Tarihi zam değil, tarihi zulüm

Nevra AKDEMİR yazdı —

  • Erdoğan’ın yeni ekonomik programını eskinin sopası olan MGK toplantısı çerçevesiyle açıklamasını kenarda tutacak olursak, açıkladığı "tarihi zam" olarak nitelenerek 2825 TL’den 4250 TL’yi nasıl okumalıyız sorusu karşımızda duruyor.

Asgari ücret görüşmeleri sendikalar, işveren örgütleri ve hükümeti aynı masada gördüğümüz bir haber olmaktan bir süredir çıktı.
Asgari ücretin ne kadar önemli olduğuna ikna etmek için ekonomi derslerinde öğrencilere döktüğüm dilleri hatırlıyorum. Asla ikna olmayacakları yaygın kabul görmüş işçi düşmanlığı ile bezeli klişelerle cevap verirlerdi.

Bugün ise izlediğim kadarıyla, ücretli işte çalışma sıkıntısını hiç deneyimlememiş olan çocuklar bile ekonomik zor denilen şeyi tam olarak kavramış görünüyor.

Bu yüzden asgari ücret, sadece nüfusun çoğunluğunu ilgilendirmekle kalmayıp sadece seçim yatırımı olan siyasal bir konu olmaktan çıkıp, bugünkü iktidar tarafından karşılanmayacak yaşamsal bir talep haline böylece geliyor.

Asgari ücret için dört kişilik bir heteronormatif ailenin geçim standartları varsayılır. Buna göre hane içinde bir kişi (varsayım gereği erkek olan) ücretli işte çalışmakta, diğer (varsayım gereği kadın olan) ev ve bakım işlerini öncelikli çalışma teması yapmaktadır. Hanede bakım görmesi gereken iki çocuk vardır, okula gitmektedirler. Dolayısıyla kira, eğitim ve sağlık masrafları açısından kamu hizmetleri baz alınır. Ayrıca ulaşım, giyim ve elektrik, su ve yakıt gibi kentsel yaşam maliyetleri hesaplanır. Bu haneye günlük bir kalori hesabına göre yiyecek girdiği hesaplanır ve kültürel olarak market ya da pazarlarda bulunabilir yerel ürünler kategoriye alınır(dı). Bu kültürel ve ideal bir kapitalist patriyarkanın varsayımlarına dayanan hesaplamalara göre 4 kişilik bir hanenin yoksulluk sınırı belirlenir. Yoksulluk sınırı, kapitalizmin çarklarının dönmesi için harcanan enerjinin yani ertesi güne emek gücü olarak yeniden harcamak üzere, yeniden kazanabileceklerini satın alabilecekleri minimum rakam 10.395,91TL’ye denk düşüyordu, Kasım ayı bazında.

Zira bir ayda bile bu rakam yükseldi, zira TL’nin değeri birkaç gün içinde bile düştü. Bunun anlamı yaşamsal malların fiyatları yaklaşık 2 buçuk kat yükseldi. Dolayısıyla Kasım ayına göre yoksulluğu gösteren rakam, Aralık ayında diğer ülkelerin yıllık enflasyonundan da fazla yükseldi denilebilir.

Bu hafta Erdoğan asgari ücreti açıkladı. Bildiğimiz işçi ve işveren sendikalarının karşılıklı güç savaşıyla hükümetin hakem rolü oynadığı liberal tiyatronun tamamen yıkıldığı, yeni bir model karşımızda.

Erdoğan’ın yeni ekonomik programını eskinin sopası olan MGK toplantısı çerçevesiyle açıklamasını kenarda tutacak olursak, açıkladığı "tarihi zam" olarak nitelenerek 2825 TL’den 4250 TL’yi nasıl okumalıyız sorusu karşımızda duruyor.

Zira bu tarihi zammı anlamak için dolar cinsinden değişime bakalım: 2021 yılında 2825 TL olan asgari ücret 385 dolar iken, 2022 yılında tarihi zam yapılmış asgari ücretin dolar birimindeki değeri 274 olmuş. İkinci bir soru daha sormamız gerekiyor. Çalışanların ne kadarının asgari ücret aldığına dair: DİSK-AR araştırmasına göre, çalışanların yüzde 69’u asgari ücret oranında veya daha az maaş alıyor. Geçen sene yüzde 57 olan oranın bu sene yüzde 69’a çıkmış olması yoksulluğun derinleşmesini de anlatıyor. Kadın çalışanların ise yüzde 25’i asgari ücrete bile erişemiyor. Türkiye’de asgari ücret, tüm ücretlerin en düşük düzeyini belirleyen bir yaşamsal sınır olmaktan çoktan çıktı. Artık Erdoğan’ın ekonomik modelini yani Türkiye’nin yoksulluğunun ve son derece kontrolsüz sunulan doğa talanının satışına umut bağlayan, ve arkasına MGK sopasını almaktan çekinmeyen modelini anlatıyor. Yani Erdoğan’ın hedeflediği yeni ekonomik modelin de ne olduğunu açıkça ortaya koyuyor: İşte size Bangladeş modeli.

Hedeflenen modelin sonuçlarına bakalım mı? Rania Plaza işçi katliamını geçen hafta anlatmıştım. Bangladeş modelinin nasıl bir yıkım üzerine kurulu olduğunu açıkça sembolleştiriyor hala. Ancak bu defa, Temiz Giysi Kampanyası’nın araştırmasını verelim: Bangladeş, Hindistan ve Myanmar dahil olmak üzere yedi Asya ülkesinde yaklaşık 1,6 milyon hazır giyim işçisi pandeminin başlamasından bu yana işini kaybetti. Bu insanların %90'ı kadın, çoğu tek başına çocuklarına bakan kadınlar.

Ayrıca Büyük markaların kirli işlerini yapan çoğu kadınlardan oluşan kişilerin pek çok meslek hastalığı ve yoksullukla baş etmek zorunda kaldıkları da modelin açık sonucu olarak eklenmeli. Modeli açıkladıkları ve sabır istenen dönemde olanlar, sadece bir başlangıç. Olanları uzaktan izlerken kulağımda Rosa Luxemburg’un sözü yankılanıyor: Ya sosyalizm ya barbarlık!

 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.