Seçimin en büyük iki sonucu

Veysi SARISÖZEN yazdı —

  •  Seçimin temel iki sonucu, yani iktidarı azınlığa düşürmek ve sömürgeci kayyım rejimini defetmek, Türkiye’nin, Ortadoğu’nun ve dolayısı ile dünyanın selameti bakımından büyük bir imkan yaratmış bulunuyor. Ya bu imkan kullanılacak ya da kaos kapımıza dayanacak.

Sandık analizleriyle, “seçmen mesajlarıyla” filan uğraşarak zaman kaybetmeyelim.

İki temel sonuç var:

AKP-MHP iktidarı azınlığa düştü, Kurdistan’da kayyım rejimi yıkıldı.

Bu seçimden sonra Kurdistan’da değil, Türkiye’de izlenecek politik yolu kazanılan belediyelerin, içimi bulandıran ifadeyle yazayım “hizmet performansları” belirlemeyecek. İstanbul’da kaç kilometre tünel kazıp metro yapılacağı, seçime kadar bir vaat olsa da, seçimden sonra politik mücadele bakımından hiçbir anlam taşımayacak.

Önümüzde duran politik mücadeleyi belirleyen yukarıda dile getirdiğim iki temel sonuçtur: İktidar azınlığa düşmüş, kayyım rejimi yıkılmıştır. Bu iki sonuç AKP-MHP-Ergenekon diktatörlüğüne son verme imkanını gösteriyor. İktidar’a İmamoğlu’nun ya da Yavaş’ın döşeyeceği “bal dök yala” dedikleri cicili bicili asfaltlardan yürünmeyecek.

Kimimiz tam bilmesek de Erdoğan neyin ne olduğunu çok iyi biliyor. Size bir sır bile verebilirim: En büyük bütçeli belediyeleri kaybetmiş olması Erdoğan’ı korkutmadı. Korkutmadığını gösteren cümlesi şu: “Popülist” politikalar izlemeyecekmiş. Göreceksiniz belediyelerin bütçeleri yeni ekonomik politikanın gereği olarak kısılacak. Yani hiç kimse “belediyelerde müthiş işler yaparız, dört yıl sonra hizmetlerimizin karşılığını alır, iktidara geçeriz” diye Belediyeden Ankara’ya dört yıl sonra hızlı trenle gitmeyi hayal etmesin.

Diyorlar ki, Erdoğan İstanbul Belediye Başkanlığını kazandı, “İstanbul’u kazanan Türkiye’yi kazanır” tekerlemesini doğruladı. Cumhurbaşkanı oldu. Şimdi sıra İmamoğlu’nda. Türkiye ve bölge gerçekliğini bilenler bu zavallı teze sadece gülerler. Erdoğan’ın iktidar olması ABD ve 12 Eylül darbesiyle devletle bütünleşen Cemaat’in stratejik politikalarının dolaysız bir sonucuydu. Öcalan’a komployla başlatılan bu stratejik politika Irak’ın işgaliyle şimdi yaşadığımız dünyaya yayılan savaşlara yol açtı. Erdoğan bu savaş politikasına Türkiye’yi sürükleyecek en uygun unsur olduğu için iktidara oturdu. Daha yasaklıyken gittiği Washington’da ABD’ye Irak işgalin’e Türkiye’yi katma sözü verdiği için ona iktidar yolları açıldı. Yoksa “başarılı belediye başkanı” olduğu için değil.

Erdoğan önünde uzanan seçimsiz dört yıla güveniyor. Bu dört yılda her şeyden önce, ekonomik krizi sermayeden yana ve halka karşı aşabilmek için atacağı adımlara karşı halk tepkisini önleyecek bütün önlemleri almaya çalışacak. Çünkü atacağı adımlar halkın kemerlerini değil, gırtlağını sıkacak. Yani “süreç içinde faşizm” tırmanacak. Balkon konuşmasında Erdoğan “popülist politikalar uygulamayacağını söylerken işte bu eşi görülmedik ekonomik saldırıyı “samimiyetle” haber verdi. Mecbur olduğu için. Ekonomi batmak üzere.

Halkın tepkisini polisiye önlemlerle durdurması mümkün değildir. Yeni bir “rıza” üretmek zorundadır. Bunu da nasıl yapacağını aynı balkon konuşmasında yine bütün samimiyetiyle haber verdi: “Teröristan” dediği Kurdistan’a karşı, eğer biz durduramazsak yaz aylarında savaş açacak. Bununla hem uğradığı seçim yenilgisinin iktidarına karşı doğuracağı sonuçları önleyecek, bütün partileri yeniden milliyetçilik bayrağı altında  kuyruğuna takacak, hem de NATO’yla birlikte İran’a ve Suriye’ye karşı geleceğin savaşlarına büyük bir hazırlık yapmış olacak.

