Die Linke taviz verdiği için kaybetti

Dosya Haberleri —

.

.

  • Bu sonuç sadece Sol Parti için değil, parti dışı sol, sosyal hareketler ve diğer küçük sol partiler için de hezimet oldu. Bu kesimler maalesef Sol Parti’nin bu yenilgisini hissedecek.
  • Sol Parti hükümetin bir parçası haline geldiği zaman diğer partilere benzeşti. Kendi kırmızı çizgileri olan anti-militarizm ve anti-emperyalizm konularında diğer büyük partilere boyun eğdi.
  • Laschet de gelse Scholz da gelse, neoliberal politikalar devam ettirilecek. Silah satışı ve ABD ile bağımlı ilişkiler devam edecek. Bundan dolayı, bu iki koalisyondan da bir şey bekleyemeyiz.

 

FEHMİ KATAR / BERLİN

Sol Parti’nin 26 Eylül’de yapılan seçimlerde büyük bir yenilgiye uğramasını değerlendiren Alman tarihçi Nick Brauns, Sol Parti’nin kırmızı çizgilerinden taviz verdiğini ve onlara kaybettiren şeyin bu olduğunu söyledi.
Sol Parti’de yaşanan oy kaybının nedenlerini Alman Tarihçi Nick Brauns’a sorduk. Brauns seçimler ve sonrasında açığa çıkan durumu gazetemize değerlendirdi.

Yapılan anketlerde Sol Parti’nin oylarının düştüğü görülüyordu. Ancak yüzde 5’lik barajın altında kaldı. Bu sonucu bekliyor muydunuz? 
Böyle bir sonucu bekliyordum. Çevremde genellikle Sol Parti’ye oy veren insanları gözlemlediğimde Sol Parti’yi ikna edici bulmadığıydı. Sonuçlar, Sol Parti’nin, Demokratik Sosyalizm Partisi (PDS) ismiyle var olduğu ve baraj altında kalıp meclis dışında kaldığı 2002 seçimlerini hatırlattı. O dönemde de bugüne benzer bir atmosfer vardı ve benzer hatalardan dolayı Sol Parti meclis dışı kalmıştı. 

Almanya’da kira artışlarından tutalım konut sorununa, düşük gelir, yoksulluk ve küresel ısınmaya kadar birçok sorun var.  Sol Parti bu alanlarda yeteri düzeyde çözüm ve cevap yaratabildi mi?
Bu sorunlara meclisteki partiler içinden en iyi cevabı veren Sol Parti’dir. Ama Sol Parti’ye bu konularda artık güvenilmiyor. Sol Parti, muhteşem bir şekilde halk oylamasına götürülüp kabul edilen “Deutsche Wohnen & Co Kamulaştırın” kampanyasında başat rol oynayan aktörlerden biriydi. Ama birçok kişi Sol Parti daha PDS iken, o zamanlar kamu malı olan bu evleri Berlin’deki hükümet ortağı olarak özelleştiren parti olduğunu da unutmadı. Yani Sol Parti de onun önceki partisi olan PDS de bugün mücadele verilen konutları özelleştirerek, büyük firmaların yatırım ve spekülasyon aracı haline getirdi. Sol Parti hükümetin bir parçası haline geldiği zaman diğer partilere benzeşti. Kırmızıçizgileri olan anti-militarizm ve anti-emperyalizm konularında diğer büyük partilere boyun eğdi. 

İktidarın bir parçası olmak için kendi kırmızı çizgilerinden vazgeçti mi demek istiyorsunuz? 
Kesinlikle öyle. Bir sürü seçmen, bu kırmızı çizgiler hakkında; ‘Eğer Die Linke kendi çekirdek konuları hakkında bu kadar tutarsızsa, sosyal konularda nasıl bir tutarlılık gösterebilir’ diye düşünüyor. Hele ki Sol Parti’nin iktidara geldiği yerlerde özelleştirme, sosyal alt yapıların dağıtılması gibi politikalara ortak olduğu düşünülürse, Sol Parti seçmene yeterli derecede güven vermiyor. 

