çağırdıklarını açıkladılar.

Böylece şu gerçek ortaya çıktı: Yeşil Sol Parti ve HDP, Millet İttifakı içinde yer alan partilerin yönetimlerine değil, onların tabanındaki halk kitlelerinin değişim talebine, bu partilerin yönetimlerinden çok daha fazla sahip çıktı. Daha önemlisi Yeşil Sol Parti ve HDP kendilerine yönelik “politik ahlakla” bağdaşmayan tutumlara karşı, “ahlaki politik toplumun” temsilcileri olduklarını, halka verdikleri sözleri her şeye rağmen tutarak gösterdiler. Utanç verici “protokol” karşısında “ne haliniz varsa görün, yiyin birbirinizi” diyerek aradan çekilme kolaycılığına başvurmadılar. Tutarsız parti liderlerinin seçmenlerini yalnız bırakmadılar.

Bundan da önemlisi referandumun demokrasi ile faşizm arasında olmasının biricik gerçek sebebinin işte bu iki partinin faşist rejimin karşısında uzlaşmasız duruşu olduğu ortaya çıktı. Bir an Yeşil Sol Parti ve HDP’nin yer almadığı bir seçim yapıldığını düşünün. Bu durumda seçim kesinlikle bir “referandum” olmayacak, birbirleriyle iktidar kavgası yapan ve küçük bir azınlık dışında hepsi birbirinin benzeri olanlar arasında bir “ikbal” kavgasına dönüşecekti. Yeşil Sol Parti ve HDP bu seçimde diktatörlüğe karşı değişim isteyen yüzde elliden fazla seçmenin, onlar henüz bilincine varmasa da öncüsü olduğunu gösterdi. Sistemin birbirine “alternatif” iki temsilcisi Saray ve Millet ittifakları, birisi HÜDA-PAR/Hizbullah’la, diğeri ultra ırkçı Özdağlarla yaptıkları pazarlık sonucunda kendi tabanlarının gözünden düşerken, Yeşil Sol Parti ve HDP ilkeli duruşlarıyla “üçüncü yolu” biricik halkçı alternatif haline getirdiler.

Millet İttifakı’nı destekleyen halk, Kürt Özgürlük Hareketi tarafından kendisine verilen desteğin değerini, seçimi kazansalar da kaybetseler de unutmayacaktır. Binlerce üyesi hapiste olan, diktatörlüğün en büyük saldırılarına maruz kalan Yeşil Sol Parti-HDP seçmeninin yüzde 97 oyla kendilerine uzattığı Kürt eline tükürmeyecekler.

Ama tükürenler var: Bunlar “Kandil, Kılıçdaroğlu’nu destekleyerek Erdoğan’a yardım ediyor” karalamasını dillerine doladılar. Kürt halkının oylarıyla seçilen Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı bu aptalca iddiayla Kürt halkının desteğini nobranca bir kenara itti. Bu tutum Erdoğan’ın “PKK, Kılıçdaroğlu’nu destekliyor” şeklindeki psikolojik savaş  demagojisine karşı bir “savunma” taktiği değildir. Devlete egemen güçler ve onların Yavaş gibi sözcüleri, Türk halkının Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı önyargılarından kurtulduğunu görüyorlar ve gelecekte Türk ve Kürt halkları arasında gelişecek olan “ortak demokrasi cephesinin”, asıl bu cephenin egemenliklerine son vereceğinden korkuyorlar.

Yeşil Sol Parti ve HDP’nin, “kayyum provokasyonuna” rağmen ilkesel tutumunda ısrar etmesi, basit bir seçim taktiği değildir. Derme çatma “seçim ittifaklarından”, gerçek ittifaka yani halklar arasında ittifaka doğru stratejik bir adımdır. İşte bu adım, bu seçimde diktatörü yıkmanın da ötesinde Demokratik Cumhuriyet’e yönelim yolu açacaktır. 28 Mayıs seçimleri, Türk halkına gerçek dostunun kim olduğunu gösterecektir. Birbirine düşmanlaştırılan iki halkın, Türklerin ve Kürtlerin tek bir “demokratik ulusta”, kendi özgünlüklerini, gelenek ve tarihlerinin bütün olumlu yanlarını, kendi kültürlerinin bütün demokratik ve hümanist ögelerini koruyarak çeşitlilik içinde birleştirmenin mümkün olduğunu anlayacaklardır.

Türk halkı İstanbul seçimlerinde, Kürt halkının kendi belediyeleri gasp edilmiş, belediye yöneticileri hapsedilmiş olduğu halde  İstanbul belediyesinin de gasp edilmesini bütün gücüyle önlediğini gördü. 28 Mayıs’ta da sözde Türk halkı adına Erdoğan’ın “Türk devletini” gasp etmesini önlemek üzere demokratik Türk seçmeninin yardımına koşacaktır.

İşte bu yardımlaşma ve dayanışma, seçimlerin sonucu ne olursa olsun meyvelerini er ya da geç verecek, halklar arası düşmanlığın yerini, bu düşmanlığı kışkırtanlara karşı halkların devrimci, demokratik öfkesi alacaktır.

Kaos, halklar birbirine düşman edilmedikçe gerçekleşemez. O halde Türk halkı gerçek dostu Kürt halkıyla 28 Mayıs’ta seçim sandıklarında buluşursa, seçim sonrasında korkulan kaosu da önleyecek, gerçek halkçı ve demokratik istikrar işte bu yolla gerçekleşecektir.

O halde hep birlikte sandık başına. Oylar Erdoğan’a karşı sandıkları doldurmalı ve halklar verdikleri oyu bu defa kesinlikle korumalı.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.