‘Su Çürüdü’

Nevra AKDEMİR yazdı —

  • 8 yıldır her talanda andığımız Gezi Parkı, bugün olduğumuz her yer! Hala kes sesini Tayyip diyorum, her sesini duymak zorunda kaldığımda. O ses Cizre’den Ankara’ya ölümün sesi benim için! Adaletsizliğin sesi. O sesi kısacağız, çünkü kısamazsak daha yaşama şansımız kalmayacak insanca!

Gezi Parkı direnişinin 8. yılını geçtiğimiz Cuma herkes kendince hatırladı. Bizler için içinde yer almanın onuru yazıldı konuşuldu, yeniden açılan davaya ve Kavala’nın süren mahkumiyetine rağmen hala geniş bir meşruiyetinin olduğunu görmemek mümkün değil “bizim mahallede”. Erdoğan ise Peker-Soylu kavgasının gürültüsünü dindiren bir destek açıklamasının ardından mafya, tarikat ve “derin devletten” oluştuğu bugünlerde iyice ortada olan ittifak ittifakındaki çalkantıyı dindirmek hedefiyle olsa gerek, bir müjde vermek için aynı günü seçti. Gezi direnişinin de nedeni olan Taksim camide namaz kıldı ve 150 yıllık esaretin sona erdiğini müjdeledi.

Gezi direnişi, neoliberal kent politikalarının ekolojik yıkım ve talana dönüşen sonuçlarını engellemeye dönük bir halk hareketiydi. Türkiye sathında AKP’nin sadece Kemalist dönemin sembolik seküler yapılarına değil aynı zamanda parklar gibi metalaşmamış kent parçalarına yönelen devlet gücünü arkasına alan sermayenin yağmasına da karşı koymayı ön planda tutmuştu. Demokratikleşme ve barışın bugün iktidarın politikalarını dizginlemekte ne kadar vazgeçilmez olduğunu görüyoruz. Sadece kadınlar olarak bedenlerimizdeki şiddetin izlerinde değil Marmara Denizi’nin çürümesinde, İkizdere ve Salda Gölü’nün talanında da görüyoruz. Görünen ve deneyimlenen şiddet bununla da kalmıyor: Aklımızla dalga geçilmesi bir yana, yaşadıklarımızı neredeyse inkar edecek cümlelerle tarihi yeniden yazmaları bir yana, yaşayacak/nefes alacak bir doğa parçasına bile düşman iktidar var ortada.

Hukuk sadece iktidarlarını sürdürmeye yarayan yasalardan bile değil kararnamelerden ibaret. Bunca hukuksuzluk içinde uymamız beklenen rejim, biat etmemiz beklenen iktidar büyük bir talan ve yağma odağı sadece! Mafyalaşan dil değil, çeteleşen ve tarikatlaşan devlet idaresi, sadece onurlu olmayı hedefleyenlere dahi düşman! Her sahtekarlık mevki ve temsiliyetle ödüllendirildiği için her yerelde birkaç Erdoğan var bir süredir. İşini hukuka göre yapmaya çalışanların bir kısmı KHK’lerde işten atıldı; kalanı ise çıkan her kararnamede hala adı var mı diye bakıyor veya dalganın kendisine ulaşmayacağı bir sessizlikte “işini” yapıyor. Öyle şeyler gördük ki nefes almaktan, hala işimizi yapmaktan utanır olduk, sorumlusu biz olmadığımız halde. Öyle öfkeliyiz ki, birbirimizden çıkarır olduk kızgınlıklarımızı ve yalnızlaştık. Biz sürgündekiler bilfiil cezamızı tüm “bizim” dediklerimizden uzakta kalarak çekiyorken, tuzu kurular haline geldik yoldaşlarımıza/meslektaşlarımıza göre mesela. Bazıları sınıfsal konumuna bakmaksızın hala işinde olduğu için suçlandı, bazıları içine düştüğü depresyondan da kayıplardan da “hak etmiş” kategorisinde bırakıldı.

Canlı canlı yakılanların sesine tanık olduk, patlamalarda tesadüfen hayatta kaldık. Şimdi bir kısmı anılmıyor bile. Öyle çok kaçtık, öyle çok dışlandık, öyle çok dayanışamadık, öyle çok körleştik. Biz kendi kendimize bunları yaşamadık. Çubuğu ve iğneyi kendimize batırmak sadece artık kendine acıma hali. Açık faşizm koşullarında yaşıyorken bu daha da yalnızlaştırıcı, körleştirici, suçlayıcı...

Marmara denizindeki deniz salyası denilen korkunç durumu gördüğümde, Ahmet Telli’nin 1980 zindanlarında yaşadığı işkenceyi anlattığı “Su Çürüdü” şiiri geldi aklıma. İçimizi delik deşik eden şiir gücünü apaçık bildiğimiz gerçekliğinden alır. “Su çürür mü?” diye sormuştu bir öğrencim, Ahmet Telli’nin çalıştığım üniversitede konferansa geldiği bir zaman. İnsanın hayal edemiyor “barış” döneminde savaş ve talanın şiddetini demek ki. Soru Gezi’nin hemen öncesinde sorulmuştu, su çürür mü? Hafıza bu yüzden önemli. Mafya babasının anlattıklarının tamamını biliyorduk. Bilerek bilmediklerimiz veya bilmeden bildiklerimiz kategorisinde idi onlar. Marmara denizinin çürümesi, Munzur’da her sene çıka(rıla)n yangın gibi. Dünya üzerinde benzer bir hal var bugün, sınırsız güç kullanacağını düşünerek şiddetle ayakta duran iktidarlar ve onların halk, doğa, kadın, işçi düşmanlığına karşı mücadele edenler. Her gün her ölçekte, her yerde, evde, sokakta, işyerinde, medyada, denizin derinliklerinde veya uzayda tekrarlanan kötü taklitlerini yaşıyoruz. O şiddetten nemalanarak kendi özgül şiddetini üretiyor her mecrada gücü yeten.

Gezi en büyük onur işinde olduğumuz ve kendimizi meşru gördüğümüz an. Hayatımızda hayatımızı değiştirecek politik özne haline en yaklaştığımız an! Bu yüzden bir onur ve bir mücadele hala. Cümleleri/kelimeleri/mekanları kendimiz kıldığımız güç hala. 8 yıldır her talanda andığımız Gezi Parkı, bugün olduğumuz her yer! Hala kes sesini Tayyip diyorum, her sesini duymak zorunda kaldığımda. O ses Cizre’den Ankara’ya ölümün sesi benim için! Adaletsizliğin sesi. Sadece benim etrafımda olanlar bile bir tarihi kayıt bugün. O sesi kısacağız, çünkü kısamazsak daha yaşama şansımız kalmayacak insanca!

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.