Bunu biraz daha açabilir misiniz? Sol Parti her yerde halktan kopuk mu demek istiyorsunuz? 
Berlin’e baktığımızda Die Linke’nin Neukölln’de sarsıcı şekilde çok iyi bir oy aldığını gözlemliyoruz. Orada çok genç, aktif, büyük oranda göçmen kökenli gruplar var. Bunlar seçim dışında da insanlarla iletişim içindeler. Bu gençler Neukölln’de ırkçı baskılara, konut sorununa ve diğer toplumsal sorunlara karşı halkın yanından sokakta mücadele yürüten insanlar. Burada bundan dolayı Sol Parti Almanya genelinde aldığı oyun çok üzerinde bir oy aldı. Hatta geçen seçimlere göre oyunu yükselti. Bunun sebebi de oradaki adayların ortalamanın üzerinde bir güven vermesidir. Sadece seçim döneminde değil sürekli olarak oradaki insanların günlük kaygıları ile meşguller. Bu kaygıların giderilmesi için verilen mücadelede onlarla beraber sokaktalar. Ancak Sol Parti, Neukölln’de halk lehine sağladığı faydayı diğer yerlerde gösteremedi. Sadece “yaşlı bakımı için daha fazla ücret istiyoruz” pankartlarını asmak yeterli değil. Sol Parti’nin en çok oy aldığı Doğu Almanya’da asgari ücret batı Almanya’ya göre halen çok düşük. Böyle bir soruna karşı, SPD “Biz asgari ücreti saati 12 Euro yapacağız” dediğinde, Sol Parti “Biz 13 Euro yapacağız” diyorsa bu çok can sıkıcı bir seçim yarışı pazarlığına dönüşüyor. Arada nerdeyse fark kalmıyor. Böyle bir durumda doğulu seçmen, kendine güvenmeyen Sol Parti yerine bir Euro daha az öneren ama iktidarda olduğu için bunu gerçekleştirme ihtimali olan SPD’yi tercih ediyor.

Neukölln’de bahsettiğiniz oy artışını sağlayan örgütlülüğün, diğer yerlerde neden sağlanamadığını açıklayabilir misiniz?
Bunun cevabı nasıl bir parti istenildiğine bağlıdır. Sosyal hareketlerle iç içe olan, kampanyalar yürüten, sokakta olan bir parti mi isteniyor, yoksa seçim kampanyasına odaklı, mecliste oturan ve sadece hükümetin bir parçası olan bir parti mi olmak isteniyor? Sorunuzun cevabı bu aradaki farkta gizlidir.
Neukölln’de seçilen Sol Partililer büyük ihtimalle Berlin’de oluşacak bir SPD, Yeşil, Sol hükümetin parçası olacaklar ama hiçbir zaman böyle bir amaçları olmadı. Belli amaçlar için halkla birlikte sokaktaydılar. Ama diğer taraftan Sol Parti’de sadece hükümetin bir parçası olmak isteyen, küçük çıkar hesapları yapan, bürokratik bir düşünce yapısına sahip kişiler de var. Bir tanesini açık olarak ismiyle beraber söylemek istiyorum. 
Dietmar Bartsch daha 2002’de PDS’in seçim kampanyası sorumlusu iken yaklaşımıyla, partiyi baraj altında bıraktı. Bartsch partinin başkan adayıydı. Kendisi oldukça bürokratik, rengini belli etmeyen biridir. Sürekli “Biz bütün kırmızı çizgilerimizden vazgeçmeye hazırız, yeter ki herhangi bir hükümette, hükümetin küçük ortağı olarak oyuna dahil edilelim” diyordu. Küçük hesaplar içine düşen çok kişi var. Bu kapsamda aradaki fark şu; bir yandan sosyal hareketlerle, halkla iç içe olan kampanyalar yürütüldü; diğere taraftan hükümetin parçası olma isteği ön plana çıktı. 

Hükümetin bir parçası olma düşüncesi Sol Parti’de çok mu yaygın? 
Bu anlayışı temsil edenler giderek daha çok güçlendiler. Bu kanadın temsilcilerden birisi de Sahra Wagenknecht, ki o da sol olarak görülüyor ama ben onu öyle görmüyorum. O kadınların, gençlerin, işçilerin kendi adlarına konuşmaları, kendileri için aktif olmalarını sağlamak yerine onların adına konuşmayı tercih ediyor. Sadece temsiliyet üzerine kurulu yaklaşım olmaz. “Bizi seç, biz de senin için şunu yapacağız” deniliyor. Sonunda zayıf olduğu için yapamayınca da güvenirliğini kaybediyorsun. 
Ama diğer taraftan Neukölnn’de de Graz’daki gibi küçük parti olsalar dahi insanlara gidip “Sizin kendi adınıza hareket etmeniz, kendi adınıza sokağa çıkmanız gerekiyor. Biz de sizinle orada olacağız. Meclis’te kendi olanaklarımızı da size sunacağız. Siz kendi mücadeleleriniz için gelip bizim bürolarımızı, medyamızı, vakıflarımızı kullanabilirsiniz” diyenler var. Ama bunu söyleyenler Sol Parti’de azınlıktalar. 
 
