Soğuk bir kış

Nevra AKDEMİR yazdı —

  • Almanya’da kamu binalarında sıcaklık derecelerinin halihazırda zaten alışkın olduğumuz ısının altına ineceği, hane doğalgaz giderlerinin yıllık 300 ila 1000 euro arasında artış kaydedeceği gibi bilgileri görebiliyorsunuz.

Enerji krizi, biz yazın son günlerini yaşarken iyiden iyiye gündeme yerleşti. Almanya’daki pek çok kişi için yeni bir panik tüketimine bile yol açtı. Dünya üzerindeki pek çok ülke enerjide tasarruf konusunda tedbir politikalarını gündeme almakla kalmıyor, yerleşikleri de bu önlemler konusunda ikna edecek yayınları da şimdiden hazırlıyor. Avrupa Birliği ise geçtiğimiz ay özellikle doğalgaz kullanımının yüzde 15 azaltılması konusunda anlaşmaya çağırmış ve Macaristan’ın yüksek sesli, sağ referanslı saçmalıkları dışında ve ada devletlerinin istisna tutulması haricinde bir büyük itirazla karşılaşmamıştı. Bugünlerde ise Almanya’da kamu binalarında sıcaklık derecelerinin halihazırda zaten alışkın olduğumuz ısının altına ineceği, hane doğalgaz giderlerinin yıllık 300 ila 1000 euro arasında artış kaydedeceği gibi bilgileri kolayca görebiliyorsunuz.

Doğalgazdaki yüksek fatura ve kesinti endişesi karşısında elektrik sobası veya elektrikli şofben talebi artmış görünüyor. Korona salgının başladığı dönemlerde mantıksızca tuvalet kağıdı ve makarna stoklayanlar gibi şimdiden evlerine bu aletleri alanlar ise bence daha da şaşıracak. Zira enerji krizi öncesi dönemde yüzde 80 oranında artan elektrik faturalarının bu dönem ne kadar artacağına dair tahminler epey can sıkıcı. Bu açıdan düşük gelirlilerin hanelerindeki enerji giderlerine hükümetin yapmayı vaat ettiği desteğin önünde ise taviz vermez bir liberal sopa sallıyor gibi görünüyor. Sadece Almanya’dan bahsetmiyoruz aslında.

Dünyanın pek çok ülkesinde benzer manzaralar tonları değişerek görünür hale geldi. Ancak küresel iklim krizine dair daha önce alınan kararlar da yerel kollektiflerin yerel ve düşük maliyetle enerji üretimleri de karbon ayak izi ölçümleri de görünmezleşiverdi.
Ancak biraz rakamlara baktığımızda soğuk bir kışa girdiğimiz ve bu kışın kimlere açlık kimlere kar getireceği asli problemimiz olacağı ortada. Geçen haftaki yazı ile ilişkilendirerek, Avrupa’da ve Dünya’da enflasyon rakamlarına Birgün gazetesinde çıkan haber üzerinden bakalım:

Avrupa ülkelerindeki en yüksek enflasyona sahip olan ülke bilin bakalım kim? Türkiye Yüzde 79,60 enflasyon oranıyla bu sefalet yarışının ilk sırasında. Yüzde 31,83 ile Moldova, yüzde 21,9 ile Estonya, yüzde 21,5 ile Ukrayna, yüzde 21 ile Litvanya, yüzde 19,3 ile Letonya, yüzde 17,6 ile Belarus, yüzde 17,2 ile Çekya, yüzde 16,9 ile Bulgaristan ve aylardır ekonomik yaptırım uygulanan ülke olan Rusya yüzde 15,9 ile Türkiye’yi takip ediyor. Dünya sıralamasında ise Türkiye, en yüksek enflasyon sahip ülkeler arasında altıncı sırada. Önündekilere de bakalım: Zimbabve yüzde 257 ile en yüksek enflasyona sahip, yüzde 210 ile Lübnan, yüzde 167 ile Venezuela, yüzde 149 ile Sudan, yüzde 139 ile Suriye takip ediyormuş.

Peki gıda enflasyonuna bakalım ardından: Türkiye yüzde 93,9 artışla birinci sırada OECD’nin verilerine göre. Ardından gelen ise Litvanya’nın gıda ürünlerinin artışı yüzde 28,5 ve diğer ülkeler sıralanıyor. Panik içindeki Almanya’da yüzde 11,9 ve Avrupa alanının tamamının ortalaması yüzde 10,4 görünüyor.

Gıda, ısınma, barınma ve ulaşım en temel ihtiyaç kalemleri bir insan için. İşçi sınıfı için ise ücretlerin genel seviyesi anlamında kritik giderler. Zira belirli bir zamanınızı (o zaman dilimindeki emek gücünüzü) kapitaliste borç vererek, size vaat edilen zamanın sonunda bu zamanın parasal karşılığını aldığınızda bu rakamın, bir dönem için yaşamınızı idame ettirmenize yetmesine dair bir anlaşma yapmış olduğumuz varsayılır. Ücretin rakamsal değeri değil, o rakamla hangi ihtiyaçlarımızı aldığımız veya planladığımız ihtiyaçlarımız dışındaki bir giderimizi karşılayıp karşılayamayacağımız önemli hale gelir ve bu enflasyon ile doğrudan bağlantılıdır. Ücret bir insanın yaşamını nasıl yaşayabileceğinin çerçevesini belirler. Türkiye’de dünyanın en uzun çalışma saatleri hesap ediliyor.

Aynı zamanda saat ücretleri dünya sıralamasına göre epey düşük. Türkiye kapitalizminin yabancı sermayeye davet çıkarırken ifade ettiği bir rekabet cümlesi bu durum. İşte enflasyon da bu bir yanı sefalet diğer yanı sefahat gösteren yarışın temel kavramı. Zira dünyanın en uzun çalışma süresine sahip ülkesi olan Türkiye’nin felaket tarihinde adını altın harflerle duyduğumuz Sabancılar, karlarını yüzde 372 artırmış. Hangi ücretler size yüzde 100 artmıştı? Ya Almanya’da elinde borç sopasını tutan liberaller sosyal desteklemeleri engellerken, hangi kapitalistin ne kadar kar edeceğini görmeyi bekliyor olacağız! 

Hatta emeklilik ödemelerinin yaşamaya yetmediği ve emeklilik yaşının hala gündem olduğu, sağlık sistemlerine erişimin giderek daha özel sigortaların tuzaklarına bağlandığı, daha fazla mesleğin güvencesizleştiği Avrupa’da kırıntıları bile kalmayan sosyal devlet rejimlerinin bu dalga içinde kendini nasıl ifşa edeceğini de göreceğiz. Tüm bunları izlerken, küçülmeyi tartışmanın hala zamanı gelmedi mi?

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.