Türkiye-Kurdistan paradoksu
Selim FERAT yazdı —
- Kurdistan’da, kimliksel, kültürel, sosyal, bireysel tüm rasyoneller yoktu. Bu Türkiye/Kurdistan paradoksunda, Kurdistan için vardığım sonuç: Kolonyal Faşizm tanımlaması olmuştu.
Demokrasinin "mucidi" burjuvazi.
Proleterya veya burjuva diktatörlüğünün politikadaki mucidi Lenin.
Yol ayrımında olduğumuz konulardan biri faşizm ile burjuva demokrasisi arasındaki fark.
Onyıllar öncesiydi.
Politik Bilimler dalındaki sınavda, faşizmle burjuva demokrasisi arasındaki farkla ilgili soruya cevap arıyordum.
Çok uğraştım, hocamın benden duymak istediği cevabı veremiyordum.
Söylediğim her şey doğruydu, ama soruya cevap değildi.
Soruya cevap:
Burjuva demokrasilerinde parlamentonun var, faşizmde ise parlamentonun fesh edilmiş olmasıydı.
Cevap bulamamamın yan ve temel etkisi, Kurdistan’ın bir parlamentosunun olmamasıydı.
Bir Türk parlamentosu vardı.
Yıllar sonra italyan kuramcılardan, burjuva rasyonellerinin geçersiz sayılmasından sonra, burjuvazinin faşizmi iktidarlaştırdığı gibi rafine bir betimlemeyi okudum.
Türkiye’de bir burjuva parlementosu vardı.
Ve Türkiye’de, Kurdistan‘sız Türkiye için, belki de sadece Türkler için sakat doğan bir demokrasi bile olsa, bir burjuva demokrasisi işliyordu.
Kurdistan’da ise, kimliksel, kültürel, sosyal, bireysel tüm rasyoneller yoktu.
Bu Türkiye/Kurdistan paradoksunda, Kurdistan için vardığım sonuç: Kolonyal Faşizm tanımlaması olmuştu.
Bu terimi daha önce bir çok defa yazılarda kullanmama rağmen, burada ilk kez arka planınını açıklıyorum. Kolonyal faşizmi Kurdistan topluluklarına bir yaşam opsiyonu olarak satanlar, Türkiye’de burjuva demokrasisini temsil eden entellektüellerdi.
Gramsci’nin öğretisinde entellektüeller "hegemonya“ denkleminde merkezi bir rol oynarlar.
Egemen sınıfın hizmetinde, ikna gücüdürler.
Yönetici sınıfın hegemonyasını pazarlayanlar, yine entellektüellerdir.
Tercüme ederler, algılarlar ve satarlar…
Burada özellikle sol Türk entellektüellerin önemli bir rol oynadıklarını belirtmek istiyorum.
Türkiye için aydın sayılan Fakir Baykurt, Fikret Otyam ve daha birçok entellektüelin Kurdistan bağlamında, kolonyal hegemonyaya hizmet edenler olduğunu öğrendiğimizde, pek de şaşırmadığımızın altını çizmek istiyorum.
Son olarak Anayasa Mahkemesi’nin kararına rağmen, Can Atalay’ın meclis üyeliğinin iktidar tarafından düşürülmesi, Türkiye’de "totaliter diktatörlüğe beş kala“ olarak tercüme dildi.
Yıllardır oynanan bir oyunun yeni bir sahnesi ve "totaliter“ olarak tanımlandırılması da doğru.
Hatta eğer teori değişebiliyor ve burjuvalarda geçmişten öğrenebiliyorlarsa, Türk burjuvazisinin yeni tip bir faşizm uygulamasını yaşama geçirdiğinden de yola çıkabiliriz:
"İşleyen“ bir parlamentoya rağmen, faşizm?
Ancak Kurdistan bağlamında tüm bunların kıymeti harbiyesi var mı?
Kürt’ün var sayıldığı AKP alanlarında, Türk Parlamenter Demokrasisi işliyor.
Kürt’ün yok sayıldığı alanlarda, Kolonyal Faşizm var.
Türk sistemi Kurdistan için iki opsiyon var etti.
Türkiye için var olan Kürtler, Kurdistan için mücadele edenlere karşı, sömürgeci devletin savunma kalkanları olarak kullanılıyorlar.
Kurdistan’da yaşayanların kendilerini yönettikleri, denetledikleri bir sistemden taraf olanlar için ise geriye, Türkiye’de var olan tüm rasyonellerin rafa kaldırıldığı bir yaşam(ama) opsiyonu kalıyor.
Bunun adı da: Kolonyal Faşizm; inkar!.
Ancak bu oyun ebediyen devam eder mi?
Gramsci’nin öğretisine göre:
Eğer ezilen topluluklar, günün birinde, egemenlerin çıkarlarını, onlara kendi çıkarları gibi kanıksattıklarının farkına varma becerisini gösterdikleri an, bu film sahnesi kopar.
Bu Newroz’da film bir kez daha kopacak. Heyecanlı ve meraklıyım.