Sol Parti’nin direkt meclise giren 3 vekili olmasaydı bugün parlamentoda olmayacaklardı. Bu durumun sosyal hareketler ve toplumsal mücadeleler için anlamı nedir? Nasıl etkileri olur?
Sol Parti, baraj altında kalmasına rağmen Alman seçim yasasına göre direkt 3 adayı seçildiği için 39 vekil ile mecliste olacak. Önceki seçime oranla neredeyse yarısı kadar. Sol Parti’nin aldığı sonuç sadece Sol Parti için değil, parti dışı sol, sosyal hareketler ve diğer küçük sol partiler için bir hezimet oldu. Bütün bu kesimler maalesef Sol Parti’nin bu yenilgisini hissedecek. Sol sesler mecliste daha az duyulacak. Daha az seçim büroları olacak. Parti dışı mücadele eden aktivistler için daha az imkan olacak. Bir taraftan reel olarak sol hareket zayıflayacak. Çünkü fiziki imkanlar azalacak. Toplumsal mücadele yürüten aktivistlerin sayısı azalacak. Ama diğer taraftan da daha önemlisi psikolojik bir etkisi olacak. CDU’nun bahsettiğinin tam tersine yani sol bir darbe yerine solun zayıfladığı ve artık anlamsız hale geldiği duygusu yayılacak. Bunu herkes hissedecek. Die Linke’yi eleştiren Komünist partiler de hissedecek.

İlk defa oy kullanan kitlenin büyük çoğunluğunun neoliberal bir parti olan FDP’ye oy vermesini nasıl yorumluyorsunuz? FDP’ye hangi motivasyon oy verdirdi?
İlk kez oy kullanacakların çoğunluğu oy kullanmadı. Kullananların yüzde 30 'u FDP, yüzde 29’u da Yeşiller lehine oy kulandı. İlk defa oy kullananlar bugün 18-21 yaş aralığında. Birincisi bu insanlar bilinçli, politik hayatlarında ilk defa FDP’yi hükümetin parçası olarak tecrübe edecekler. 50 yaşına giriyorum. Ben onların yaşında politikaya yeni yeni ilgi duyarken, o dönemdeki FDP devamlı olarak CDU’nun iktidardaki partneriydi. O zaman yaygın görüş FDP’nin daha iyi geliri olanların partisi olduğuydu. Böyle tanımlanıyordu. Sonradan FDP’yi biz kapitalistlerin partisi olarak tanımladık. Bu yeni genç jenerasyon için FDP onların gözünde denenmemiş bir parti. FDP özelikle gençlerin yakından takip ettiği dijital özgürlükler konusunda seçmenleri ikna edebildi. 
Diğer yandan korona uygulamalarından dolayı insanlar iki sene eve kapandılar. Bu durumdan en çok oy çağındaki gençler etkilendi. Okullar, üniversiteler, kulüpler kapalıydı. Gençler parkta buluşmak istese başlarında hemen polis bitiyordu. Tüm bunlar olurken FDP’nin başkan yardımcısı çıkıp gururlu bir şekilde tam kapanma zamanında illegal bir şekilde açık tutulan bir bara gittiğini anlattı. FDP, absürt bir şekilde kendini özgürlükler partisi olarak pazarlıyor. 
 