Bu yazdıklarım Erdoğan’ın yapmak istedikleridir. Soru şu: Yapabilir mi?

Bu soruya ciddi bir cevap vermek için, muhalefetin kazandığı ve AKP’nin kaybettiği Belediye sayılarını değil, seçimin iki temel sonucunu esas almak şarttır.

Kayyımları kovarak Kurdistan halkı seçim sonrasına büyük bir hazırlık yapmıştır. Şimdi kazanılan Belediyeleri yaklaşan felakete karşı halkın örgütlü öz savunma merkezleri haline getirmek için zaman kaybetmemek gerekiyor. Kafalarımızı şehirlerimizi nasıl pırıl pırıl yaparız sorusundan önce şehirlerimizi rejimin hayasız akınına karşı nasıl koruyabiliriz sorusuna yanıt aramak için çalıştırmalıyız. Şu anda acil mesele budur.

Daha seçim esnasında Erdoğan’ın bu hayasız akının ilk adımını atmasına, yarın halka kurşun sıkacak askeri birlikleri ve polis kuvvetlerini seçmen kılığına sokup halk iradesine savaş açmasına karşı, Kürt seçmen metropollerde bilinçli bir refleksle Dem Parti’ye kazandırırken AKP’ye kaybettirmek için harekete geçti ve AKP-MHP-Ergenekon iktidarının azınlığa düşürülmesinde belirleyici rol oynadı.  İktidarı azınlığa düşürmek, onun emekçilere karşı ekonomik ve Kurdistan’a karşı askeri saldırısını durdurmanın çok önemli bir adımıdır.

Kürt halkının dayanışmasıyla birinci parti haline gelen CHP’nin Belediyelerde nasıl “performans” göstereceği değil, rejimin ekonomik ve askeri politikalarına nasıl bir tutum takınacağı asıl sorudur. Eğer CHP politik stratejisini dört yıl sonra yapılacak seçimleri kazanma hedefine bağlarsa, azınlık iktidarı bu dört yıl içinde çoğunluğu oluşturan halka karşı amansız bir ekonomik saldırıya yönelecek ve ülkeyi önce Başûr ve Rojava’da kırk kilometre derinliğe inerek işgal edecek, bunu yaptığı anda Türkiye kendisini başta İran olmak üzere bir çok ülkeyle savaş eşiğinde bulacak. Bunun savaşa sürüklenecek bütün Ortadoğu ülkeleri için felaket olacağını söylemek bile anlamsızdır. Bu savaş politikası ABD’nin Ortadoğu’da hegemonya elde etmesi ve Erdoğan’ın yargılanmamak için iktidarını koruması için de onları birleştiriyor.

O nedenle daha şimdiden CHP, Dem Parti, Yeniden Refah Partisi, seçimde kaybetseler de TBMM’de temsil edilen Saadet, Deva ve Gelecek Partisi “azınlığa düşen bir iktidar halk çoğunluğunun kaderi ile ilgili tek bir karar bile alamaz” diyerek ilk adımı atmalıdırlar. Bu ilk adıma AKP-MHP’nin vereceği olumsuz cevaplara, demokrasi ve barış mücadelesini adım adım tırmandırarak karşılık vermeli, ekonomik ve askeri saldırının belli bir aşamasında iktidarı erken seçimle devirmeye çalışmalıdırlar.

Yaparlar mı yapmazlar mı bilemem. Ama krizden ve savaş tehlikesinden çıkışın yolu böyle açılır. Bu yolun başarıya ulaşması ise Abdullah Öcalan’ın özgürlüğüne doğrudan bağlıdır. Azınlığa düşen iktidar düştüğü ve Öcalan İmralı’dan çıkıp elli milyonluk Kürt halkını ve onun bütün parçalardaki yüzbinleri aşan silahlı öz savunma güçlerini birleştirdiği zaman, hiçbir Ortadoğu devleti ve hiçbir küresel güç sonu bölgesel nükleer savaşlara açılan bu savaşı sürdüremez.

İşte seçimin temel iki sonucu, yani iktidarı azınlığa düşürmek ve sömürgeci kayyım rejimini defetmek, Türkiye’nin, Ortadoğu’nun ve dolayısı ile dünyanın selameti bakımından büyük bir imkan yaratmış bulunuyor. Ya bu imkan kullanılacak ya da kaos kapımıza dayanacak.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.