Siz de ‘Grev’e katılın!

Kültür/Sanat Haberleri —

Grev

Grev

  • "Grev" sadece bir film olmaktan çıkıp, politik bir eyleme dönüştü. "Grev bizi örgütledi, biz de grevi" diye pankartlarla sinemaya geldi işçiler. Van’da kapalı gişe oynadı sağlık emekçileri ile, Mardin’de iki salon açıldı.

 

MAHİR FIRAT FİDAN

Yazar ve yönetmen Metin Yeğin’in Osmanlı devleti döneminde yaşanan ilk kadın grevini anlatan “Grev” filmi 29 Ekim’de vizyona girdi. İzleyiciyle buluştuktan sonra kendi seyircisini örgütleyen bir film olarak sosyal medyada ciddi bir kampanya başladı ve birçok yerde ayrıca gösterildi.

Çekimlerinin Türkiye ve İspanya’da tamamlandığı filmin oyuncu kadrosunda Itziar Ituño Martínez, Tansel Öngel, Pelin Batu, Orhan Alkaya ve Nihan Aşıcı yer alıyor.

Metin Yeğin ile "Grev" filmi üzerine ve filmin günümüzle olan ortak bağlarını konuştuk.

Metin Yeğin

İlk kadın grevini senaryolaştırma ve beyazperdeye aktarma fikri nasıl oluştu? Biraz “Grev”in hikâyesinden bahseder misiniz?

Uzun yıllardır ‘Dünyanın Sokakları’nı anlatıyorum. Her anlatım taraf tutmaktır. Durduğunuz yer ile, baktığınız yer ile taraf tutarsınız ve zaten en baştan anlattığınız şeyin kendisi ile taraf tutarsınız. Bu yüzden bir yandan, sallama kahramanlıklar ile padişah-sultan hikayeleri anlatanlar nasıl taraf tutuyorsa ben de işçilerin, kadınların hikayelerini anlatarak taraf tutuyorum. Bu film de böyle taraf tutma tabii ki. Bu dünyayı inşa edenlerin, hayat verenlerin tarafında olduğumuzdan Osmanlı döneminde bir kadın grevini anlattık.

Filmin çekim süreci nasıl geçti?

"Grev" bir dönem filmi, bir gerçek olaydan, Bursa’da bir kadın grevinden yola çıkıyor. Aynı zamanda birçok başka gerçekler içinde, oy hakkı için mücadele eden Süfrajetler, İspanya devrimi gibi bir yolculuk. Fakat tabii ki kurmaca bir film. Yok sayılan gerçeklerin üstünde yükselen bir kurmaca. Bu yüzden belgesel diyemeyiz ama Hemingway’ın söylediği gibi "Gerçek olamayacak kadar gerçek."

Filmde farklı etnik ve inanca sahip kadınların iktidar biçimlerine karşı ortak mücadelesini görüyoruz. Günümüzle bir kıyaslama yaptığımızda aidiyetler direniş biçimi nasıl etkiliyor?

Bu o kadar yok sayılan bir şey ki bırakın egemenleri, sol bile çok uzun süre Ermeni-Rum devrimcilerin tarihsel varlığını görmezlikten geldi. Halbuki 1800’lerin sonlarından itibaren, grevler, kutlanan 1 Mayıslar, çıkan sosyalist dergiler vardı ve bunların büyük çoğunluğu Ermeni ve Rum devrimciler, sosyalistler, anarşistlerin öncülüğünde gerçekleşiyordu. Bu yüzden Ermeni tehciri-soykırımı, Rum mübadelesi ile sadece insani bir kaybımız yok, aynı zamanda işçi sınıfı mücadelesini kaybediyoruz. Size daha spekülatif bir şey söylemeliyim ki mesela Ermeni tehciri-soykırımı olmasaydı belki bir "Sovyet devrimi" bizim topraklarımızda da olabilirdi.

“Grev” filminin farklı coğrafyalarda ortaya çıkan kadın direnişleri için ne gibi bir misyonu var?

Bizim filmimizde belki ilk başta dikkat çekmeyecek ama biraz üstüne düşününce, farklı yürüyen bağlantılı göndermeler, öyküler var. İlk başta bir işçi filmi olarak seyretmeye başlıyorsunuz ama daha sonra bir kadın mücadelesi ile birlikte ilerliyor öykü, birbirinin içine giriyor işçi ve kadın. Sadece bu değil Düyunu-umumiye, emperyalizm, enternasyonal ve aşklar filan birçok şey birlikte ilerliyor, iç içe. Hayat gibi yani. Fakat ana tema olarak, sınırları tanımayan, hatta zaman ve mekan tanımayan bir kadın direnişi. Bu yüzden birçok şeyin yan yana gelmesi bir tesadüf değil hiçbir zaman.