Bugünkü Influencer dünyasında, giyinişi ve görünüşüyle karizmatik olan FDP lideri Lindner’in gençlerin bu tercihine etkisi olmadı mı? 
Tabi onun da etkisi büyük. Instagram ile büyüyen bir jenerasyon var. Nasıl giyineceğini, nerede, nasıl davranacağını bir yönetici tabiî ki de etkiliyor. Bu da aslında neoliberalizmin etkilerinden biri. Yaşlı, beyaz erkekler yerine genç ve karizmatik adaylara sahip FDP ve Yeşiller’in gençlerden oy aldıkları bir gerçek. FDP tabi ki de bir Lindner Show. Ama FDP aynı zamanda şık, başarılı, karizmatik insanların partisi imajına sahip. Bu da aynı başarıyı elde etmek isteyen genç jenerasyonu etkiliyor. 
Sol Parti ise imaj çalışmalarına değer vermiyor. Çünkü bu kendi düşüncülerine ters düşüyor. Dış kabuk yerine asıl konularla, düşüncelerle anılmak istiyor. Ama gördüğümüz gibi buradan da çıkarılacak dersler var. Belki de Sol Parti de kendi içeriklerini biraz daha göze de hitap edecek hale getirmeli ve bunun yöntemlerini aramalıdır.

İki koalisyondan bahsediliyor. Birincisi Yeşiller, FDP ve SPD’den oluşan “Trafik lambası” diğeri ise CDU, FDP ve Yeşillerden oluşsan “Jamaika” koalisyonu. Sizce bunlardan hangisi ağırlık kazanıyor? 
Şuan oyun kurucu olarak Yeşiller ve FDP görünüyor. FDP CDU ile bir koalisyon yapmaya daha yatkın duruyor. Bu bahsedilen bütün partiler arasında öyle koalisyonu engelleyecek büyüklükte fikir ayrılıkları yok. Bir şekilde tartışmalar yapılacak. Karşılıklı pazarlıklar, adımlar da atılacak ama sonunda bu bütün partiler neoliberal temellere dayanıyor. Bunu onların dış işlere yaklaşımlarında da görüyoruz. Onların arasındaki bazı uyumsuzluklara yakından baktığımızda da bunların asıl olarak Almanya’da bulunan sermaye fraksiyonları arasındaki çıkar çatışması olduğunu görüyoruz. Bu sermaye fraksiyonlarının bir kısmı Çin ile ticaret yapıyor onun için ilişkilerin iyi tutulmasından yana, bir başka fraksiyon bundan zarar ettiği için karşı çıkıyor. Yine bir kesimi üretimin modernleştirilmesini ve yeşil kapitalizmin uygulanması gerektiğini dile getirirken diğer bir kısmı bunun tersine eski üretim araçlarında ısrar ediyor. Oradaki uyuşmazlıkların sebebi bir parti yeni jenerasyonun küresel iklim krizi ile ilgili kaygılarını dillendirdiği ve diğeri buna karşı olduğu için değil, asıl olarak sermaye fraksiyonların çıkarlarını çatıştırıyorlar. Hangi hükümetin oluşacağını da sermaye fraksiyonlarının hangisinin daha baskın olacağı belirleyecek. Şuan Olaf Scholz hükümeti kuracak ve Kanzler olacak diye bakılıyor. Çünkü en yüksek oy aldığı için hükümet görevi de ona verilecek. Ama sonunda FDP ve Yeşiller ile birlikte başında Laschet’in olduğu bir hükümet de kurulsa şaşırmayacağım.
 
Laschet aslında bu seçimin en büyük kaybedeni, kaybeden ile hükümete giren parti büyük riske girmiş olmuyor mu? 
Evet. Bu durumun belli bazı riskleri var ama zaten şuan ki hükümete girecek her parti risk almış olacak. Çünkü bu hükümetin önünde çok büyük sorunlar yığını olacak. Ben olsam Laschet ile hükümet kurmam ama bakarsın CDU başkanlık için başka bir adayı öne çıkarır. Bu konuda çok büyük spekülasyon yapmak istemiyorum. Ama şunu yine tekrarlamak istiyorum. Bu bahsedilen hükümetlerden hangisi olursa olsun çok büyük fark olmayacak. Sonuç olarak hepsi sermaye fraksiyonlarının çıkarlarını savunacak. Laschet de gelse Scholz da gelse, neoliberal politikalar devam ettirilecek. Silah satımları ve ABD ile bağımlı ilişkiler devam edecek. Bundan dolayı, bu iki koalisyondan da bir şey bekleyemeyiz. 
 
