Şarkıların dolduruyor yaşamlarımızı

Ahmet Kaya

Ahmet Kaya

  • Bundan otuz yıl önce bize, “Ağladıkça dağlarımız yeşerecek” demiştin. Biz o umuda tutunduk. Seninle ve senden sonra çok ağladık ama sen de sözünü tuttun: Şimdi o dağlar yeniden yeşeriyor.
  • Bazen bir öğüt, bazen bir teselli olup dolduruyor şarkıların yaşamlarımızı. O hüzünlü ama inatçı melodilerin ve giderken bu dünyaya bıraktığın incecik sitemin, halkların vicdanında bir gölge olarak hâlâ dolaşıyor.

MELİS KAYA/PARİS

Sen, 90’lar Türkiyesinde şarkılarını dağlara söylerken, herkesin köşesine çekildiği bir dönemde “Uzatın ellerinizi, tanışalım, helallaşalım”* derken Kürt olmak sadece bir kimlik değil, sonsuz bir karanlığın ve savaşın içine doğmak demekti. Tıpkı kaderi daha doğmadan yazılan arka mahalle çocukları gibi, başkalarının hayatını sağaltmak için kendi hayatını sessizce tüketen vardiyalı işçiler gibi, demokratik hakları için mücadele ederken işkenceye uğrayan üniversiteliler gibi, cezaevi kapılarında büyüyen çocuklar gibi, sürgündeki devrimciler gibi, çocuğunu ölüme gönderen bütün anneler gibi. Şarkılarını dinleyen milyonlar, aynı kalp ağrısını hissediyordu. Ortak bazı dertleri vardı. Yaraları birbirine benziyordu. Seni dinliyorlardı, çünkü sen, hayata bir yerinden dargın olanların hemen benimseyip bir çırpıda öğrendiği yeni bir dil kurmuştun ve bu yeni dil, sözcüklere değil, insanın en ilkel hakkı olan onura dayanıyordu. 

 

 

Bu direniş sana özgüydü

Müziğin, bütün haklı isyanların acımasızca bastırıldığı bir dönemde kamusal bir hakikatin dile gelişiydi, bir tanıklıktı. İnsanca yaşamaya dair ahlaki bir ısrardı. Bir toplum, kendi hikâyesini yeniden keşfediyordu. Varlığını bir marş gibi değil, başı dik bir ağıt gibi haykırıyordun ve bu senin, kimliğini gizleyerek değil, onu müziğin estetiğine dönüştürerek direnme biçimindi. Bu direniş sana özgüydü ve tam da bu sebeple yaptığın müziğe bazıları “özgün müzik” dediler. 

Benim için de o şarkılar, “babamın dili” oldu hep. Bazen düşünürüm, senin müzisyenliğini benim çocukluğumda bu kadar biricik yapan neydi? Belki sağda solda bulduğun boş kâğıt parçalarının arkasına kurşun kalemle gelişigüzel çizdiğin nota çizgileri ve onların üzerlerine kafanın içinden duyarak karaladığın notalar, belki telefon rehberinin içine öylesine yazdığın dörtlük ve şiirler, belki eline aldığın her enstrümanı ustalıkla çalabilmendi. Babalık yeteneğin de dahil, bazı yeteneklerine hiçbir zaman aklım ermedi. Sanki baba denilen şey zaten hem piyano, hem bağlama hem de kontrbas çalmayı çok iyi bilen kişiydi, bilmiyorsa o ancak yarım bir baba olabilirdi.

 

 

Senin sesinle büyüyenler

Evin içinde yankılanan sesin, yasakların, baskıların, savaşın, tutsaklığın, sürgünün ötesinde hepimizi sıcacık sarıp sarmalayan bir taze hatıraydı. Sesinde bitmeyen bir çocuk gülüşü vardı. Sesinde kuşların kanat çırpışı, boğazın dalgaları, asi ve usul akan nehirler, dağların rüzgarı, evlatlarına hasret annelerin kokusu, aşıkların yürek yarası, hiç tanımadığımız şehirler, sokaklar, uzak yolların tozu vardı. Belki de bu yüzden senin sesinle büyüyenler, kimliklerini bir ideoloji olarak değil, bir hatırlama biçimi olarak taşıdı.

 

 

Hüzünlü ama inatçı melodilerin

Bugün artık seni anlamak, sadece bir sanatçıyı değil, bir dönemin ağırlığını, kaybolan zamanı ve sonsuz bir yası anlamak demek. Senin şarkılarını dağlara söylediğin yıllarda, sırtını kendinden ve müziğinden başka kimseye yaslamadan dağlara seslenebilmek büyük cesaret işiydi. Sen sahneye her çıktığında ülkenin bastırılmış en büyük hakikati kendine yer açıp görünür olmaya başlıyordu. Salonları dolduran on binlerce insana daha önce hiç duymadıkları bir gerçeği anlatıyordun. Bunun farkında olanlar olarak artık daha kalabalığız ve şimdi, onca karanlık yılın ardından birbirimizi yeniden tanımaya çalışıyoruz ve hâlâ seni dinliyoruz. Bazen bir öğüt, bazen bir teselli olup dolduruyor şarkıların yaşamlarımızı. O hüzünlü ama inatçı melodilerin ve giderken bu dünyaya bıraktığın incecik sitemin, halkların vicdanında bir gölge olarak hâlâ dolaşıyor.

 

 

Yürekli bir öğretmendin

“Ben kimsenin düşmanı değilim, ben sadece bir şarkıcıyım” diye bir cümle kurmuştun bir zaman ama sen hiçbir zaman sadece bir şarkıcı değildin. Sen, bir halkın onurunu savunmakla kendi kimliğini savunmanın aynı şey olduğunu öğreten yürekli bir öğretmendin. Elbette yalnızca kendi halkın için değil, dünyanın her yerinde acı çeken ve yok sayılan halkların mikrofonu olmayı kendine misyon edinmiştin. Ve bundan otuz yıl önce bize “Ağladıkça dağlarımız yeşerecek”** demiştin. Biz o umuda tutunduk. Seninle ve senden sonra çok ağladık ama sen de sözünü tuttun: Şimdi o dağlar yeniden yeşeriyor. Serhad’da yeniden gün ağarıyor. Sen neredesin, görebiliyor musun? “Abin bir gün dağdan döner, sarılırsın yavrucağım”*** demiştin. Bak dönüyorlar, adımlarını duyabiliyor musun?
Bütün bu zamanlarda sazın, sözün, gözyaşın, emeğin ve gencecik ömrünün izleri var.

İyi ki yolun bu dünyadan geçti

2025, seni yitirişimizin yirmibeşinci, yalnızca onbeş sene sürdürebildiğin profesyonel sanat yaşamının kırkıncı senesi. Seni, bana miras bıraktığın cesaretini kuşanarak sonsuz bir özlem ve saygıyla anıyorum. Babam, arkadaşım, yoldaşım, öğretmenim; iyi ki yolun bu dünyadan geçti, iyi ki yaşadın, iyi ki bize ve dağlara şarkılar söyledin.

*Şiir: Orhan Kotan

**Ağladıkça – Siir : Gülten Kaya Hayaloğlu

***Özgür Çağrı – Şarkı sözü : Ahmet Kaya

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.