Sol Parti içindeki tartışmaları yakından takip ediyorsunuz? Alınan kötü sonuçlar parti içinde nasıl tartışılıyor? Bu tartışmalar hangi yönde ilerliyor? 
Sol Parti’nin düşük oy almasında, seçim öncesi Afganistan’a asker gönderilmesiyle ilgili görüşülen yasa tasarısında aldığı tavrın büyük etkisi var. Çoğunluğu bu yasa tasarısında çekimser oy kulandı. Hatta bazı vekiller lehte oy kulandılar. Parti kongrelerinde çoğunluğun kararıyla oluşturulan programın, bu partinin yönetim organları için bir anlamı kalmadı. İlk olarak bunu aklımızın bir köşesine not etmeliyiz. Ama asıl olarak partide şuan başlayan tartışma çok farklı. Bir şekilde tersi yöne doğru gidiyor. Orada söylenen temel şey, Yeşiller ve SPD ile yan yana gelebilecek stratejik bir yaklaşımın daha önceden belirlenmesi gerektiği yönünde. Olası bir koalisyona girmek için kendi temel konularını kurban etmeleri gerektiği şeklinde ilerliyor tartışmalar. Afganistan’a asker gönderilmesi ile ilgili görüşülen yasa önerisine karşı takınılan tutum yine tartışma konusu. Burada da bazıları yapılan oylamada çekimser kalmanın bile yanlış olduğunu, evet yönünde oy kullanmaları gerektiğini dillendiriyor. Yani tartışma aslında gitmesi gereken yolun tam tersi yönünde ilerliyor. Sahra Wagenknecht de hemen üzerine atlayıp Sol Parti’nin mevcut göçmen politikalarını da değiştirmesi gerektiğini söylüyor. Wagenknecht, uzun süredir dilendirdiği bu tezlerinde açık sınırları savunmamak gerektiğini, göçmen alımının durdurulması yönünde bir politika yürütmeleri gerektiğini savunuyor.
 
Peki ne yapmak gerekiyor?
Partideki bütün üst yöneticiler “Şimdi çok sert bir şekilde bu yenilgiyi masaya yatırmalıyız. Partiyi yeniden yaratmalıyız. Gerekirse yöneticileri değiştirmeliyiz” dese de asıl sorun yöneticilerin değiştirilip değiştirilmemesi değil. Asıl sorun nasıl bir sol istendiğidir. Ben kişisel olarak Sol Parti’nin geleceğine dair çok iyimser değilim. Özelikle partide şuan kimlerin olduğu ve artık kimlerin olmadığına baktığım zaman daha karamsar oluyorum. Yeni olarak seçilenlerin sayıları da bir elin parmaklarını geçmiyor. Yeni dahil olan birçok kişi de listelerin çok arka sıralarındaydı ve seçilemedi. Bundan dolayı da çok iyimser değilim. 
Sol Parti, PDS döneminde baraj altında kalıp meclisten atıldıktan sonra ortaya çıkan sosyal yardım Hartz IV’ye karşı sosyal hareket sayesinde kurtarıldı. Hartz IV’ye ye karşı sosyal hareket o zaman PDS yerine kurulan Sol Parti’yi tekrar meclise soktu. Ya da şuan Yeşiller’i ele alırsak bugün çevre hareketi sayesinde bu kadar yüksek oy aldı. Ama bugün Sol Parti bence ortaya çok büyük bir toplumsal parti olarak çıksa bile, bu anti-ırkçı bir hareket olur. Konut sorununa karşı bir hareket olur. Sol Parti’nin şuan sahip olduğu vekillerle bu hareketin bir parçası haline gelip, böyle bir hareket sayesinde kendini tekrar yükseltebileceğini düşünmüyorum. Umarım gelecek beni yalanlar.

* Deutsche Wohnen & Co Enteignen, Berlin’de startı 2018’de verilen en güçlü emlak firmalarından olan Deutsche Wohnen’a ait 200.000 dairenin kamulaştırılmasını amaçlayan bir kampanya. Deutsche Wohnen emlak firmasının şuan sahip olduğu evler büyük oranda daha önce kamuya aitken, Berlin’deki sol hükümet tarafından özeleştirilmişti. Berlin genelinde 350 bin imza toplanarak bu talep halk oylamasına götürüldü ve 26 Eylül’de yapılan seçimde yüzde 50’nin üzerinde destek oyu alındı.

 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.